SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (161.BÖLÜM)
İlk ve ortaçağların ideolojik örtüleriyle Kürt olgusunu doğru tanımlamak mümkün değildir. Özellikle alanın çok yönlü ve çok amaçlı işgale konu teşkil etmesi, halkı hakkında en olmadık ifade biçimlerine, dini ve mitolojik yorumlara yol açması kaçınılmaz olacaktır. Bu gerçeklik, Kürtlerin kendilerini dini ve mitolojik açıdan da olsa yeterince izah edememelerinin temel nedenidir. Çıplak işgal ve sömürü, ideolojik savunmayı da son derece güçleştirmiş bulunmaktadır. Kürtler adeta kendilerini olduğu gibi ele almayı tanrının ve kutsal devletin emirlerine karşı çıkmak gibi görüp, körce bir bağnazlığın içine girecek kadar düşürülmüş bulunmaktadır. İnkarcılık, bu tarihsel zemin üzerinde yükselmiştir. Bilimsel yaklaşımın ilk sahipleri, Avrupa uygarlığına dayalı olarak ortaya çıkmışlardı.
Bilim uğruna yürütülen büyük savaşımın sonucu olarak cesaret kazanan bilim adamları, en tabu konuları bile incelemeye almaktan çekinmediklerinden, tabulu bir konu olarak Kürt konusuna da bu yönlü bir yaklaşım kaçınılmaz olmuştur. Bunda şüphesiz yerleşik siyasi çıkarlar esas rol oynamıştır. Kürt olgusunun aydınlatılması birçok yerel, ulusal ve uluslararası çıkarı boşa çıkaracağından, yasaklı bir alan olarak tutulmasından ve bilimsel izaha kavuşturulmamasından çıkar umulmuş; baskıyla bu çıkarlar sürdürülmek istenmiştir. Bu nedenle zihinlerde yaratılan korku ve çıkarlardan yoksun bırakılmak, Kürt konusunu adeta sahipsiz bırakmış; ya da en kaba inkarlar veya çıkarlarına göre şöyle bizdendir biçimindeki demagojik yaklaşımlar hakim kılınmak istenmiştir. Halen de bu durumun tümüyle aşıldığı söylenemez.
2- İdeolojik yaklaşımlara egemen olan olumsuz yaklaşımlar kendi zıddına yol açmakta, sanki her dönemde geçerli bir Kürt gerçekliği varmış gibi yaklaşılmaktadır. Hatta güçlü, direngen, kafa tutan, başarmış bir Kürtlük idealize edilmektedir. Bu hususlar milliyetçi yaklaşımlar için daha geçerlidir. Toplumsal felsefeleri metafizik olunca, bu tarz yaklaşımlar mevcut gerçekliği daha da karmaşıklaştırmaktadır. Sanki tanrının bir defasında ol demesiyle oluşmuş bir gerçeklik söz konusudur. Beraberinde birçok yanlışa yol açan bu tutum idealizme düşmekte ve pratik sonuçlarıyla yıkıcı olmaktadır. Olduğundan farklı olgu yorumları politika ve eylem çizgisine yansıyınca birer ucube olup çıkmaktadır. Halbuki toplumlar hakkında en kaba evrimci modeller bile gelişme aşamalarını ortaya koymuşlardır. Hiçbir toplumun temelinde saflık ve birden olup bitme yoktur. Toplumların uzun zaman ve geniş mekan koşullarında diyalektik bir gelişmeyle gerçeklik kazandıkları, artık bir varsayım da olmayıp bilimsel bir sonuçtur. Mühim olan herhangi bir toplumun mekan ve zaman koşulunu dönemlere ayırarak, her dönemin özgün koşulları içinde kıyaslamalar yaparak olgunun en gelişkin bilgisine ulaşmaktır. Her olgu için geçerli olan bu yöntemle doğruya en yakın bilgilenmelere ulaşmak bilimsel yaklaşımın bir gereğidir.
Çözümlenemeyecek, tanımlanamayacak bir olgu düşünülemez. Bu konuda ne yeni icatlara, ne de yanlışlığı kanıtlanmış yöntemlerde ısrara gerek vardır. Mütevazı bir çabayla doğru bir diyalektik tarihsel yaklaşım, eldeki olguya ilişkin sınırlı gözlemlerle bile bizleri doğruya en yakın bilgilendirmelere sahip kılacaktır. Bu açıdan bakınca, Kürt olgusunun genel evrim çizgisindeki özgünlüğü de daha iyi anlaşılmaktadır. Toplumlar neolitik döneme kadar birbirine benzemekte; en çok yüzlere varmayan gruplar halinde, av peşinde ve toplayıcılıkla geçindikleri bilinmektedir. Diller ve kültürler sınırlı bir gelişime sahip olup, yeni yeni farklılaşmaya başlamaktadır. Bu aşamada herhangi bir topluluğu diğerinden üstün tutmak mümkün değildir. Neolitik toplum tarihin şafak vaktine denk düşmektedir. Neolitiği oluşturan toplumun tarihi başlatmadaki rolü açıktır. Yapılan tüm arkeolojik ve etimolojik çözümlemeler, bu toplumun halen Kürtlerin yerleşik olduğu sahada yaratıldığına dair kuşku bırakmamaktadır. Demek ki, Kürt olgusu açısından en önemli bir tespit, neolitiği geliştiren ve yaşayan toplumsal varlıkların en eskisi olmalarıdır. Bu tespit çok önemlidir.
Çünkü neolitik toplumun genel özellikleri bilindiğine göre, bunun yaratıcısı olan Kürt atalarını ve analarını tanımlamak daha kolay ve önemli olmaktadır. En eski ve yaratıcı halklar kategorisinde birinci sıraya yerleşmek önemli bir özgünlüktür ve sonuçları tarihe beşikliktir. Tüm veriler de bu gerçekliği doğrulamaktadır. Benzer biçimde, köleci ve feodal çağ çözümlemeleri her topluluğun konumunu yakından belirlediğinden, bu dönemin Kürt özelliklerini ve yeni gelişmeleri de haliyle gösterecektir. Kendine göre sınıflaşma, siyasallaşma, alt ve üst yapı kurumlaşmaları toplumu daha gelişkin kılacaktır. Şartları gereği, Kürtler bu dönemlerin yaratıcılıklarını sınırlı da olsa olgunlaştırmışlardır. Önemli olan, sağlam gözlemlerle bu olguları doğru zaman ve mekan koşullarında tespit edip, ona göre tanımlamak ve varsayımlar geliştirmektir. Kapitalist çağın, genel olarak toplumları aşiret ve kavim topluluklarından çıkararak ulusal pazar, ortak bir dil ve kültür etrafında uluslaştırdığı, gözlemlenen genel bir doğrudur. Varolan her toplum bu koşullar altında uluslaşabilmekte; ya bizzat ya da çeşitli yakın örneklerle birleşerek, farklı uluslaşmalar doğmaktadır. Uluslaşma sürecine katılmayan çok az topluluk kalmakta, bu da zorunlu fiziki engeller yüzünden olmaktadır.
Bu genel doğrunun Kürtler için de işlemesi kaçınılmazdır. Kürtlerin önünde bu doğrultuda üç seçenek bulunmaktadır: Kürtler ya saf bir uluslaşmayı yaşayacaklar; ya da siyasi ve askeri zor nedeniyle uluslaşmaları bu yolla mümkün olmazsa, ikinci seçenek olarak, içinde yaşadıkları devletin hakim ulusuyla adeta yeniden bir üst kimlik olarak ortak bir ulus teşkil etmeye zemin olacaklardır. Ağırlıklı olarak yaşanan budur. Bu yol da başarılı olmazsa, isyancı kesim dışında, zorunlu bir asimilasyonla eriyerek tümüyle başkalaşıma uğrayıp yok olacaklardır. Çağın gerekleri açısından bu pek olası olmadığına göre, şu veya bu biçimde bir ulusal olgu haline gelmeleri kaçınılmazdır. Görüldüğü üzere, önceden güçlü bir ulus, kavim, hatta saf aşiret yoktur. Süreç içinde karmaşık yapılanmalarla dönüşüm daha belirleyici olmaktadır. Adından tutalım olgunun kendisine kadar, bu evrim süreklidir. İlk adlandırmaların uygarlıkta başlatıcı olan Sümerler tarafından yapıldığı iyi bilinmektedir. Kürt kelimesinin bile Sümer kaynaklı olduğu güçlü bir olasılıktır. ‘Kur’ Sümer dilinde dağ demektir; ‘ti’ eki aidiyeti ifade etmektedir.
Dolayısıyla ‘Kurti’, dağlılar anlamına gelmektedir. Şimdi de Kürtlere genelde dağlı halk denildiği bilinmektedir. Türkler, dağlı Kürt demektedirler. Siyasi açıdan da Kürt olgusunu yorumlamak zor değildir. İdeolojik, dogmatik yaklaşıma göre tarih sahibi olabilmek için illa devlet kurmak gerekmektedir. Halbuki siyaset ve devlet olgusuna bakıldığında hiçbir devletin saf bir ırkın, kavmin veya ulusun devleti olmadığı, devleti birçok kavmin ve ulusun egemen sınıflarının birlikte kurdukları, birbirine devrettikleri veya ayırdıkları iyi bilinmektedir. Devleti halklar veya uluslar değil, egemen ve sömürücü sınıflar kurarlar. Başkaları ele geçirir, değiştirir veya ayırırlar. Tarih böylece sürüp gelir. Ama idealist yaklaşıma göre, tarihe en iyi sahip olmak için illa devlet kurmak veya devlete sahip olmak en temel şartlardandır. Halbuki tarihsel gerçeklik böyle bir durumun ancak iyi bir idealist yaklaşım olabileceğini, fakat gerçeğin böyle olamayacağını doğrulamaktadır. Dolayısıyla Kürtler için tarihi kendilerinin olan bir devletle başlatmak, son derece idealisttir ve gerçeklerle uyuşmamaktadır. Hiçbir halk için böylesine salt bir siyasi yaklaşım söz konusu olmamaktadır.
Ağırlığı olan, kendi egemen ve sömürücülerinin bu tür devletlerin hakim hanedanını veya sınıfını teşkil etmeleridir. Aşiretin, halkın, ulusun devleti bir safsatadır. Kürtlerde ağırlıklı yaşanan, kendi egemenleri ve sömürücülerinin sahip oldukları bir devletten ziyade, başka etnik kökenden hanedanlar veya sınıfların hakim oldukları devletlere ortak olmaktan, en kötü uşaklığa kadar giden bir siyasi tarihin resmiyet kazanmasıdır. Halk ve aşiretler olarak dış işgale ve kendi işbirlikçilerine karşı yoğun isyanları yaşamaları da siyasi tarihinin diğer bir özelliğidir. Kaldı ki halklar için tarih yalnız siyasi alanla sınırlı değildir. Ekonomiden diplomasiye, sosyal alandan siyaset ve hukuka, genel kültür tarihinden genel toplumsal evrime kadar birçok süreci iç içe ifade etmektedir. Bu süreçlerin hepsi diyalektik tarihsel bir bağ içinde halkların ve toplumların bütünlüklü tarihsel gelişmelerini ifade etmektedir. Tek bir süreçle tarihi ifade etmek son derece yanlıştır. Siyasi yönden gelişmemiş olmak, kültürel anlamda da gelişmemek demek değildir.
Örneğin Yahudiler ancak son elli yıl içinde siyasi olarak kendilerine özgü bir devlete sahip olabildiler. Ama entelektüel, dini, mali ve ticari olarak neredeyse dünyanın egemen gücü gibidirler. Hatta düne kadar yerleşik bir konumları da yoktu. Fakat bundan Yahudiler tarihsizdir sonucunu çıkarmak büyük bir yanılgıdır. Yine etnik tarih başlı başına bir olgudur. Kültürel tarih, en kapsamlı tarih anlamına gelmektedir. İdealist ve tek boyutlu yaklaşımlar, olgusal düzeyde olduğu kadar tarih konusunda da Kürtler konusunda büyük yanlışlara yol açmıştır. Bilimsel bir tarih yaklaşımı, Kürtlerin genel özellikler kadar kendi özgünlükleri içinde de son derece renkli, çarpıcı bir tarihe sahip olduğunu gösterecektir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER