SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UGARLIĞA CİLT II (166.BÖLÜM)
Bölgenin ve halkının ilk bilinen adlandırmasını Sümerler yapmıştır. Daha doğrusu, yazılı kaynaklardan bu hususları rahatlıkla çıkarabilmeliyiz. Neolitik toplumu yaratan, dıştan gelen bir kültür veya fiziki topluluk olmayıp, bölgede en eski dönemlerden beri yerleşik olan kültür ve yaratıcı olarak yerli gruplar olmaktadır. Otantik bir özelliğe sahiptir. Bütün tarihi kayıtlar, MÖ 20000’lerde üst paleolitikten, M.Ö 15000-11000 yılları arasında tüm mezolitik dönemden ve ondan sonraki neolitik toplumdan Sümerlere kadar, MÖ 11000- 3000 yıllarında kesintisiz yerleşik bir kültürün ve kabileler topluluğunun sürekli gelişme halinde olduğunu göstermekte ve kanıtlamaktadır. Zaten Sümerlerden günümüze kadar da, daha sonraki tarihi yazılı kayıtlardan bunu izlemek mümkün olmaktadır. Ortaya çıkan gerçeklik, bugünkü Kürtlerin ataları ve analarının, tüm bu tarih dönemlerinde bölgenin asıl kültür ve dil yaratıcıları olduğunu göstermektedir. Sümerlere kadarki dönemde bölgede yaşayan tüm topluluklara Proto-Kürtler demek de mümkündür.
Bu bölgelerin topluluklarının en amansız saldırı dönemlerinde bile dağların ve ormanların içlerine çekilerek varlıklarını korudukları tüm tarihsel belgelerce kanıtlanmaktadır. Halkları yerinden yurdundan etmede en ileri düzeyde rol oynayan Asur imparatorları bile, bizzat yazdıkları kaya yazılarında ve çok sayıda tabletlerde, bölgeye sefer yaptıklarını, ama başaramadıklarını açıkça belirtmektedirler. Bu husus tüm istilacılar açısından geçerlidir ve belgelidir. Tarih öncesinin zor kullanmada aralarında pek fark olmayan topluluklara ait nüfusun da zaten fazla olmadığı, sabit yerleşmelere geçtikleri; ne dışarıya çok yayıldıkları, ne de dışardan kendilerini yerlerinden edecek grupları kabul ettikleri veya yenik düşürdükleri açıktır. Alanın sürekli gelişmeye ve yaratıcılığa imkan vermesi, halkın yerleşik kültürünü ve tarihin büyük devrimini sürdürmeye elverişli kılmaktadır. Sürekli gelişen ve devrim halinde olan bir kültürün ve insan topluluklarının bu temelde güç kazanacakları ve koparılmazcasına kök salacakları açıktır. Kaldı ki, tüm arkeolojik kayıtlar bu sürekliliği doğrulamaktadır. Lehçelerin farklılık göstermesi bütün dil gruplarında geçerlidir. Hatta Kürtçe lehçeleriyle kıyaslandıklarında, farkları çok derindir.
Tüm istilalara rağmen, bu kadar uzun bir süreden beri lehçe yakınlıklarını sürdürmeleri, Kürtçe ve Kürtler açısından önemli bir başarıdır. Resmi devlet dili haline gelmiş birçok topluluk dillerindeki lehçe yakınlıkları Kürt lehçeleri kadar olamamaktadır. Bunda yine belirleyici etken, neolitik devrimin uzun süreli dil ve kültürünün gücünden ileri gelmekte ve bu gerçekliği doğrulamaktadır. Diğer yandan bu durum Proto-Kürtlerin ve Kürtlerin fazla yer değiştirmedikleri, yerleşik kaldıkları ve böylelikle kültürel ve dilsel saflıklarını uzun süre korudukları anlamına gelmektedir. Dört bin yıl önceki bir ezginin içeriği ve melodisinin günümüzde bile söylenmesi, bu dil ve kültürün gücünü ifade etmekte ve kanıtlamaktadır. Gerek Gılgameş Destanı, gerek meçhul kızın Gıro adlı ezgisi bu gerçekliği doğrulamaktadır. Bu edebi tarzların tespitli tarihleri en azından M.Ö 2000’lere kadar gitmekte ve günümüze kadar gelen Kürt destan biçimleriyle de büyük benzerlik göstermektedir. Yine Sümer İnanna ve aynı tanrıçanın Akadçası olan İştar ’ın kaynağının, bugün bile Kürt kültüründe tanrı, ‘en yüce ve büyük’ anlamına gelen Star, Sterk sözcüğünden türediği açıktır. Sümerlerin kültürlerinde bu tanrıça kültürüne Ninhur - sag, yani ‘dağlık bölgenin tanrıçası’ denilmektedir ki, bunun Sterk geleneğiyle ilgisi açıktır. Ayrıca tüm araştırmalar, neolitik dönemde tanrı veya tanrıçaların yıldızlarla simgeleştirildiğini göstermektedir. Kürtçe’deki Sterk hem yıldız anlamına gelmektedir, hem de kültürel olarak en büyük anlamında tanrı veya tanrıçanın kendisi olmaktadır.
Tanrıların ilk ortaya çıkarıldıklarında yıldızlarla simgeleştirilmeleri Kürt kültür kaynaklı olup, daha sonraki tüm göksel dinlerin temelini teşkil etmektedir. Denilebilir ki, hiçbir halk Kürtlerin orijinleri, asılları kadar neolitik çağı hem yaratıp hem en derinliğine yaşamak durumunda kalmamıştır. Bu özgünlük süre ve kapsam itibariyle en yoğun biçimde Kürt olgusunda yaşanmıştır. Bu özgünlüğün etkileri günümüze kadar sürmektedir. Kürtler bütün güç ve enerjilerini bu çağdan alıp bu çağa vermişlerdir. Bugünkü Kürt zihniyet yapısının çok geri kalması da esas olarak neolitik çağda takılıp kalmalarından, adeta orada gönüllü bırakılmalarından ileri gelmektedir.
Sanıldığının aksine, neolitik çağın etkileri halen dünyada küçümsenmeyecek ölçülerde varlığını sürdürmektedir. Köylülük, maddi yaşam ve zihniyet olarak neolitikten kalma bir toplumdur. Tarım kültürü, başta gelen özelliklerini bu çağda kazanmıştır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER