SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (223.BÖLÜM)
Kürt isyanları, ortaya konulduğu gibi, ayrılıkçılığı esas alan isyanlar değildir. 19. yüzyıl boyunca devam eden Kürt isyanları sistemden ayrılmak için değil, dışlandıkları için gelişmişlerdi. Artan merkeziyetçilik Kürtlere yer vermiyordu. Kürtler eski geniş otonomilerini kaybettikleri gibi, yeni merkezi sistemde yerlerinin olmadığını görüyorlardı. Büyük devletler Türkiye’yi daha çok bağımlı kılmak için zaman zaman olayları tahrik etmekle birlikte, hiçbir zaman ayrılmak amacıyla desteklememişlerdir. Cumhuriyetin kuruluşunda bu durum daha da açığa çıkmıştır. Kürtler sadece otonomilerini kaybetmediler, toptan varlıklarının inkarıyla kendilerini karşı karşıya buldular. Tabii çıkarı olan devletler, başta İngilizler, bu vesileyle ortaya çıkan isyanlardan yararlanmışlar; kemalistlerle nihayet uzlaşmışlardır.
Daha sonraki süreç, Kürtlerin tamamen yasaklama sürecine alınarak çürümeye ve unutulmaya terk edilmesidir. Buna PKK somutunda verilen yanıt, bilinen 20. yüzyılın son çeyreğindeki düşük yoğunluklu savaştır. Kurulurken Kürt isyanı bahanesiyle demokratikleşemeyen cumhuriyet, çağdaşlaşma sürecinin en önemli aşamasında demokratikleşmeyle sistemini tamamlaması gerekirken, yine duyduğu korku ve bölünme telaşıyla Kürtleri ezerek sorunu halledebileceğini sandı. Çılgınca ve topyekün seferberlikle, her türlü özel savaş yöntemleriyle sorunu tasfiye etmeyi gündemine koydu. Kimi kaynaklara göre 100, kimilerine göre 400 milyar doları bu işe yatırdı. Sonuç; mevcut ekonominin de krize girmesi, sosyal alanın şirazesinden çıkması, siyasi yapının tamamen iflasıdır. İktidarın desteği yüzde onun altına düşmüştür. Ne zaman tam çökeceği dünyaca gözlemlenen bir ekonomi, IMF olmasa bir gün bile kendisini sürdüremez durumdadır. Dünyaya kafa tutmak şurada kalsın; ABD, AB ve yan kuruluşları olmasa, kendini sürdüremez bir cumhuriyet haline gelmiştir.
Türk milliyetçiliğinin Türkiye’yi gelip bıraktığı konum budur. Kendi Kürtlerini ne yok edebilmiş, ne de tam asimile etmiştir. Tersine, PKK önderliğinde büyük bir demokratik dönüşümü yaşayan bir Kürt gerçeği söz konusudur. Bu objektif durum karşısında önümüzdeki dönem için adımlar atılmaya çalışılmaktadır. Gerek merkez sağ, gerek merkez sol yeniden toparlanıp partileşmeye çalışmaktadır. Varolanlar, daha şimdiden eskimiş denilenler iddiasını sürdürmektedir. Hükümet adeta maçın uzatma dakikalarını oynar konuma gelmiştir. Halk ezici biçimde köklü değişim istemektedir. Halkın demokratik uygarlıktan yana tercihi kesindir. Ordu darbeden uzak, dengeler fazla zorlanmadan, cumhuriyetin demokratik ve laik karakterindeki yeni dönüşümlerine karşı değildir.
PKK meşru savunma konumunda, demokratik çözüm tercihinde kesin tavır almış bulunmaktadır. Bu tablo karşısında, sorunların tek taraflı önlemlerle çözümlenemeyeceği açıktır. Çözümün topyekün ve iç içe olması mantık gereğidir. Bir bina yapılırken bir köşesini bile boşlukta bırakmak, tüm inşayı anlamsız kılar. Anayasa ve yasalarda değişikliğe gidilirken, yine Kürtler dışlanmayla karşı karşıya bırakılıyor. Daha şimdiden yeni bir çatışmanın zemini açık bırakılıyor. Irkçı milliyetçilik Türkiye’nin kaderiyle oynamaya devam ediyor. Korkularla tekrar Türkiye’nin geleceğini bağlamak istiyor. Dolayısıyla kriz daha da derinleşiyor. Dünyadan tecrit olma ve içte daralma, kitleleri patlama noktasına getiriyor. Aslında cumhuriyet büyük bir değişim geçiriyor. Eski temelleri hızla aşılıyor. Yenilik en güçlü tutku halini almış bulunuyor. Değişime karşı duranlar en büyük tepkiyi alıyor. Uzlaşma, değişme ve dönüşümden yana olmayan söz de kalmamış gibidir. Ama Türkiye korkuyor. Türkiye yakın tarihinden korkuyor. Kürtlere karşı işlenen suçlardan ötürü korkuyor, demokrasi güçlerine karşı yakın dönemde işlediği suçlardan korkuyor.
Demokrasi kriterlerinden, onlara karşı ikiyüzlülüğünden korkuyor. Tüm bu korkular krizi daha da derinleştiriyor. Kriz söylendiği gibi gerçekten tek boyutlu değil, öncelikle siyasidir. Siyasal, psikolojik, sosyal, moral ve ekonomik boyutları son derece iç içedir. Ya toptan çözüm, ya tam çözümsüzlük noktasına gelip dayanmış bulunuyor. Hiçbir sorun artık darbe ve bastırmayla çözümlenemeyeceğine ve böyle bir durum da ortada olmadığına göre, girilen dönem artık farklı olmak zorundadır. Milliyetçilikle çözümlenecek bir durum da yoktur. Ne bastırılacak bir sol, ne de savaş halindeki bir Kürt hareketi söz konusudur. Milliyetçilik neye karşı savaşacak? Bütün komşular dostluk istiyorlar. Halk hiç şiddetten yana değil, tersine şiddetten bıkmış, nefret ediyor. Daha da üstüne gelinirse, en büyük sosyal patlamayla tehdit ediyor. Demek oluyor ki, artık Türkiye tarihinde milliyetçiliğin, isyan ve tenkilin, bastırmanın maddi zemininin kalmadığı ve işlevini tamamladığı bir süreç yaşanıyor. Milliyetçilik, isyan ve tenkil dönemi sona eriyor. Bazıları istemese de, ırkçı hakim ulus milliyetçiliğiyle ezilen burjuva milliyetçiliği, eski solculukla siyasal İslam’ın da sahipleri olsa da, artık rollerinin kalmadığı ve olamayacağı bir döneme giriliyor. Türkiye bu anlamda ideolojik ve siyasi donanım açısından önemli eksiklikler taşısa da, gerçekten yeni bir dönemin içine giriyor. Halk yığınları kesinlikle yeni dönemin çok yoğun beklentisi içindedir.
Devlet eğer değişim geçirmezse, cascavlak ortada kalacağı bir durumu yaşıyor. Siyaset yeni dönemi ideolojik, siyasal ve moral yönden yeniden üretemezse, kesin sınıfta kalacaktır. Sosyal patlama giderek büyüyen bir tehlike olarak patlatılmak istenmiyorsa, yeni döneme giriş gerekiyor. Bu siyasi, psikolojik ve sosyal bunalım boyutları karşısında, ne kadar dolar şırınga ederse etsin, yeni dönemin koşulları oluşmadıkça ve yeniden yapılanma gerçekleşmedikçe, ekonomi daha da derinleşmesi kaçınılmaz olan krizinden kurtulamıyor.
Yeni dönem bütün bu kilitlenmenin aşıldığı, zihniyet ve yeniden yapılanma olarak değişimin ve dönüşümün sağlandığı dönem oluyor; cumhuriyetin gerçekten demokratik ve laik hukuk devleti olarak yeniden yapılandığı bir dönemi oluyor. Kürt sorununun dışlanmadığı, demokratik birlik temelinde çözüme doğru gittiği bir dönem oluyor.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER