SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II -349.BÖLÜM
Kutsallık kavramımız habire genişliyor. Haklıdır da. Çünkü insanlık, bu gıdaları yetiştirmenin yol ve yöntemleriyle büyütülüyor, geliştiriliyor ve sürdürülüyor. Dünün hayvana benzeyen avcısı ve toplayıcısından, üreten insanına geçiş yapmak kolay değil. Bu, olağanüstü ve büyüleyici bir devrimdir. Bu gerçeklik kutsanıyor, tanrılaştırılıyor.
Demek ki, tanrılaştırılmanın temelinde kutsallıkla aynı anlama gelen gıda var. Gıda tanrıları, yararlarından ötürü, insanın kimlik verdiği tanrılardır. Dostları gibi, en yakınları olan kimliklerdir. Henüz insanı ezmeyen, hep onlara gıda olup kendilerini sunan tanrıçalar döneminin, doğuran ve besleyen tanrıları dönemidir. Kutsallık, bu tanrılara mahsus oluyor. Yani en temel gıdalar gerçeğine kutsallık bahşediliyor. Bu tanrıların yalanı ve baskısı yoktur. Bu tanrıların anası da ana tanrıçadır. Tanrıların gerçeği ve tarihi böyledir.
Çok açık; temelinde insan emeği olan, en vazgeçilmez ihtiyaçları gideren kutsal gıdalara kimlik olan, öyle anlam kazanan kutsal tanrılardır. Urfa’nın etrafı bu kutsallıklarla dolu olduğu için, tanrısallıklarla dolu sayılmış oluyor. Kutsal Urfa’nın kendisi böyle oluyor. Daha sonra Sümerler bu tanrıları aldılar. Rahip tapınağında sınıflı toplumun tanrıları haline getirdiler. Göklere taşıdılar, anlaşılmaz kıldılar. Vuran, cezalandıran, tufan yağdıran tanrılar haline getirdiler.
Bunlar, yükselen sınıfın kendisidir, bu sınıfın kendini tanrılaştırmasıdır. Bu, tarihin ve insanlık bilincinin ilk defa en büyük tecavüze, işgale uğramasıdır. Yalanın, baskının ve kötü kaderin ağlarını örmesinin başlangıcıdır. Yalanın ve zulmün tanrılaştırılmasının başlangıcıdır. Halbuki ana tanrıçanın tanrıları yanı başındaydılar. Üretken ve dost idiler. Baskı ve yalanı hiç bilmiyorlardı. Rahip tapınaklarında, hem de yazılı olarak yalancı ve cezalandırıcı tanrılar işte böyle yaratılıp göğe salındılar. Ondan sonra da yüceleştirildikçe yüceleştirildiler. Abartıldılar, doksan dokuz sıfatla yüklendiler. Büyüyen, cezalandıran, sömüren, çalışmadan gasp eden efendiler sınıfı ve onun mensupları böyle tanrılaştırıldılar. Sümer rahipleri bu işi çok açık yaptılar; yani yaptıkları işin bu olduğunu anlamamız için, kafa karıştıran felsefe ve bilime başvurmadan, mitolojik olarak söylenti biçiminde yaptılar.
Daha sonra egemen sınıf kurumlaştıkça, dünya benim dedikçe, tanrıları da ‘ezelden geldik, ebede gidiyoruz’ katına, unvanına kavuşacaklar. Çünkü efendiler, kesin ve en büyük gerçektir! Tıpkı tanrılarının kesin ve en büyük gerçek olmaları gibi; kendilerini böyle kılıp kölelerine dayatmaları gibi. Urfalı diye bilinen Hz. İbrahim’in bu büyük ve zorbacı yalana karşı tavrı, anlamlı ve gerçek kutsallık içeriklidir. İbrahim, “Bu putlar tanrı olamazlar, en büyüğü en temelleridir” der. Nemrut “yok” deyince, O da şunu söyler: “O zaman ben putları kırmadım, büyük put kırdı.” Nemrut’u tuzağa düşürmüş olur. Bu savaş ideolojiktir. Halkın tanrı düzeni ile, köleci sınıfın, Nemrutların tanrı düzeni arasında çatışma vardır. İbrahim’in tek tanrısı, halkın varlığını ve birliğini, daha doğrusu kabilelerin bir ve var olmalarını ifade eder. Putlaştırılmaktan kurtulması, açık yalanın gücüne karşı bir tavırdır. Soyut ve genelleşmiş bir tanrı kavramı, o dönem için çok düşündürücü, birleştirici ve ilerleticidir. Kutsallık daha dolaylı bir hal alıyor.
Allah’a mahsus olarak, kutsallığın alanı daraltılıyor. Ama yine de temelinde halkın birliği ve gücü var. Urfa’nın bu ikinci aşamadaki kutsallıklarına, sınıf tanrılaştırmalarına karşı çıkan hamlesine ‘İbrahimi kutsallık’ , peygambersel kutsallık deniliyor. Dönemine göre direnmeci ve ilerici bir kutsallaştırmadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER