FAŞİZME KARŞI TOPYEKUN DİRENİŞTE ŞEHİR SAVAŞLARI VE GÖREVLERİMİZ-55.BÖLÜM
Bu durumdan çıkan sonuç ise Üçüncü Dünya Savaşı’nın kısa sürede sona ereceği, çelişki ve çatışmaların ortadan kalkacağı bir durum gözükmüyor. Bölge henüz bir yeniden yapılanma sürecinde değildir. Eskinin ortaya çıkardığı çatışmalar ve çelişkiler temelinde mücadele derinleşiyor ve yayılıyor. Hala eskiyi yıkma yönünde mücadele sürüyor. Yenisi nasıl yapılanacak? O yönlü çok fazla bir gelişme adımı yoktur, öyle bir süreç henüz başlamış değildir. Bu konuda ‘bölgede yeni yapılanmalar oluyor, kartlar yeniden karılıyor, yeni bir sistem oluşuyor’ gibi değerlendirmeler oluyor, ama gerçeklik pek öyle olduğunu göstermiyor. Bu çatışmalı durumun başladığı yer Irak’tı, sözde yeni olan Irak’ta çıkmıştı. Şimdi en çatışmalı durum haline yine Irak gelmiş bulunuyor. Demek ki, yeni bir şey kurulmamış hala, var olanın yıkılmasını getiren çelişkili ve çatışmalı durum sürüyor. O açıdan Suriye’de hemen yeni bir sistem kurulacak anlayışları da doğru değildir. Tersine Arap Sahası’nda da çelişkili ve çatışmalı durum bir müddet sürecektir. Türkiye ve İran’a bu durum daha fazla yayılacaktır. Bunu görmemiz gereklidir.
Birincisi; çeyrek asırdır Arap Sahası’nda yaşanan savaş bazı ulus-devlet diktatörlüklerini yıktı ve yeni durumlar ortaya çıkardı, ama dikkat edilirse bölgede yeniden yapılanma diyebileceğimiz bir sonuç ortaya çıkmamıştır. Irak, Mısır, Tunus, Suriye, Libya’daki durumlar bunu gösteriyor. Eskiyi, var olanı yıkan adımlar atıldı, ama yeni adına kalıcı bir sistem oluşturulamadı, oluşturulamıyor. Türkiye ve İran’da köklü değişiklikler olmadıkça, mevcut ulus-devlet diktatörlükleri yıkılıp yeni siyasi yapılanmalar ortaya çıkmadıkça, bölgede kalıcı bir sistem oluşamaz. Bölgenin hegemonik güçleri, Türkiye ve İran’dır. Bölgede siyasi yapılanmayı belirleyen yerler, Türkiye ve İran’daki siyasi yapılanmalardır. O bakımdan sadece Arap Sahası’ndaki mücadelenin sonuçlarıyla yeni bir siyasi yapılanma açığa çıkmaz. Bölgede kalıcı ya da belli dönemde hüküm sürecek sistem ortaya çıkacaksa, bu sistem ancak Türkiye ve İran’daki değişim ve yeniden yapılanma temelinde mümkün olabilir. Bu anlamda Suriye üzerinden mücadele daha çok Türkiye’ye yayıldı. DAİŞ ile ilişkileri, Suriye’ye askeri müdahalede bulunması vb. biçimlerde, Türkiye söz konusu savaşın içine çekildi. Şimdi Irak ve Yemen üzerinden İran’a yayılıyor. Önümüzdeki süreçte Arap Sahası’nda da belli bir çelişki ve çatışma olacak, ama daha çok çatışmalı durum Türkiye ve İran’da yaşanacaktır. İç mücadeleler, Türkiye ve İran’da sürecektir. Bölgenin hegemonik merkezleri, eski yapının yol açtığı çelişkilerin çatışmalara dönüşmesine sahne olacaktır. Bölgede eski olanın ne kadar yıkılabileceği görülecektir. Bu anlamda düşük yoğunluklu savaş dönemi denen sürecin ortadan kalkması gibi bir durum yakın dönemde yoktur. Tersine savaşın yayılma ve derinleşmesi söz konusudur.
İki; bu savaş daha çok bölgenin hegemonik merkezlerine doğru kaymıştır. Türkiye ve İran’ın önümüzdeki süreçte daha çok çatışmaya sahne olacağına benzemektedir.
Üçüncüsü; bu savaşı ortaya çıkaran tarafların, çelişki ve çatışma yaratma potansiyelleri olmakla birlikte savaşı sona erdirecek güçleri, iradeleri, çözüm projeleri yoktur. Ne faşist ulus-devlet statükoculuğunun yeni bir çözüm projesi var ne de küresel sermaye güçlerinin, ulus-devlet statükoculuğunu yıkıp yerine koyabilecekleri yeni bir sistem projeleri söz konusudur. Tersine onlar da söz konusu düşük yoğunluklu çelişki ve çatışma içinde bölgedeki egemenlilerini sürdürmek istiyorlar.
Dördüncüsü; mevcut durumda savaşı sona erdirecek, bölgedeki mevcut Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açan sorunlara çözüm getirebilecek olan yegane güç Halkların Demokratik Devrimidir. Demokratik Özerkliğe dayalı, Demokratik Konfederalizm yönünde, demokratik toplum örgütlülüklerinin, halk devrimlerinin gelişmesidir. Savaşları sona erdirecek, sorunları çözecek tek proje budur, tek alternatif olarak bu görülüyor.
Beşincisi; çatışmanın, Türkiye ve İran’a kaymış olması, söz konusu Demokratik Halk Devrimlerinin gelişmesi açısından daha çok imkan ve fırsat sunuyor. Çünkü bunun merkezinde Kürt Sorununun çözümü var. Dolayısıyla Kürdistan’ı yok sayan ve parçalayarak yok etmek isteyen zihniyet ve siyasetin değiştirilmesi vardır. Alternatif sistem, ancak Kürt Toplumu’nun özgürce var oluşu temelinde gerçekleşecektir. Bölgenin özgürlüğe, demokrasiye ulaşması, halkların kardeşçe yaşadığı Demokratik Konfederal sistemin oluşmasıyla mümkün olabilir. Yine Kürt Sorununun, Kürt halkının varlığı ve özgürlüğü temelindeki çözümüyle gerçekleşebilir.
Son olarak da bu durum, Kürt sorununu ayakta tutmaya çalışan, Kürt’ü inkar ve imha sisteminin yürütücüsü olan, Kürt soykırımını sürdürerek sonuç almak isteyen sistemler mevcut durumda en çok daralan, en çok iç çatışmayı yaşayan, zorlanan sistemlerdir. Hem Üçüncü Dünya Savaşı denen çelişki ve çatışmanın, bölgedeki yayılma ve derinleşme durumu hem de çözümün Kürt özgürlüğü temelinde bir Demokratik Ortadoğu Devrimi ile olması; yani Demokratik Ortadoğu, Özgür Kürdistan formülüyle çözümün gerçekleşecek durumda bulunması; Kürt soykırımını, bağnazca tam bir Kürt karşıtı ve Kürt düşmanı olarak sürdürmek isteyen güçleri son derece daraltmakta, tecrit etmekte, iç ve dış dayanaklarını sınırlandırmaktadır. Dolayısıyla tarihinin en zayıf konumunu yaşar duruma düşürmektedirler. Bu da Kürdistan Özgürlük Devrimini geliştirmek ve bunu Türkiye ve İran üzerinden Demokratik Ortadoğu Devrimi haline getirebilmek için koşullar son derece uygundur. Kürdistan Özgürlük Devrimi ve Ortadoğu Demokratik Devrimi’nin gerçekleşmesi için son derece elverişli bir durum söz konusudur, bir devrim durumu yaşanmaktadır. Devrim durumunu ön gerecek, gerçekleştirecek şekilde bir ortam söz konusudur. İmkanlar, fırsatlar, demokratik devrimci güçler açısından bu düzeyde vardır.
Bu anlamda tarihi bir dönemeçten geçilmektedir. Devrim için son derece elverişli ortam vardır. İmkanlar, fırsatlar hat safhada ortaya çıkmıştır. Gerisi devrimci güçlerin, bunu değerlendirmesine kalmaktadır. Bölgesel ve küresel çerçeve açısından kısaca bunu özetleyebiliriz.
İkinci olarak, faşist AKP-MHP diktatörlüğünün durumu ve anti-faşist direnişin temel karakteri üzerinde durabiliriz. Bölgenin ve küresel sistemin genel durumu değerlendirildiğinde açıkça görüldü ki, faşizm tarihinin en zayıf dönemini, en çok tecrit olmuş, içte ve dışta en çok daralmış ve sıkışmış durumunu yaşıyor. AKP-MHP faşizmini geldiği noktada böyle görmek lazım. Kuşkusuz Türkiye’deki faşizmi halife almamak, küçümsememek gerekir. Özellikle AKP-MHP faşizmi, yüzyıllık faşist zihniyet ve siyasetin doruk yapmasıdır. Böyle görmek, değerlendirmek gereklidir. Yeni ortaya çıkmış sadece AKP-MHP’nin yöneticilerine dayanan bir güç olarak da görmemek lazım, çünkü ciddi bir tarihsel geçmişi var. Faşist zihniyet ve siyaset Türkiye’den doğmuştur. Birinci Dünya Savaşı içerisinde Osmanlı’nın son dönem yönetimleri şahsında ortaya çıkmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin oluşturduğu zihniyet ve siyasettin ürünüdür. Bunun temelinde de saldırı, savaş, soykırım, şovenizm, ırkçılık, milliyetçilik, katliamcılık vardır. Bu gerçekliği öncelikle bilmemiz gerekiyor.
DURAN KALKAN ( HEVAL ABBAS )
YORUM GÖNDER