TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (10.BÖLÜM )
a) Kürdistan gerçekliğine devrimci müdahale ve buna karşı hamle: Semir Olayı
Partimizin bilinçli müdahalesiyle Kürdistan’da ortaya çıkan devrimci gelişmeler ve ulusal kurtuluş mücadelesinin boyutlanması, düşmanı tedirgin etmekteydi. Bu kadar önemli sonuçlara yol açan bir devrimci müdahalenin bütün dikkatleri kendi üzerinde yoğunlaştırması kaçınılmazdı. Ne var ki, düşmanın bu devrimci müdahale karşısında başarı elde edemeyeceği de ortadaydı. Güçlü bir akım haline gelen devrimci direnişçilik karşısında eğer bir karşı hamle amaçlanıyorsa, daha ince ve daha örgütlü yöntemlere başvurulacağı açıktı. Kürdistan zemini buna uygundu. Teslimiyet ve uzlaşma kanalları örgütün içine taşırılmak istenmekteydi. Partiyi içerden ve dışardan yıkmaya yönelik bu çabalar hangi dönemde boy verdi? Partimizin önderlik ettiği ulusal kurtuluş mücadelesi yaşamsal önemde bir dönemeçten geçmekteydi. İki yıl boyunca sürdürdüğü yoğun hazırlıklar sonucunda, partimiz ülke pratiğine yöneliyordu. Yaşanan süreç devrimci direnişin yeniden yükseltileceği ve ulusal kurtuluş mücadelesinin boyutlanacağı bir dönemin başlangıcıydı. Bu süreçte yıkıcı çabalar doruğa ulaştı. Devrimci hareketin müdahalesiyle ortaya çıkan gelişmeler içerden ve dışardan geliştirilen çok yönlü saldırılarla boğulmak istendi. Bunlardan birincisi dış saldırılar ve engellemelerdi; doğrudan düşman cephesinden ve reformist milliyetçi oluşumlar tarafından yöneltilen saldırılar ve engellemelerdi. Düşmandan gelen saldırılar herkesçe anlaşılır şeylerdi.
Diğer güçlerin saldırıları ise düşman saldırılarına eşlik ediyordu. Reformist küçük-burjuva milliyetçileri şu anda ideolojik cepheden saldırmaktadır, ancak bu saldırılar giderek politik bir kimlik kazanacaktır. Özgürlük Yolu’nun şefi Kemal Burkay’ın “Devrimcilik mi, terörizm mi? - PKK Üzerine” adlı kitabı bunun en somut kanıtıdır. İkincisi ise partinin içinden gelen saldırılardı. Cezaevlerinde PKK’nin önder kadroları ve savaşçılarının yükselttikleri direnişe karşı teslimiyeti dayatan bu saldırılar, teslimiyeti cezaevlerinin dışına taşırarak, uzlaşma ve teslimiyeti örgüt içine akıtmak ve örgütü içerden bitirmek amacındaydı. Kendiliğinden bile olsa, Kürdistan’ın maddi zemini böyle bir yansıtma için elverişliydi. Kısacası parti dışından gelen engelleyici çabalarla parti içindeki uzlaşıcı tutumlar birlikte ve eşzamanlı olarak harekete geçirilmeye çalışıldı. Bilindiği gibi cezaevlerinde teslimiyet Şahin ve Yıldırım hainleri aracılığıyla dayatılmak istenmişti. Kendi yaşam derdine düşen bu iki hain, direnişçi savaş esiri yoldaşlarımızın katledilmesinde birer piyon olarak kullanılmışlardı. Bunlar sömürgeciler tarafından kendilerine verilen talimat gereği teslimiyeti cezaevinden dışarıya, parti içine de sızdırmak istediler. Sömürgecilerin kendilerine verdikleri söze göre, bunun karşılığında yaşamları bağışlanacaktı. Onlar bunu denetimden uzak ve uzlaşma yanı ağır basan bir alandan başlatmayı uygun görmüşlerdi. Kuşkusuz bunun en uygun zemini de Avrupa olabilirdi.
Bu alanın tercih edilmesinin başka bir nedeni de, Avrupa örgüt biriminin sorumluluğunu yürüten bayın mazisinin de buna uygun olmasıydı. Şahin ve Yıldırım hainlerinin dolaylı veya dolaysız bu unsurla ilişkileri vardı. Anlaşılacağı gibi burada Semir’den söz ediyoruz. Görünüşte Semir’in, gerçekte ise düşmanın dayattığı tartışma platformu işte böyle bir dönemde ortaya çıktı. Partinin dayattığı platform netleştikçe, bu platformun netleşmesi de kaçınılmazdı. Burada belirtilmesi gereken önemli bir husus da, Semir’in kendi platformunu tartışmak istediği tarihe ilişkindir. Onun kendi platformunu tartışmak istediği tarih -ki, bu aynı zamanda Avrupa Parti Konferansı’nın yapılacağı tarihtir- Mayıs ayının sonları ve Haziran’ın başlarına denk düşmektedir. Bu dikkate değer bir husustur. Faşist Türk sömürgecilerinin 25 Mayıs 1983’te Güney Kürdistan’a yönelik saldırısı, görülmekte olan PKK davalarının 40 civarında idam cezasıyla sonuçlanması ve Semir’in platformunu tartışmaya sokması tarihlerinin hemen hepsi 25 Mayıs’a ve Haziran ayının başlarına denk düşmektedir. Bütün bunları tesadüfi olaylar olarak değerlendirmek, kanımızca eksik bir değerlendirme olacaktır. En bilinçsiz bir tarzda yapılsa bile, böyle bir değerlendirmede bulunmak, düşmanın bir dayatmasının oyununa düşmek anlamına gelecektir. Nitekim biraz ilerde Semir’in geçmiş faaliyetlerini kısaca özetlediğimizde, bu girişimlerin düpedüz bir parti yıkıcılığı olduğu açıkça görülecektir. Semir’in tartışmak istediği konular nelerdi? Bu tartışmanın amacı özünde direnme ile teslimiyet arasındaki kesin sınırın kaldırılması, teslimiyetin partiye kabul ettirilmesiydi. Onun tartışmak istediği konuların özü buydu.
Daha sonra bu unsurun Parti Önderliği’ne gönderdiği yazılarda tartışmak istediği konuların parti örgütünün temel taşları olduğu açıkça görülmektedir. Eleştiri süzgecinden geçirmek istediği konular bunlardır. Semir sözünü ettiğimiz yazılarından birinde şunları yazmaktadır: “Bugün benim üzerinde durmaya çalıştığım en genel anlamı ile parti içi örgütlenmenin hazırlanış biçimi adını verdiğim; demokratik merkeziyetçilik, disiplin, parti birliği, eleştiri, kadro eğitimi, parti içi sapmalara karşı mücadele vb. gibi diğer konular diğer bazı nedenlerin yanısıra ‘partileşmeye yabancılaşma’ hastalığından ötürü yeterince halledilememiştir.” (Semir’in 23 Temmuz 1983 tarihli mektubu) İşin ilginç yanı, bu unsur partinin en üst organında yer almasına rağmen, bu konulara ilişkin görüş ayrılıklarını hiçbir suretle açıklamamış, bunları resmi tez haline getirmemiş ve parti toplantılarında bile bütün bu konulara ilişkin tek bir söz söylememiştir. Onun son derece önem arzeden en temel konuları tartışmak istemesinin bizce anlaşılmaz bir yanı yoktur. Neleri amaçladığı son derece açıktır. O ayrıca partinin genelini ilgilendiren ilke düzeyindeki konuları, Parti Önderliği’nin bulunmadığı sorumsuz bir alan olan Avrupa zemininde tartışmaya çalışmıştır. Üstelik bunu Parti Önderliği’nin dışında ve ondan habersiz yapmak istemiştir. Bununla amaçladığı şeyin doğrudan parti yıkıcılığı olduğu kesindir. Bu tasfiyeciliktir. Burada tanıklığı Rus devrimcilerine bırakalım: “Marksist teorinin temellerini sarsıp yıkmayı hedef alan bu eleştirinin ikiyüzlülük derecesi ne kadar arttıysa, parti için taşıdığı tehlike de o ölçüde büyük oldu.
Çünkü bu eleştiri, ikiyüzlülüğü ölçüsünde partiye karşı, devrime karşı gerici güçlerin açmış olduğu genel seferberlikle kaynaşıyordu. Marksizmden ayrılıp uzaklaşmış olan bazı aydınlar, yeni bir din kurmanın zorunlu olduğunu vaazedecek kadar ileri gittiler. (Bunlara ‘tanrı arayıcılar’ ve ‘tanrı kurucular’ deniyordu.)” (Bolşevik Parti Tarihi, s: 129) Evet, 1976-78 döneminde hareketimizin sosyal-şovenizme, ilkel milliyetçiliğe ve küçük-burjuva milliyetçiliğine karşı verdiği mücadeleden, ayrıca sterka sor ve têkoşin gibi akımların ezilmesinden düşmanın dersler çıkaracağı açıktı. Bütün tasfiye çabalarına rağmen, mücadeleden hep başarıyla çıkan PKK pratiğine karşı sonuç almak için, düşmanın çok daha usta ve sinsi biçimde çalışma gereğini duyacağı kuşkusuzdu. Düşman eğer başarılı olmak istiyorsa, 1979’dan itibaren partimize karşı çok daha usta ve çok daha ince bir politikayla ortaya çıkmak zorundaydı. O halde Semir’in kendi ifadesiyle kökenlerini bu yıllara dayandırdığı (parti içi örgütlenmenin hazırlanış biçimine ilişkin) politikayı biraz daha yakından incelemekte yarar görüyoruz. Daha bu yıllardan iti baren PKK’ye ayrı bir yorum, ayrı bir biçim ve içerik kazandırılmak istenmişti. Semir’in “PKK’yi herkes gibi yorumlamak mecburiyetinde değilim” biçimindeki ifadesi bunun açık bir göstergesidir. 1979’dan itibaren PKK’nin direnişçi örgütlülüğüne ve pratiğine doğrudan bir müdahale olayı vardır. Bu aynı zamanda Kürdistan halkının tek kurtuluş umudu olan direnişçi temeldeki partileşme olayına da bir müdahale niteliğini taşımaktadır. Parti yaşamımız açısından, bu gerçekten araştırılmaya ve incelenmeye değer ilginç bir olaydır. Bilindiği gibi 1979’dan itibaren Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin öncüsü olan PKK’nin kuruluş ilanı yapılmıştı.
Böylece Kürdistan’da ilk kez örgütlenmenin bayrağı dalgalandırılarak görülmemiş bir gelişme ortamına giriliyordu. Kitleler PKK’nin açtığı kurtuluş bayrağı altında toplanmaya başlamıştı. Böylece Kürdistan tarihinde ilk kez yeniden dirilmek isteyen bir halkın kendi öz çıkarları doğrultusunda ayağa kalkması güvence altına alınmıştı. Bu, devrimci iradenin ve bilincin şaha kalkışıydı. 1979 yılında parti faaliyeti altına giriş, çok cesurca ve tarihsel anlamı bulunan bir girişti. Bu yıllarda yapılması gereken tek şey, güçlü bir direnişçiliğin ortaya çıkarılıp geliştirilmesiydi. Partileşme olayıyla bu çıkış en soylu bir biçimde yapılmıştı. O halde 1979’daki çıkış karşısında karşı çıkılan, oradan faaliyetlerin şekillendirilmesi gereği duyulan şey nedir? Bayımız bu çıkışın neyini eleştirmektedir? Açık ki, 1979 yılına kadar saflarımızda bir gözlemci gibi hareket eden bu bay, bu tarihten itibaren yavaş yavaş kendi pratiğini yoğunlaştırma gereğini duymuştur. Kürdistan gerçekliğine yapılan devrimci müdahaleye karşı Semir’in ilk pratik hamlesi böyle başlamıştır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER