TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (73.BÖLÜM)
1981 yılına geldiğimizde, güçlerimizin ancak bir kesimini bulunduğumuz eğitim alanına çekebildik. Bu güçlerimize biraz da “kılıç artıkları” diyebiliriz. Burada toplandık, sorunlarımızı çözüme kavuşturduk, yapımızı tekrar netleştirdik. Bu çalışmamız neye karşı yapılıyordu? Meğer bazıları yurt dışına çıkışımızı bir kaçıştan ibaret görüyorlardı. Daha sonra şehit düşen değerli direnişçi yoldaşlarımız vardı. Bunlardan Bedran (Mehmet Sevgat) yoldaş, o döneme ilişkin bir yazısında, “Parti Önderliği ülkeye yöneleceğimizi ve direnişi yükselteceğimizi anlatırken, biz arkasından gülüyorduk” diye yazıyordu. Kısacası, her şey olup bitti, ne ülkeye yönelme olacak, ne de gelişme sağlanacak yaklaşımı vardı. Halkın içinde bulunduğu durum da buydu. Eski olan ve birazcık iş yapmış militanlarımızın içine düştüğü durum böyleydi.
I. Konferans ve II. Kongre’nin anlamı ve amacı, yurt dışına çıkışı bir kaçış durumuna dönüştürmek isteyenlerin tutumlarını engellemek, ülkeye yeniden yürüme kararlılığını geliştirmek, bunun için eğitimi yoğunlaştırmak ve gerekli bütün çabayı harcamaktı. Nitekim, bilindiği gibi kaçış eylemi kesildi. Bazıları kendilerini tanınmaz hale getirdi. Provokasyonun temellerini atanlar, bu alanda ve hem de yanıbaşımızda gizliden gizliye faaliyet yürüttüler. Bunun ürünlerini alarak Avrupa’ya çıkma fırsatını bulduklarında, işi partiyi yerle bir etmeye kadar götürdüler. Bu, düşmanın bilinçli olarak kullandığı bir provokasyon oluyordu. Bunlar Hakkari’de bir tek kişinin bile sağ kalmayacağını belirtiyorlardı. Bunu kendi ifadelerine açıkça geçirdiler.
Bütün güçlerini, ülkeye yönelmemizi engelleme üzerinde yoğunlaştırdılar. Zindanlarda da, ihanet yolunu seçenler, “PKK nasıl doğduysa, öyle yerin dibine gömmeliyiz” diyorlardı. İçerden ve dışardan bu biçimde imha edilmemizi amaçlayan güçlere ve kaçış eğilimlerine, dolayısıyla son tahlilde TC ile PKK’yi bütünleştirme anlamına gelen çabalara karşı kararlılığımızı ortaya koyduk. Parti yaşamı bir kez daha devam edecekti; parti ülkeye dönerek yaşamaya devam edecekti. Bunlar bizim için ölüm kalım anlarıydı. Halk ve ulus olarak ayakta kalıp kalamayacağımız, gerçekten de bu adıma bağlıydı. Zindanlarda PKK’yi savunup savunmamak, bir anlamda Kürdistan halkını savunup savunmamaktı. PKK’yi savunmak, Kürt halkının var olmasına karar vermekti. Bu zeminde de PKK’yi savunmak ve ülkeye yönelimi geliştirmek, sadece PKK’nin varlığını veya yokluğunu ilgilendirmiyordu. Bu, gerçekte Kürt halkının varolup olmayacağına karar vermekti. Biz bu kararı verdik. Bütün gücümüzü ortaya koyarak kararımızı uygulamak istedik. Bu dönemde engellemeler çoktu. Provokasyon kendisini müthiş bir biçimde dayatıyordu. Sinsice ve alçakça ağacın kökünü oymaya çalışan kurtçuklar ve çürütücü öğeler epeyce çoktu. Buna rağmen ülkeye ve direnişe yöneldik.
Yurt içinden ve yurt dışından gelişen bütün engellemelere rağmen, hazırlıklarımız aslında 15 Ağustos Atılımı’ndan kırk kat daha fazlasını yapmaya elverişliydi. İçerdeki engellemeler olmasaydı, kırk adet Eruh baskınını kırk kez daha başarıyla gerçekleştirebilecek durumdaydık. Ama kendilerine birincil derecede görev verilenler, buna gereken önemi vermediler. Partinin hazırladığı bazı savaşçılar, ciddi bir takviye gücüyle taktiği rayına oturtmaktan çok, kendiliğinden ses veren bazı eylemler yaptılar. Eruh 70 kişiyle basıldığında, ilçenin altı üstüne getirilirdi. Benzer eylemler ardarda beş on yerde daha da yapılabilirdi. Kapasitemiz buna uygundu. Yine de bu partinin hazırladığı bir eylemdi. Yine tarihsel bir aşamayı ifade eden bir eylem biçimiydi. Bu eylemi başından sonuna kadar biz hazırladık. Öbürleri daha sonra şöyle veya böyle yöneticilik yaptıklarını söylemiş olsalar da, bu doğru değildi. Bazıları daha ilk günde bu eylemlerin yarattığı kazanımların üzerine oturmuşlardı.
Ne idüğü belirsiz yerel işbirlikçilerle anlaşmalı bir biçimde, parti içinde yer edinmişlerdi. Kör Cemal pratiğinde görüldüğü gibi, daha o zaman bu kazanımların üzerine yatanlar vardı.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER