SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (188.BÖLÜM)
Kürtler halk olarak bu süreçte derin tahribatlar ve yıkımları yaşamışlardır. Karakteri gereği aşiret reisliği, beylik ve şeyhlik kurumları, dar aile çıkarlarıyla sınırlı bir ufka sahiptir. Aileleri üzerinde oynandı mı, her tür istismara açık olup, beklenmedik isyanlarla teslimiyetleri iç içe yaşamaktan çekinmez veya kurtulamazlar. Bu önderlikler eliyle girilen ilişkiler, esas itibariyle bu tarz benzer sonuçları halka dayatmayı, böylelikle alçaltmayı bir kural haline getirmişlerdir. Kurtuluş, özgürlük, başka halklarla kardeşçe ve onurluca birlikte yaşama, bu tarz önderliklerin kurumsal gerçeğinde yoktur. Orada şahsın ve ailenin dar çıkarları için isyan, teslimiyet ve uşakça hizmet yazılıdır. Bu adeta genetik bir özellik haline gelmiştir. Semitik kökenli grupların Kürt kökenli boylarla ilişkilerinin tarihi çok eskidir.
Bu ilişkilerin M.Ö 3000’lere, yazılı tarihe kadar vardığı kanıtlanabilmektedir. Semitik gruplar bir bakıma çölün cennet hali olarak değerlendirilen dağ, ova, su ve yeşilin birlikte adı olan bu coğrafyaya sürekli akmak istemişlerdir. Bu gerçeklik çöl kökenli Semitik kabilelerle Aryen kökenli dağ aşiretleri ve kabilelerinin binlerce yıl devam eden kavgalarının maddi temelini de ortaya koymaktadır. Sümer şehir kavgalarında da aslında bu iki köken ittifaklarıyla birlikte sürekli devrededir. M.Ö 3000’lerde yazılı olarak tespit edilen Hurrit ve Amorit kökenli kabileler bu geleneğin bir devamı olarak aynı rolü sürdürmektedirler. İbrahimi gelenek, iki köken ve kültürün üst tabakaya, köleci devlete karşı bir ittifakı, bir sentezi olarak daha değişik bir biçimde karşımıza çıkmaktadır. Bir tür ilk kültürler arası ortaklaşa deneyim olarak, her iki kültür tarafından benimsenmektedir.
Son bilimsel araştırmalar bu gerçeği de gün geçtikçe daha çok doğrulamaktadır. Peygamberlik kurumunun aşiret ve kabile üstü algılanması, tüm etnik gruplardan taraftar bulması ve benimsenmesi, bu ana özelliğiyle bağlantılıdır. Kavme ve kabilelere özgü tanrı anlayışına karşıtlık temelinde ortaya çıkması, yine tanrı-kral anlayışına karşı çıkıp evrensel bir düşünce ve inancın tohumunu atması, anlam bulmasına ve gelişim sağlamasına yol açmıştır. Daha sonraki Babil ve Asur saldırıları ilkçağ köleci devlet sistemine dayalıdır ve çok acımasızdır. Bu dönemde Kürt aşiretlerinin direnişi birçok federasyon, konfederasyon ve merkezi devlet düzeyine kadar taşınmıştır. Hurriler, Mitanniler, Nairiler, Urartular ve en son Medler bu gerçeği art arda dönemler halinde temsil etmişlerdir. Persler döneminde de en güçlü satraplık (eyalet yönetimi) olarak Medya’yı görmekteyiz.
Bölgede ikinci sırada bir öneme haizdir. İskender’den sonra Helen ve Med-Pers kültürünün sentezi olarak doğan Komagene Krallığı, M.Ö 250-M.S 250 döneminde 500 yıllık önemli bir aşamayı teşkil etmektedir. Bu dönemde Roma valilerinin etkisi de belirleyici olmakla birlikte, yerel otoriteler siyasi varlıklarını önemli oranda korumaktadır. Bunlardan biri de aynı tarihlerde Urfa merkezli Asur ve Kürt gruplarının etkili olduğu Abgar Krallığı’dır. Bu dönemde Asurca’dan miras kalan Aramice dil ve kültürü Ortadoğu çapında bir etkinliğe sahiptir; enternasyonal dil ve kültür hüviyetindedir. İsa’dan sonra Hıristiyanlığın Doğu kanadı hızlı bir gelişme gösterir. Aramice bir tür Hıristiyanlığın doğuş dilidir. Hıristiyanlık Kürtler ve Asuriler arasında yayılır; resmi Sasani Zerdüştlüğüne karşı üstünlük kazanır. Asurilerle Kürtler birbirlerine daha da yakınlaşırlar. Hıristiyanlık bunda olumlu rol oynar. Kuzeyde de buna benzer bir yakınlık Kürtler ve Ermeniler arasında kurulur. Yukarı Mezopotamya yeni inancın güçlü bir merkezi olur.
Özellikle Nesturi patrikler, Grek felsefesinden de yararlanarak, düşünce hayatında ileri bir rol oynarlar. Manicilik bu ortamda doğar. Benzer bir yayılmayı Hindistan merkezli Budizm yapar. Budizm’in etkileri Mezopotamya’ya kadar yayılır. Mani, başta Zerdüşt geleneğinin olumlu mirası olmak üzere, tüm bu inanç ve düşünce biçimlerinden bir sentez oluşturarak, barışı esas alan bir dünya kardeşlik inancı ve ahlakını hakim kılmaya çalışır. Manicilik, İslamiyet öncesi en güçlü çıkış durumundadır. Arap hakimiyeti bu zengin miras üzerinde kurulduğunda, bir nevi barbarların Roma uygarlığına karşı oynadığı rolü oynar. Araplar askeri olarak güçlü olmakla birlikte, kültürel yönden zayıftırlar. Bu eksikliği yoğun kültürel asimilasyonla giderirler. Yönetim ve ticarete hakim olmaları, hızla zenginleşmelerine ve yeni kent merkezlerini kurmalarına yol açar. Gelişen Arapça eski Akadca ve Aramice’nin yerini tutar. Arapça, siyasetin ve diplomasinin dilidir. Kuran onunla ‘indiği’ için kutsallık kazanır. Yerel dil ve kültürler karşısında üstünlük sağlar. Tüm dil ve kültürlerin arasına Arapça etkiler karışır. Hakim tabakaların ortak konuşma, eğitim, kültür ve bilim dili olarak, yavaşlayarak da olsa, günümüze kadar bu etkinliğini sürdürür. Arap hakim sınıflarının politik egemenliği ise, denetim Türk bey ve sultanlıklarının eline geçinceye, M.S 12. yüzyıla kadar devam eder. Kürtler üzerinde Arapların politik ve kültürel etkileri ileri düzeye varır.
Özellikle üst tabakalar yarı yarıya Araplaşırlar. Kendilerini Arap ve peygamber kökenli göstermeye özel bir önem verirler. Halktan kopma ve milli inkar, bu dönemde de geleneksel olarak gelişmeye devam eder. Bu dönem, özüne yabancılaşmanın yoğunlaştığı bir dönemdir. Yabancı kökenli sınıflaşma ve yabancılaşma birlikte gelişir. Bununla birlikte halkın dil ve kültüründe uluslaşma doğrultusunda gelişmeler de, başka bir önemli eğilim olarak kendi kanalında ilerler.
Farklı dinsel gelişmeler halklar arasında Avrupa’da olduğu kadar düşmanlığa yol açmaz. Bunda geleneksel kültürel yakınlık etkili olur. İnançlar arası düşmanlığı esas olarak üst tabaka haline gelmek isteyen mirler, aşiret reisleri, şeyhler ve mezhep ileri gelenleri körüklerler.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER