SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (206.BÖLÜM)
Bilimsel sosyalizm eğer gerçekten amaçladığı eşitlikçi ve özgürlükçü, çevreye dost ve uyumlu sistem olarak tanımlanmak istiyorsa, proletarya diktatörlüğü biçimleri de dahil, tüm devlet biçimlerini dağarcığından çıkarmak zorundadır. Şüphesiz toplumlar yönetimsiz, koordinesiz yaşamaz; ama illa bunu devlet aracıyla tanımlamak mevcut bilimsel-teknik çağda anlamını yitirmiştir diyoruz. Demokratik kriterlerin daha net ve uygulanabilir ölçüleri, daha iyisi ortaya çıkana kadar, tam devlet diyemeyeceğimiz bir model olarak, en ideali olmasa da en uygun yönetim modeli rolünü oynayabilir. Bilim ve tekniğin açtığı olanaklar temelinde demokratik toplumun daha eşit, özgür ve çevreyle uyumlu yönetim biçimlerine ulaşacağı dönemlere kadar, demokratik yönetim (ve toplumların ifadesi olarak demokratik uygarlık) çağımızın ilerici dönemi olarak kavramlaştırılmayı hak etmektedir.
Bilimsel-sosyalist ideolojinin yapısına ilişkin eleştiriler daha kapsamlı yapılabilir. Örgüt, eylem, ulus, din, sanat, kadın, felsefe, ulusal sorun, alt ve üstyapı ilişkileri, tarih anlayışı, tek ülkede sosyalizm ve enternasyonalizm konularında ciltler dolusu eleştiri yapmak mümkündür. Ama biz değerlendirmemiz kapsamında, o da tanımlama düzeyinde, en temel konuda devlete ilişkin eleştiriyi yeterli buluyoruz. PKK’nin doğuşunda, bu devlet anlayışına bağlı sosyalizmin esas alındığı bir gerçektir. Burjuva milliyetçi etkiler ve feodal yaşam kalıntıları da varlığını sürdürmekle birlikte, doğuşuna damgasını vuran; Türkiye’nin 1970’ler döneminde özü tam konulamamış, sınırlı klasik kitaplarda anlatılan ve ilk kurucu grubun sempatizanlığı düzeyinde kavranmış bir sosyalizm anlayışıdır. Bu kadar sığ bir ideolojik donanımın ilerde önemli sorunlar doğuracağı açıktır.
Bununla bağlantılı diğer bir sorun, sosyalizm ışığında girişilen tarih ve somut durum değerlendirmeleridir. Bir bütün olarak kapitalizmin sınırlı bir eleştirisi, o da daha çok ekonomik yapısına yönelik olanları, bütüncül bir ideoloji için ciddi bir yetersizliktir. Tercüme sorunları, kültürel zayıflıklar ve dogmatik-ütopist zihniyet yapısı nedeniyle bu dar sosyalizm birikimi temelinde çok karmaşık olan ve ancak günümüze doğru belgeleri nispeten ortaya çıkan Ortadoğu uygarlıklarını, özellikle Sümer toplumunu incelemek mümkün olamazdı. Dolayısıyla sağlıklı bir Ortadoğu ve bu bağlamda Kürt ve Kürdistan tarihini çözümlemenin çok sığ ve yanlışlıklarla dolu olması kaçınılmazdı. Milliyetçi ve reel sosyalist tezlerle eklektik bir tarih, toplum ve ulus anlayışına yol açılması da bu nedenlerle doğaldır. Tarih, toplum ve ulus anlayışının soyut ve şematik düzeyde ele alınışı, program ve örgüt yapısına da olduğu gibi yansımak durumundaydı. Başlangıçtaki katılımın gelişmiş bir ulus ve sınıf kişiliğinden yoksunluğu, yoksul köylü kökenliği, pratik-politik deneyimden geçmemiş olması, kadro olarak da cılız bir bileşimi kaçınılmaz kılmaktaydı.
Türkiye soluna hakim olan sosyal şovenizmin Kürt sorununda hakim oluşu, bunun ters ucu olan Kürt ilkel ve burjuva milliyetçiliğinin güçlü etkileri, çıkış koşullarını daha da zorlaştırmaktaydı. Bütün bu ideolojik ve pratik koşulların yanlışlıklarına ve yetersizliğine rağmen, Kürt olgusu ve sorununun yaşadığı büyük boşluk, sınırlı bazı çabalarla güçlü bir doğuş ve gelişmenin yaşanmasına yol açtı. Doğuşu ve gelişiminin gücü ustalıktan ve gelişkin bir örgütsel yapıdan ileri gelmiyordu. Sorunun sahibi yoktu. Sahip çıkış, sınırlı ve özlü çaba, gerekli patlamayı yapabilmiştir. Bu yönüyle peygamber hareketlerine daha çok benzemektedir. İsa’nın on iki havarisinin zorbela bir araya getirildiği bilinmektedir. Çevrede mucize bekleyen yoksullar bulunmaktadır. Buna rağmen tarihin en büyük inanç ve irade hareketi gerçekleşmiştir.
PKK’nin en çok bu havariler hareketine benzemesi, biraz da Ortadoğu’nun genel mistik yapısından ötürüdür. Batı’nın çağdaş örgüt yapıları Ortadoğu için model olamaz. Tarih ve kültürel kimliğin oldukça farklı olması, örgüt ve eylem yapısına da yansıyacaktır. Türkiye’de tarikatçılığın hızlı gelişmesinin bir nedeni de bu özelliklerde gizlidir. Denilebilir ki, PKK bu anlamda yarı modern bir sosyalist yapılanma ile yarı klasik bir Ortadoğu kimlik sentezi olarak vücut bulur. Bir nevi Doğu-Batı sentezinin sembolik ifadesidir. Gücünü de, güçsüzlüğünü de bu sentezden almaktadır. PKK’nin Doğu-Batı sentezinde en ciddi yönü, özgünlüğü ve inançlı yaklaşımıdır. Herhangi dogmatik bir merkeze bağlılığı yoktur. Ucuz hayaller beslememektedir. Dürüst ve cesur insanları esas almaktadır. Hiçbir mensubuna kişisel çıkar, prestij vaat etmemektedir. Doğruya, adalete, güzelliğe kapıları açık ve özgür bırakan bir tutum içindedir. Yaşamda eşitliği ve emeğe saygıyı esas almaktadır. İlerledikçe, toplum asıl bu özellikleri gözleriyle gördükten sonra, örgütlenmeyi sahiplenecektir. Ne dediklerinden çok, nasıl yaşadıkları çok çekici bulunacaktır. İlk gelişme hızını ve karakterini veren bu özelliklerdir.
Fakat esas zayıf yönleri de, bu özelliklerin kendi başına yetmediği ortaya çıktığında kendini gösterecektir. Hareket büyüyüp dar bir grup hareketi olmaktan çıkınca, ciddi yönetim sorunlarıyla pratik sorunların baş göstermesi, yetersizlikleri hızla açığa çıkarıyordu. Tam bu sırada düzen güçlerinin yüklenmesi, bir bakıma çeliğe su verme rolünü oynadı. Bilinen dışarıya çıkış, hem Türkiye-Anadolu, hem de Kürdistan ve Ortadoğu tarihinde önemli bir aşamayı beraberinde getirdi. Dünya dengelerinin şiddetli bir çatışma içinde olduğu bir dönemde Suriye, Filistin, İsrail ve Lübnan’ın koşulları gelişme için fırsat sunuyordu. Ardından patlayan İran Devrimi ve İran-Irak Savaşı ortamı daha da elverişli hale getiriyordu.
Türkiye’deki 12 Eylül darbesine varış koşulları ve darbeyi dışarıda karşılayış, avantaj oluşturuyordu. Doğuşun erken ölümle sonuçlanması veya çok farklı koşullarda başka tür sınırlı bir örgüt gibi kalınması beklenirken, bilinen 15 Ağustos süreci başladı. Bu süreç de başlangıçta sanıldığı gibi çok planlı olmayan, kendiliğinden yönü ağır basan bir atılımdı. Buna rağmen sonuçları büyük oldu. PKK Önderliği ve mensupları başta olmak üzere, kimsenin tahmin etmediği yeni bir gelişim süreci ortaya çıktı.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER