NASIL YAŞAMALI? II CİLT -162.BÖLÜM
Düşmana Vurabildiğin Kadar Vur
Genelde bu hususları sosyal alana ilişkin belirtiyorum. Sizin güçlenmeniz için hem çok teorik hem çok canlı pratiklerle önemli yaklaşımlar geliştiriyoruz, çünkü bu çok önemli. Yaşamı başka türlü kurtarmak mümkün değil. Ve kendimi sürekli ortaya koyuyorum.
Çünkü şu anda düşmana gücüm, istediğim gibi tam yetmezse, size gücüm tam yetmezse, kendime de gücüm yetmez. Benim her zaman için bir yöntemim budur; düşmana vurabildiğin kadar vur, onda kusur etme. Yine yüklenebildiğin kadar partiye ve halka yüklen. Ama baktın adamlar, deve gibi hendeği atlayamıyorlar, o zaman biraz kendine yönel, kendini koştur. Ben kendimi böyle koşturmasını bilirim. Benim şu anda bütün etkinliğim nedir? Benim bütün etkinliğim, kendimi koşturma gücümden kaynaklanıyor. Zaten hem savaşı hem de onun dönüşümünü başka türlü yürütmem de imkânsız. Neyiniz var ki? Bu toplum, dayanarak savaşacağım ne sundu ki, düşman ne kadar açık bırakıyor ki? Ben onları değerlendireceğim, zaten hepsini korkunç değerlendirmişim. Geriye kendi alanım, kendim kalıyorum. Kendimi de gördüğümüz gibi iyi işletiyorum. Kendime gücümün yetmesi, kendimi terbiye etmem önemli. Ben bir insanım, benim de sizin yaşadığınıza benzer derinleşme ve bunun gibi sorunlarım olabilir. Ama sıkı sıkıya hemen üzerine gidiyorum. Sizin yıllarca mahkûm etmediğiniz bir özelliğinizi ben dakikası dakikasına mahkûm ediyorum. Siz yetmezliği yıllarca gideremiyorsunuz.
Yine sizin bir yaşam tarzı bellediğiniz çirkinliği ben anı anına gideriyorum. Kendi üzerimde durmam, kendimi eğitmem korkunç bir tempoyladır. Bu tempoyu bu kadar şiddetlendirmezsem, sizi terbiye etme gücünü nereden bulacağım. Kesin anlama, kesin kavrama, hani “kaşla göz arası” derler ya, kendini bu kadar büyük bir hızla, zamanında hazırlama var. Böyle yapmazsam sizin bu korkunç hazırlıksızlığınız, yetersizliğiniz bin önderliği çökertir ve götürür, dayanamazlar. Halkçı emeğe bağlı sosyalist tarz bizim tarzımızdır Düşmanla büyük bir boğuşmamız var. Biz bu işe başlarken bile düşmanla sosyal bir ilişki temelinde başladık. Çok zeki olduğum için mi başladım, yoksa düzen çok egemendi de planlı mı yaptı, fazla bilemiyorum. Ama o da olur, öbürü de olur. Bu bir mücadele tarzıdır. Zaten mücadeleyi derinleştirdiğimde şunu görüyorum: Sosyal alanda düşmanla ilgili ne varsa, parti içinde yoğunlaşmış ve büyük bir saldırı gücü halindedir. Yine benim sosyal alana ilişkin ne kadar tasarılarım varsa, bende yoğunlaşmış ve amansız saldırı halindedir.
Başlangıçta böyle olmasını yadırgamamak için söylüyorum. Bu tesadüf değil, mücadele tarzımızdan dolayıdır. Bu konuda benim oluşum tarzımı incelemek gerekir. Eğer kitaplardan, genel değerlendirmelerden fazla anlamıyorsanız, daha pratik, daha somut bir örnek olarak benim durumumu inceleyin. Size bazı verileri sundum, saygılı olun ve inceleyin. Zaten kendimi açtıkça açıyorum, gizli kapalı hiçbir yanımı bırakmıyorum. Bu başlı başına büyük bir imkândır. Hiçbir önderlik kendini böyle açmaz. Benim gibi kendini biraz kabul ettirmiş kişilikler, kendi tarzları da olsa, benim gibi olmaz, ama sonuçta onlar çok resmi, çok bastırmacıdırlar. İçimizde bile resmi ve bastırmacılar var. Bunlar çok üstten hükmetmeyi esas alırlar. Hiç aşağıdan almazlar. Benim tarzım bunun zıddıdır. Böyle oluşumları egemen-sömürücü sınıfın tarzı olarak değerlendiririm ve kolay kolay benimsemem.
Benimsemem şurada kalsın, boyun bile eğmem. Halkçı, emeğe bağlı sosyalist tarz bizim tarzımızdır. Bu tarz hâlâ sonuçlanmış değildir. Yedi yaşındaki çocuk gibiyim. Hatta o zamanki eğitimlerimi sürdürüyorum. Çocukluk özlemlerine, yaşam tarzına ihanet etmemek benim en temel bir özelliğimdir. Bu basit bir şey değildir. Bunun anlamı nedir? Yedi yaşından itibaren toplumsal egemenlik ilkesi, her türlü sömürücü, baskıcı sınıfın, düzenin dayatmaları o kişiyi, o çocuğu bastırır ve ne kadar saf, doğal istemleri varsa ortadan kaldırır. Aslında daha o dönemde özgür kalmak isteyenin aleyhine savaş kapatılmıştır. Bir insan, doğal olarak hiçbir zaman kötülükte ısrar etmez. Bir çocuk hep güzellik ister, hep sevgiden, hep onurludan yanadır. Kötülükler toplum tarafından çok erkenden dayatılmıştır. Tabii onun da arkasında her türlü sömürücü, baskıcı sınıfın izleri vardır. Benim de kendime esas aldığım böyle bastırmayı kabul etmeyen bir kişiliktir. O günden bugüne kadar ben bunu başardığımı söyleyebilirim.
Aslında çok ilginç bir tarzdır. Kaç önder bunu ne kadar yaptı, incelemeye değer. Kendimi de çok beğendiğimi söylemiyorum, fakat biraz böyle kalabildim. Ben sizlere sıkça bebek diyorum. Ama biraz da bebekliğine savaşacaksınız. Düzen temelinde büyütülmenize izin vermiyorum, benim istediğim temelde de siz büyüyemiyorsunuz. Bu anlamda da bir büyüklüğünüz yok. Peki, geriye ne kalır? Düşmana göre büyümenize fırsat vermediğime göre ve kendim de istediğim gibi sizi büyütemediğime göre siz bir bebek gibi kalacaksınız. Nitekim bizde yığınla otuz-kırk yaşındaki bebekler var. Bebekliği aşmalarını çok istiyorum. Bu bir gelişim olayıdır. Savaşta bu saydığım bütün özellikler düşmanı yenme ve toplumu aşma sorunudur. Buna güç yetirirseniz bebeklikten kurtulursunuz, delikanlı olursunuz. Aşamazsanız cüceleşirsiniz, ölürsünüz. Raşitizm hastalığının bünyeyi emmesi gibi, savaşta yaşanan erken düşmeler, savaşı geliştirmemeler bebeklikte çakılıp kalmaktan ileri geliyor. Ama düşmana göre büyümektense böyle bebek gibi kalmak belki tercih edilebilir.
Çünkü bir ihtimal büyüyebilirsiniz. Benimki biraz daha farklı; ben ne bir bebeğe benziyorum ne de düşmana göre büyümüşüm. Dikkat ederseniz, hiç kimsenin anladığı, sandığı gibi bir yaşam içinde değilim. Bu da tartışmaya açık. Sizlerle bir yoldaşlık tartışması içindeyim. Hatta yedi yaşındaki çocuk tartışmaları içinde de bulunabilirim. Ne istiyorduk o zamanlar, bunu tartışalım. Olmadıysa, on beşinde, varsanız yirmi beşinde ve isterseniz yetmişinde de varım, ben tartışmaya hazırım. Yetmiş yaşındaki bir militanımız benden ne isteyebilir onu anlamaya, kavramaya hazırım. Çocuklar da geliyor, onlarla da ilgileniyorum. Şu anda benim çocuklarla anlaştığım kadar büyüklerle anlaşamadığımı herkes bilir. Çocukların ne müthiş arkadaşım olduklarını biliyorsunuz. Neden? Çünkü doğam onların doğasına çok benzer.
Çünkü onların özlemlerine ters düşmediğim gibi, en iyi koruyan, gözeten kişi konumundayım. Çocukların bana bağlılıklarını siz kendiliğinden mi sanıyorsunuz? Hayır. Aslında çocuklar zekilikten anlarlar. Bu da bir bağlılık. Bir orduları bile var ve bence düşmanın en bastıramadığı ordu. İhtiyarlar da biraz öyle. Şu anda ihtiyarlar ordusu da anlamlı bir gelişme içindedir. Son zamanlarda düşman onlardan da çoklarını katletti. İyi anlamak gerekiyor. Şimdi bütün bunlar, yeniliklerin ne denli olduğunu ortaya koyuyor.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER