NASIL YAŞAMALI? II CİLT - 171.BÖLÜM
“Ruhunuz büyük duyacak. Özgürlüğü duyacak, toprağı duyacak.”
Nasıl Savaşmalı?
Nasıl Yaşamalı?”dan “Nasıl Savaşmalı?”ya geçiş yapıyoruz. Yaşam gerçeğini tanımayanların en çok zorlanacakları bir husus da yaşam için gereken savaşı verme bilincini, yüreğini ve tarzını göstermeleridir. Yaşamda büyük çözümsüzlüğü yaşayanların, savaş gibi bilinçle, örgütle ve günü gününe taktiklerle yürütülmesi gereken bir sanatı, kolayca sökecekleri, gerekeni yapacakları söylenemez. Yaşam büyük bir sorun. Onun savaşımı daha da sorunlarla yüklü olarak önümüzde durmaktadır. Yağmurdan kurtulmaya çalışırken, doluya tutulmak gibi bir durumla karşı karşıyayız. Yaşam sorunlarından kurtulmak için devrim, devrimci savaş bir araçtır. Devrimci yaşamın kendisi müthiş bir olay, olağanüstü bir yaşamı gerektirdiği gibi, dayanabilmek ve hatta ilerleyebilmek, bu yaşam gerçekliğimizde kimsenin yaklaşmak bile istemediği bir durum oluyor. Yaşamdan duyulan öfkenin, düşmana yöneltilmesini geliştirdik.
Fakat şu anda içine girdiğiniz bu kutsal savaşımı öyle tanınmaz hale getirdiniz ki, büyük öfkeyi sizlere yöneltmemek mümkün değil. “Nasıl Yaşamalı?” sorusuna biraz cevap vermeyi geliştirirken, bunun kenarından bile geçemeyenler nasıl savaşacak? Hâlbuki savaş bize ne kadar gerekli ve bu bitmiş, tükenmiş kişiliğinizin tek diriltici aracı, ilacıyken; bununla nasıl kendinizi öldürüyorsunuz, dersek yerindedir. Savaşı vermezsek yaşamın kenarından bile geçemeyiz. Savaşı vermeye çalışıyoruz, ama en büyük engeli, yine sizler teşkil ediyorsunuz. Ne bir kültürü var ne bir kişiliği var.
Her gün kendime soruyorum: O zaman bunlar kendilerini ne yapacak, hiç mi kendilerine saygıları yok, bunların hiç mi böyle peşine takıldıkları bir amaçları yok, bunlar kendilerini ne sanıyorlar? Düşmanınıza gücünüz yetmeyince, yaşayabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Düşmana karşı yürümemek için bin bir kılıf uyduran kişilikler kendilerini bu değerlendirme içinde ölçüp-biçsinler. Bin bir yalanla kendini aldatmaktan, hep düşmana karşı başarılı yürümemenin bahanelerini aramaktan başka bir şey yapabiliyor musunuz? Acaba düşmanı tanıyor musunuz? Ona karşı yürüme duyarlılığını gösteriyor musunuz? İkirciksiz, aldatmasız, bunalımsız, oldukça iddialı, özverili bunu yapabiliyor musunuz? “Ben kimim, neyim? Neye karşı şekilleneceğim, neye karşı kişilik bulacağım?” Kendini doğal koşulların en aptallaştırıcı etkisine bırakan, ilkel kabileler, aşiretler gibi, istikameti belli olmayan, esen her rüzgâra göre çark eden, her şeye “kaderdir” deyip geçen veya bir fırsatını buldu mu, “yaşam budur” deyip kendini aldatan basit bir yaşam peşinde koşuluyor. Günümüzün iddialı insanı olmanın çok ötesinde, hep kaybeden, köleliğin kölesi, düşmüşün düşmüşü, tükenmişin tükenmişini oynayan bir rolü kendinize yakıştırıyorsunuz. Bahanesi de “çok bunaldım, tıkandım, yüzeysel kaldım.” Öyle kelimeler kullanıyorsunuz ki, son zamanlarda artık başıma tokmak gibi iniyor. Yaşamı bu kelimelerle anlamsızlaştırdıkça anlamsızlaştırıyorsunuz. İnsan birtakım temel yaşam gereklerine göre kendine çekidüzen vermeyi bilmelidir. Yaşamın maddi altyapı koşulları, üstyapı koşulları vardır.
Yaşamın üretim ilişkileri, üretim güçleri vardır. Üretim güçleri, yaşamın maddi olanaklarını ortaya çıkaran topraktır, insanın emeğidir. Üretim ilişkileri bunların ne kadarına sahip olduğundur. Ne kadar toprak sevdiğin ne kadar emek, ürün sahibi olduğun, ne kadar paylaştırdığındır. Bunun bir de üstyapısı var, yani hukuku, siyaseti, askerliği. Zaten bunlar da üretim ilişkilerini korur. Bunlardan da hiç haber yok. Siyaset çok gerekli, hukuk çok gerekli, hele askerlik günümüzde her halk için gereklidir. Bunlardan da haber yok. Ve “Ben yaşamak istiyorum” diyor. En ucube, en anlaşılmaz söz. Üretim ilişkilerinden haberi yok, üretimin üstyapısından, hukukundan, siyasetinden, askeri şiddetinden haberi yok ve “gel keyfim gel, yaşamak istiyorum” diyor. Şimdi sizler bunu oynuyorsunuz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER