SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (224.BÖLÜM)
c- Cumhuriyetin Yeniden Yapılanma ve Kürt Sorununun Demokratik Çözüm Dönemi
Türkiye’de yaşanan 2000’li yıllar bunalımının devlet, toplum ve siyasi yapıların demokratikleşmesiyle aşılabileceğine ilişkin genel bir konsensüs oluşmuş durumdadır. Ne yeniden bir gerginlik, ne de milliyetçi söylemlerle birlik ve beraberlik, dönemin beklentisini yansıtmıyor. Halk milliyetçi sloganlar kadar demagojik çatışmacı yaklaşımları da benimsemiyor. Demokratik sistem altında, hukuk devletiyle birlikte yolsuzluklardan arınmış, enflasyondan kurtulmuş, işsizliği çözebilen, adaletli paylaşımı gözetleyen bir ekonomik düzen istiyor. Tarihi özlemi olan barış, özgürlük ve adalet istiyor. Yeni dönemin karakteri bu değerlerle şekillenecektir. Bunun için yeni bir anayasa gerekmektedir. Bu anayasanın açığa çıkmış halk iradesini esas alması, demokratikliği açısından şarttır.
Demokratik bir siyasi partiler ve seçim yasası, siyasetin demokratik bir yapı kazanması için zorunludur. Anayasa, devleti demokratikleştirirken, siyasi partiler ve seçim yasaları siyaseti demokratikleştirir. Yasalarla güvenceye kavuşturulmuş sivil toplum kuruluşları ise, toplumun demokratikleşmesinin en temel araçlarıdır. Düşünsel ve kültürel tam ifade özgürlüğü güvenceye alındığında, temel insan hakları da işlerliğe kavuşmuş olacaktır. İktidara yürümek isteyen her siyasi hareket, ancak bu demokratikleşme projesine gerçekten bağlı olduğunda kazanma şansına sahiptir. Genel eğilim, her geçen gün artan oranda kendini bu yönlü yansıtmaktadır. Bu yapısal gelişmelerin olabilmesi zihniyet devrimini gerektirmektedir. Herkesin ‘ben de değiştim’ demesi, zihniyet devriminin ilerlediğini göstermektedir.
Türkiye’nin devlet ve toplum olarak önündeki süreci Demokratik Türkiye olarak kavramlaştırmak gerçekçidir. Cumhuriyetin birinci dönemi kuruluş, reformlar ve korunma nedeniyle otoriter cumhuriyet dönemi (1920-1950); ikinci dönem, üst tabakaların dar bir kesiminin ortak ve keyfi yönetimi olarak oligarşik cumhuriyet dönemi (1950-2000); yeni dönem olarak, halkın iradesinin demokratik işleyiş temelinde yansıması anlamına gelen demokratik cumhuriyet dönemi, içine girdiğimiz süreçtir. Zihniyet ve kurumlaşma olarak, yoğun bir toplumsal hareketlilik temelinde oluşmaktadır. Kürt sorununun demokratik çözümü hem bu sürecin temel nedeni, hem de tamamlayanıdır. Cumhuriyetin ilk iki dönemi, kuruluşta stratejik bir müttefik olduğu halde, milliyetçilik ve isyanlar nedeniyle Kürtlerin dışlanması ve inkarıyla geçmiştir. Halbuki ulusal kurtuluşun önderi Mustafa Kemal, hareketi organize ederken Kürtler ve Türkleri etle tırnak gibi birbirine muhtaç iki stratejik müttefik olarak ilan etmişti. Feodal önderlikli isyanların Kürtlerin inkarı için kullanılması, cumhuriyetin en talihsiz olayıdır; onun sakat kalmasına yol açmış ve kuruluş mantığına ters düşmüştür.
Olgunun ve sorunun inkarı varlığını ortadan kaldıramadığı gibi, daha da ağırlaşarak gündeme girmesini önleyememiştir. Sürekli korku üretmiş, bu da Cumhuriyetin katılaşmasına götürmüş ve demokratikleşmesini önlemiştir. Milliyetçiliğin şovenliğe varması, tarihi gerçeklerin görülmesini engellemiştir. Kürtler, ilgili bölümlerde de konulduğu gibi, Anadolu’da yükselen Türk güçlenmesinin Doğu’daki temel dayanağıdır. Bu dayanağı çekip alındığında, Anadolu’daki Türklük tek başına ayakta zor durur. Tarihin tüm kritik dönemlerinde bu gerçeklik görülmüştür. Tarih Anadolu’ya girişte, 1071’deki Malazgirt zaferinin Kürtler olmaksızın mümkün olamayacağını kanıtlamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir Ortadoğu gücü haline gelmesi de, Kürt beyliklerinin 1514’teki Çaldıran Savaşı’na katılmasıyla kazanılan zafer sayesinde mümkün olabilmiştir.
Mustafa Kemal’in birçok demeci ve emri, Kürtler olmaksızın ulusal kurtuluş savaşının kazanılamayacağını göstermektedir. Çok sayıda olay ve gelişme Kürtlerin varlığıyla Türlerin lehine sonuç vermiştir. Bu gerçekler ortadayken Kürtleri yok saymak, aslında baltayı kendi ayağına vurmak demektir. Şovenizmin körleştirici etkisi buradadır. Etle tırnak gibi hem ihtiyaç duyulan bir müttefik olarak gerekli görmek, sonradan ihtiyaç kalmayınca yok saymak, cumhuriyetin en olumsuz politikası olmuştur. Bu yaklaşım kendi kendine darbe vurmaktan öteye bir sonuç vermemiştir.
Beklenen asimilasyon gerçekleşmediği gibi, günümüz teknolojisi ve iletişim bu tür yöntemlerin artık geçersiz olduğunu kesin olarak ortaya koymuştur. Bu vesileyle Kürt olgusundan duyulan korkunun geçersizliğine ilişkin bazı kavramlara açıklık getirmek önem taşımaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER