TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (84.BÖLÜM)
Bir takım komutanı aylar boyunca hiçbir şey üretmiyor. Yemek, içmek ve sohbet işlerini düzenliyor. Eylem söz konusu olduğunda çok sayıda savaşçı kaçırtıyor, düşmana silah kaptırıyor. Böylesi komutanlar hiç de az değildir. Bunlar komutan değil, ne idüğü belirsiz serserilerdir. Parti yetkileri ve olanaklarının üzerine çöreklenmiş feodal artıklardır. Tabii bazıları da sözümona aydındır. Bunların işi gücü kendilerini nasıl koruyacaklarını düşünmek ve bunu ayarlamaktır. Her biri partinin sırtında nasıl birkaç gün daha yaşayacağını hesaplamaktadır. Kurnaz olanlar ve sözümona kafaları biraz çalışanlar da küçük-burjuva kurnazlığını geliştirmektedir. Birbirine dayanmakta, biri öbürüne dayanarak yaşamaktadır. Karşılıklı olarak birbirlerine, “sen benim ayıplarımı söyleme, ben de seninkileri söylemeyeceğim” demektedirler. Burada suçlular koalisyonuna benzer bir birlik vardır. Bu biçimde her şeyi bastırmışlardır. Bir konferans düşünün ki, çoğunlukla sorumlu tutulmaları gereken bu tiplerin katılımıyla gerçekleşmektedir. Toplantılardaki durum da aynıdır. Bunlardan biri, bir diğerinin üzerine gitmesi durumunda, kendi durumunun da tehlikeye gireceğine inanmaktadır. Tabii diğeri de aynı şeyi tekrarlamaktadır.
Çünkü her şey böyle düzenlenmiştir. Kendilerine ya da o andaki duruma göre alternatifleri de yoktur. “Yine bu işleri bizden daha iyi bilen yoktur” diye düşünmektedir. “Birbirimizi idare ettiğimiz zaman, Parti Önderliği ne yapabilir? Yine gelip bize müracaat edecektir. Kadrolar denetimimiz altında bastırılmış ve suça bulaşmışlardır. Özellikle önemli düzeyde bulunan birçok kadro suçlarımıza ortak olmuştur. Bunların da söyleyebileceği fazla bir şey yoktur. Durumu kurtardık sayılır” demektedir. Bu “durumu kurtarma”nın en alçakça biçimi değil de nedir? Bazılarının raporlarına bakıyoruz; “filan bölgede yıkıcılık yapıldı” diye yazıyorlar. Peki, gözünün önünde yıkıcılık yapılıyorsa, siz ne güne duruyorsunuz? Adam sözümona politik komiserdir ya da ileri düzeyde sorumludur; ama bu yıkıcılık karşısında hiçbir şey söylememiştir. Niçin? Çünkü kendisi de yüzsüz, zavallı ve kötürüm bir tiptir, kendisini devrimcileştirememiştir, bir feodal aydın artığıdır, küçük-burjuva hesapçısı bir tiptir. Proleter devrimcinin zindanlarda doğruları savunmak için nelere ve nasıl katlanıldığı kanıtlanmıştır. PKK tarihinde çizgi uğruna savaşımın nasıl yürütüldüğü bilinmektedir. Oysa bunlarda zırnık kadar çizgiye bağlılık yoktur. Bunlar için olumsuzluğun her türünü geliştirmek meşrudur.
Osmanlılar bile yeniçeri ordusunu kurarken nasıl kurmuşlar, kendi askerlerine nasıl değer vermişlerdir? Osmanlı padişahları kendi egemenlikleri altındaki halkları, orduları sayıyorlar. Sultan Selim, ordusuyla bağların içinden geçerken, “kimse bir salkım koparmasın, koparan bağın sahibine parasını ödesin” diye emreder. Adaleti bu biçimde işletir. Kendisi feodal bir imparatorluğun padişahıdır, her şeye kadirdir, ama yine de bu denli hassas davranır. Geçen bir konuşmamızda Nuşirevan’dan söz ettim. Biz proleter devrimciyiz, feodalizmle kıyaslanamayacak eşit ve özgür bir toplumun kurulmasını amaçlıyoruz. Öyle değil mi? Peki, o zaman halka verilen bu zararlar nedir? Bu bir yana, yoldaşlarımıza verilen zararları nasıl açıklayacağız? Proleter devrimci olmak nerede kaldı? Adam, “ben böyleyim, benim içimde kırk tane sınıf kaynıyor” diyor. Bu adama, “sen çocuk musun, öyleyse burada ne arıyorsun” denilir.
Bazıları, eğer araştırılırsa hepsinin suçlarının idamlık olduğunu belirtiyorlar. İdamlık suçlar işlemek ne demektir? Hayır, bazılarının durumları böyle olsa da PKK tarih nezdinde aklanmış bir hareket olarak ortaya çıkmaktadır. Onun saflarında yalnız temiz insanlara yer vardır. Suçluların yeri onun safları olamaz. Hem kaynağın ve hem de bütün değerlerimizin başında bu tür bir suçlular topluluğunun oluşması çılgınlık olacaktır. Bunu kabul etmek, bir saat için bile buna tahammül göstermek çılgınlıktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER