SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II ( 262.BÖLÜM)
Bir elemanımıza mal olan yapay bir nişanlanma, süreç için tam bir provokasyondu. Kürt inadı veya namusu da diyebileceğim tortu özellikler, beni vazgeçmemeye zorladı. Yapay nişanı bozdurup, işi bilinen resmi evlilikle sonuçlandırdım. Yıl 1978’di. Ardından Diyarbekir’e ilk uçuşla inme, aynı yılın sonlarında resmi PKK ilanı için Fis Köyü Toplantısı gerçekleşti. Duygusallık ve dogmatizmi soruna kurban ediyordum. Beklenen bir zafer değil, sorunun kendini daha da büyüterek tanıtma merasimleriydi. Ama yine de çok önemliydi. Acaba devlet uyuyor muydu? Bu konu çok tartışıldı. Uğur Mumcu tam da bu konuyu aydınlatma iddiasıyla kitap yazmaya başladığı andan kısa bir süre sonra bir komploya kurban gitti. Kitapla konu arasındaki ilişki hiç anlaşılamayacaktı. Kesire’nin babası Ali Yıldırım tecrübeli bir devlet hizmetçisiydi.
Hatırlayabildiğim kadarıyla 1985’lerde şöyle dediğini gazetede görmüştüm: “Biz kızı devlete yakınlaştırmak için vermeye razı olduk.” Ama bu tek başına devlet yaklaşımını izah etmeye yetmeyebilir. Olayın tarihi önemi şudur: Önderlik, ailecilik ve komplo, tarihin kritik bir döneminde gündeme giriyordu. Normalde bir özel aile ilişkisi olarak bakılması gereken bir ilişki, giderek gelişen bir sosyal, siyasal ve örgütsel krize dönüşüyordu. Diyarbakır’daki bir yıla yakın süreç cehennem gibi gelmişti. Ortada iki eş arasında ilişki şurada kalsın, bir kadının hiç anlaşılamayacak, ancak surattan okumayı bilenleri hep tahrik edecek dayanılması güç gösterisi vardı. Büyük şehit Mehmet Hayri Durmuş, bu dönemde bir gün bu ilişki biçimine tanık olmuştu. Yanında Cemil Bayık da vardı. Çıkardıkları sonuç, “Böyle yapmaya hakkı olmaz” biçimindeydi. ‘Ortadan kaldıralım’ gibi bir eğilime girdiklerini sonradan anlatacaklar. Kemal Pir aynı duruma Beyrut’ta tanık olacak ve şehadete giderken, “Bu kadının yaptıkları yanına bırakılmasın” anlamında bir vasiyeti bile olduğu söylenecekti. Doğruydu.
Normal bir erkeğin 24 saat dayanamayacağı bir ilişkiyi, arkadaşlarımdan tanık olan çoğunun kahretmesine rağmen, 1987’lere kadar taşıyacaktım. Kesire ne kadar bilinçli veya dolaylı devlettir, bunu da kolay öğrenemeyeceğiz. Fakat önemli olan burası da değildir. Devlet adına kadınlığını pozitif de kullanabilirdi. Genellikle uygulanan yöntem de budur. Fakat objektif olarak bana dayatılan ‘ya teslim ol, ya başına her şey gelecek’ havasıdır. ‘Başına gelecektir’ havası, daha çok bu çıldırtma anlamında söylenmektedir. Yoksa çok sonraları ayrılık günlerine yakın bir dönemde söylediği “Korkma zehirletmem” anlamında değerlendirmiyorum. Belki tuhaf gelebilir, ama Kürt diyalektiğini derinden anlamak isteyenler için, bu kapandan kurtulma öyle sanıldığı kadar kolay değildir. Öldürülmesi çok kolaydı, fakat çözümleyici olmazdı. İster objektif, ister sübjektif anlamda olsun bir devlet dayatması olsa bile, sorunu şiddetle çözmek, oyuna düşmek olurdu.
Tüm tahriklerine rağmen, ne kadar dayanılsa grup ve PKK için o kadar gerekli olduğuna inanıyordum. Tarihe bakıldığında, tüm önderlik deneyimlerinin ailecilikten şiddetle etkilendikleri görülecektir. İlk ve ortaçağlarda bu çok yaygın bir husustur. Kürtlerde ise daha ölümcül bir rol oynamıştır. Sosyolojik bir kurum olarak aile, Kürt erkeğini en erken yaşta, 15-20 yaşları arasında yakalayıp etkisizleştiren bir canavar gibidir. İster ebeveynler düzeyinde ister eşler düzeyinde bu ilişkiye yakalananlardan pek hayır bırakılmadığı bilinmektedir. Vaktinin ve enerjisinin neredeyse tümünü bu soruna yatırır. Sonuç; yarı çıldırma, delilik, sosyal ve siyasal yönden anlamlı bir kişilik olmaktan çıkmadır. Bu işin genel yönüdür. Kürt sosyal ve kültürel denizinin bireyi yutan anaforudur. Daha üst düzeyde devleti, siyaseti ilgilendiren sahada adım attın mı, Enkidu tarzı kemende yakalandın demektir.
Kadının rolü, hiç sübjektif olmasına gerek kalmadan, en değme bilinçli ajanı geride bırakan bir düşürme aracıdır. Ta Sümerlerden beri rahiplerin devlet düzeninde kadın, erkeği düzene, siyasete ve devlete bağlayan en temel ehil varlıktır. Enkidu’nun nasıl terbiye edildiğini unutmazsak, düzenin özünü anlamış olacağız. Benim olayımda Kesire tek başına devleti oynuyordu. Objektif olarak değerlendirdiğimizde, devlet ve yarı feodal burjuva aile ilişkisinden güç almış bir kadın-ağaydı. Öyle sıradan biri değil, çok üst düzeyde erkeği oynatabilecek özelliklerin çoğuna sahipti. Hiç devlet için gerekmeyebilir. Bir kadın-ağa olarak, öyle bizim gibi basit köylü parçalarını yutacak bir kadın olmayacağı açıktı. Kendini pahalıya satmaktan da öteye, egemenlik tutkusundan ve zevkinden vazgeçmek niyetinde olmaması doğaldır. Zaten sınıf karakteri gereği Kürt’le devlet arasında oynayan bir kurumdan geldiği için, iki tarafı da kullanmaya, objektif bir tarzda olmak kaydıyla açıktı.
Önderlik pozisyonundan kolay vazgeçmeyeceği beklenebilirdi. Bu yaklaşım biraz daha gerçekçi olabilir. İyi çalışan bir militan olarak beni avucunda tutsa, kendisi için önemli imkanlara yol açabilirdi. Büyük ihtimalle evlilik etiketi bu amaçla hesaplanmış olabilir. Çizgisinde ölümüne yürüyecekti. Grubu ağır tahrik ederek, PKK’nin doğuşunu bir kabusa dönüştürerek, beni de doğduğuma pişman ederek, rolünü sonuna kadar oynayacaktı. Ulusal işbirlikçi sınıf tavrını bir yılan soğukluğu içinde sonuna kadar büyük bir inatla sürdürdü.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER