SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIGA CİLT II (183.BÖLÜM)
Bu yönetim biçimi Osmanlı İmparatorluğu döneminde daha da resmileştirilerek 300 yıl sürdürülmüştür. Bu dönem 16. yüzyıldan 19. yüzyılın başlangıcına kadar özgün bir biçimde en çok Kürt beylikleri ve aşiret reisleri için geliştirilip onanmıştır. Böylelikle Sümerlerden beri düzenin ruhuna bağlı kalınmakta ve her dönem kendi özgünlüklerini ekleyerek sürdürmek en uygun yol bellenmektedir. Ortaçağdan günümüze kadar oluşturulan ve hep etkili kılınan Kürt feodalitesini çözümlemek, olup biteni anlamak açısından büyük önem taşımaktadır.
Genel karakteri kadar özgün yönleri, oluşum ve sürdürülme yöntemleri, kimlere nasıl çıkar sağladığı, halktan neler götürdüğü, zihniyet ve ruhsal yaşamı ne tür etkilediği, iradeyi ve ahlakı nasıl alçattığı, halkın tarihsel kimliği ve kültüründe hangi tahribatlar ve aşınmalara yol açtığı, yabancılaşmayı ne kadar derinleştirdiği, ekonomik, sosyal ve siyasal olarak da daha ileri ve zengin olanakları nasıl engellediği tüm yönleriyle çözümlendikçe, büyük bir aydınlanma sağlanmış olacaktır.
Dolayısıyla doğru ve ileriye yönelik bir politikleşme ve demokratik biçimlenmenin yolu açılacaktır. Bu görevin bir türlü yerine getirilmediğini önemle belirtmek gerekir. Kürt üst tabakası politik zeminini hiçbir zaman tartışmamış ve özeleştiriye açmamıştır. Bunun altında bin yıllarca sürmüş lanetli bir çıkarlar dünyasının gizli olduğunu, bunun açığa çıkmasının büyük bir ihanet ve suçlamaya konu teşkil edeceğini çok iyi bildiğinden; kim kendi çıkarlarına uygunsa, hiçbir insani ilkeye bağlılığı göz önüne getirmeden, gerektiğinde en faşist, en karanlık ve yok edici güçlerle ittifak etmeyi, halkı karanlıkta bırakmayı ve ilerici oluşum ve gelişmeleri yok etmeyi, gözünü kırpmadan bunun gereklerini yerine getirmeyi en uygun politika bellemekte; uğursuz ve lanetli tarihi sürdürmekten asla vazgeçmemektedir.
Kürt ve Kürdistan kavramlaştırılmaları, ortaçağın payına düşmektedir. Arap egemenlik döneminde Kürtlerin politik kavramlaştırılması yeni bir biçim altında gelişme sağlamıştır. Devlet kurumlarıyla daha yoğun tanışan Kürtler, sözcük dağarcığını kurumların adlandırılmasıyla zenginleştirmişlerdir. Fakat bu süreç yoğun bir yabancılaşma ve asimilasyonla birlikte yürümüştür. Aslında devlet ve yönetim modellerini daha çok Farslar ve Bizanslardan alan Araplar, bunu hızla özümseyerek Araplaştırmışlardır. Ardından ulaştıkları her yere Araplaştırmayı taşıtmayı ve özümsetmeyi bir ayrıcalık olarak sunmuşlardır. Arap dil ve kültürü, eski Sümer kutsallığının yerine geçmiştir. Bu dil ve kültürü bilmek ve yaşamak, egemenlik ve yükselmek için temel eğitim konusudur. Arap egemenlik çağı aynı zamanda Arap dil ve kültürünün egemenlik çağıdır.
Aslında bu kültür ve dil eklektiktir, dıştan alınmadır. Fakat uyarlamayı başarıyla yapmaları üstünlüğüne yol açmıştır. Çöl kökenliliği öz kazandırmaya fazla imkan vermez. Bunun yanında Kürt dil ve kültürü daha zengindir. Binlerce yıllık uygarlık birikimlerini özümsemiştir. Bütün neolitik dönemin ve ilkçağın özelliklerini tanımakta ve yaşamaktadır. Doğal bir bilgelik, bu kültürün sonucudur. Yine İbrahimi ve Zerdüşti gelenek de bu kültürel birikimin ürünü olarak görülmelidir. Arapların yaptığı ve üstün yönleri, bu zengin kültürü kendi çöl kalıpları içine doldurmak ve çok güçlü bir gelenek haline getirdikleri ticari ruh ve zihniyetle bunu herkese pazarlamak olmuştur.
Semitik kökenli ticaret gücü bunu ileri düzeyde bir birikim haline getirmiştir. Yahudiliğin dünya çapındaki ticari ve mali üstünlüğü bu gelenekten ileri gelmektedir. Araplar bu geleneğin en son kabileleri olarak İslamiyet’le büyük bir hamleyi gerçekleştirme ustalığını göstermişlerdir. Bilindiği üzere, ticaret kültürü ucuz elde etmeyi ve pahalı kılarak satmayı en temel ustalık konusu haline getirmiştir. İslam dininin kendisi bir ticaret zihniyeti ve dini, yani vicdanıdır. Bunu ortaçağda pazarlamaları, ticari geleneğin şahane bir başarısıdır. İslamiyet ve yol açtığı uygarlık, tüccar sınıfının bir zaferidir.
Hz. Muhammed’in büyük bir maharetle tüm geçmiş çağlarının kazanımlarını kendi zihniyet ve ahlak potasında eritip insanlığa İslamiyet diye sunması, bu ticaret kimliğinin deha düzeyine çıkmış bir biçimidir. Unutmamak gerekir ki, Hz. Muhammed tüccar Hatice’nin ilişkileri ortamında kendini bulmuş ve İslamiyet’e ilk olarak Hatice’yle birlikte iman etmiş bir ikilidir. Ortadoğu’da ticaret olgusu ne kadar doğru çözümlenir ve tarih içindeki gelişimi ortaya konursa, tek tanrılı dinlerin, bu arada İslam’ın gerçeği de o denli doğru bir izaha kavuşur. Toprak, ticaret ve zanaatçılık Ortadoğu’da yükselen tüm uygarlığın temelindeki üç sihirli kelimedir.
Bu üç kelimenin anlamı yetkince çözümlendiğinde, insanlık tarihi en büyük aydınlanmayı sağlayacaktır. İslami politikayı anlatırken, bu tarihsel arka cepheyi özenle çözmek, bunun ışığı altında İslam ortaçağını değerlendirmek büyük önem taşımaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER