SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (248.BÖLÜM)
Avrupa kendini doğurup kurumlaştırdıkça ve dünyaya yayıp egemen kıldıkça, herkese bu realiteyi olduğu gibi kabul etme görevinin düştüğünü hesaplıyordu. Dünyanın tüm diğer yöreleri için bu görüş geçerli olabilirdi. Ama Ortadoğu toplumları için olduğu gibi yürümesi zordu. Cüceleşmiş de olsalar, uygarlık yaratıcıları halen yerindeydiler. Tümüyle öldürülseler bile, her tarafa sinmiş kültürleri kendi özgünlüğünü dayatacaktı.
Bölgeye dalga dalga yüklenen Avrupa istediği hakimiyeti sağlayamayacaktı. Kırılmak, parçalanmak ve böylelikle alan kültürünün gücünü hesaplamaktan kurtulamayacaktı. Ortadoğu, yaşayan toplumun ekonomik, sosyal, siyasal ve askeri gücüyle direnmiyordu veya dirense de herhangi bir başarı şansı yoktu. Direnen, eski uygarlığın ve kültürün adeta genetik özellik kazanmış öğeleriydi. Aynı sonuç reel sosyalist sistemin yayılması için de geçerli olacaktı. Avrupa’nın sağı ve soluyla Ortadoğu’ya yüklenmesi başarısızlığa uğramaktan kurtulamayacaktı. Ortada Ortadoğu’nun da herhangi bir zaferi, başarısı yoktur. Ama bir Japonya ve Çin olamadığı gibi, bir Afrika, Avustralya ve Güney Amerika olacak hali de bulunmamaktadır.
Tek başardığı, orijinalitesinin varolduğunu, istese bile bundan kurtulamayacağını itiraf etmesiydi. Arap-İsrail, İran-Irak Savaşı ve Kürtlerle herkesin mücadelesi bu itiraf gerçekliğinin değişik nüanslarıydı. Avrupai kültürün tüm biçimlenişlerinde olduğu gibi, sağ-sol siyasal ve ideolojik kültürünün Ortadoğu’ya yayılması da çok silik ve verimsiz kalırken, bu etkiye tepki biçiminde gelişen ve daha çok ortaçağ feodal İslam’ını kapitalist kavramlarla karıştırarak yanıt olmak isteyen İslamcılık türevleri de özgün bir yanıt olmaktan hayli uzak kalacaklardı. Olup biten, daha çok kısır döngülü, basit taklit olmaktan öteye gidemiyordu. Özgün olmak, Batı uygarlık tezlerinin antitezlerini oluşturmak gerekli olmakla birlikte, yeni bir yaratıcılığı zorunlu kılacaktı. Bütün bu süreçlerin komplolar yatağı topraklarda kapitalizmin en hileli işbirlikçileriyle ittifakının hayli karışık, tanımlanması zor, dost mu düşman mı olduğu kolay belirlenemeyen, hatta bukalemun gibi yerine göre renk değiştiren, özden yoksun, yalancılığı ve komploculuğu bol, doğrusu az bir kişilik, örgüt ve hareket gerçekliği biçiminde yansıması kaçınılmazdır.
Bu koşullarda baştan beri “Doğru bir hat halinde ileriye doğru yürüyorum” demek, kendini aldatmak veya çokça örneği görüldüğü gibi fanatik bir tarikat üyesi olmakla mümkündür. Dengesini bile yitirmemek ve ayakta kalabilmek mümkün olduğu kadar maharet ister. Hele adına insan denilen varlığın temel özelliklerinden vazgeçmeden, uygarlığın tüm sınıfsal ve cins kirlenmesine meydan okumak, “Bu topraklar insanlığın beşiğidir” deyip “Gerçekten insan olan oğul ve kızlarından yoksun bırakılamaz” iddiasında bulunmak, çağın ölçülerinin çok dışında yetenek ve dayanma gücü gerektirir. PKK olayında, pek farkında olunmasa da, ama öz itibariyle hep bir köşesinde saklı ve sağlam tutulmak istenen bu tür bir insanlık iddiası vardır. PKK’nin Kürt olgusunu da bu iddiasına temel yapması gerçekçi ve yerindeydi. Kürt gerçeği eğer yaşatılacaksa, bu mutlaka kapsamlı yeni insan olarak kendini yenilemekle mümkün olacaktı. Kürt denilen olguda insan, egemen ve sömürücü sınıf temelinde düşürülmenin dip noktasındadır. Bu, daha aşağısının mümkün olmadığı bir duruştur. Kaybetmediği hiçbir şeyi kalmamıştır. Kölelik zincirleri bile çok alışmış olduğu için, zincirler olmadan da eşek gibi köleliği yaşayabilir hükmü elinden geri çıkarılmıştır. Eğer bu insanla doğru uğraşılırsa, sınıfsal ve cins kirine, pisliklerine bulaşmamış, bulaşsa bile fazla inat etmeden temizlenmeye razı bir insan olma ihtimali en yüksek malzeme konumundaydı.
PKK oluşurken; çağdaş hakim gerçeklerle, uygarlığın doğuşuna beşiklik etmiş, ama dipten kurtulamamış bir halk gerçekliğinin tarih boyunca yaşadığı olayları, ilişki ve çelişkileriyle kendi şahsında somutlaştırmak ve çözmek iddiasındaydı. Bunun ne anlama geldiği şimdiye kadarki değerlendirmemizde sınırlı da olsa ortaya konulmaya çalışıldı. Ama daha yakıcı olan, PKK’nin yaşam süresince ortaya çıkacaktı.
Tarih ve çağ, Kürt olgusundaki bütün özelliklerini, amaç ve uygulamalarını, iyi ve kötü niyetlerini, güzel ve çirkin yüzünü, doğruları ve yanlışlarını, dürüstlüğünü ve komplolarını PKK gerçekliğinde bir kez daha yaşamak zorunda bırakılacaktı. Ya özgür insan ve halk olarak yaşam yoluna girilecek ya da ölünecekti. Başka hiçbir anlayış ve tutum, ortadaki leşten beter kirli ve lanetli yaşamı temizleyemeyecekti. Bu çerçevede PKK tarihinin değerlendirilmesi hayli öğretici olacaktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER