SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (209.BÖLÜM)
Benim kişisel görüş olarak belirtmek istediğim; adı ne konulursa konulsun, sadece kapitalizme karşı değil, tüm klasik devletçi sınıflı toplum varoluşlarına karşı, neolitik toplumu çözümlemeyi esas almanın daha doğru ve emekçilerin dünyasına götürecek bir ideolojik sistemi doğurabileceği hususudur; Sümer sınıflı toplumuna ve ardından gelen tüm sınıflı toplumlara dayalı uygarlık sistemine karşı, neolitik toplumda tüm çağlardan daha derinliğine yaşanan eşitçi ve özgürlükçü toplum yapısının gelişen bilimsel-teknik temelde ekonomik, sosyal, demokratik ve ideolojik olarak yeniden biçimlendirilmesidir. Bu ana tanımlama çerçevesinde sosyalist toplumun özelliklerini sıraladığımızda, şöyle bir sıralama kaçınılmazdır: Sosyalist toplum, ideolojik olarak bilimsel gelişmeyi esas alır. Tekniğin toplumun eşitlikçi, özgürlükçü ve doğayla uyumlu kullanımı hem temel moral ilkedir hem de hukuk kurallarıyla tam denetim altına alınmasını şart kılar. Tekniğe karşı ekonomik ilke değil, moral ilke ve hukuk düzenlemesi öncelik taşır.
Hiçbir ekonomik çıkar, toplumun eşitlik, özgürlük ve doğayla uyumlu dengesini zorla bozmayan ilkesinden daha öncelikli ve değerli olamaz. Önemli olan, bilim ve tekniği toplumun hayati çıkarları altında bulunduracak biçimin kesintisiz kılavuzluğudur. Bu amaca yanıt veren ideolojik biçimin, en yüce organ olarak zihniyet ve ruh dünyasına gönülden ve kutsalca yol göstermesi esastır. Yeni ahlakın, dinin rolü bu çerçevede oynanacaktır. Bu amaca bağlı olunduğu oranda, tüm düşünce ve inanç değerlerine saygıyla davranılacaktır. Bu ideolojik biçim, bilimsel düşünceyle özgür ahlakı birlikte temsil eden bir önceliğe ve değere sahiptir. Bireysel özgürlükle toplumsal esenlik en uygun optimalını bu ideolojik çerçevede bulur. Diğer bir deyişle toplumun özgürlük düzeyiyle bireysel özgürleşme, en başarılı sentezini bu ideolojik biçim altında gerçekleştirebilir. Reel sosyalizm ve komünal küçük topluluklar da dahil, biri lehine diğerini feda eden tüm toplum sistemlerinin eleştirisi temelinde, doğru olanın optimal birlik veya sentezi yakalanmalıdır.
Sosyalist toplum, eski toplumu ve devleti aşma sorununu zora dayalı ve emekçi diktatörlükleri biçiminde ortaya koyamaz. Saldırgan sömürüyü ve güç kazanmayı esas alan her tür zor, emekçilerin ideolojik bakış açılarında yer alamaz. Karşıdaki en kaba zora dayalı bir devlet de olsa, onu zorla yıkmayı esas alma bu ideolojik sistemle çelişir. Bu temel ilke, ‘mevcut devleti esas alalım, ona teslim olalım’ anlamına gelmez. Tersine onu aşmayı temel ilke olarak kabul eder. Bu devletin tüm anlayış ve uygulamalarına karşı mücadele ilkesini de esas alır. Fakat yöntemi zorla, zor örgütüyle yıkma değil, meşru savunma duruşu ve hareketliliğiyle boşa çıkarma biçiminde karşı koymayı temel strateji olarak benimser.
Meşru savunmayı evrensel hukukun bir gereği, temel ilkesi sayar. Eğer baskıları cana kastetme düzeyine varmışsa, en doğal insan haklarını tanımıyorsa, halkın kültürel haklarını zorla bastırıyor ve inkar ediyorsa, bu haklarını kullanmakta kararlı olan toplumsal güçleri bastırıp mahkum ediyorsa; evrensel hukukun gereklerine uymayan hukuk dışı devlete ve onun zor uygulamalarına karşı, silahlı biçimi de dahil, halk savunma birlikleri ve savaş sanatının tüm inceliklerine göre içte ve dışta geniş bir meşru savunma düzeni uygulamaya geçirilir. Bunu bir anayasal hak olarak görmek; eğer mevcut anayasada bu hak yoksa, bu eksikliği anayasaya yerleştirmeyi başarıncaya kadar savaşımı sürdürmek, meşru savunma anlayışının zorunlu bir gereğidir. Eğer mevcut devlet hukuk devletini, temel insan haklarını ve demokratik siyaset ölçülerini esas alıyorsa, tabii ki meşru savunma silahlı şiddet biçimini alamaz; alırsa, bu gayri meşru olur ve ideolojik değerini kaybeder. Birçok devrim örgütü ve reel sosyalist devlet, her ne kadar anavatanı savunma ve devrimi koruma adı altında meşru savunma anlayışına atıf yapıyorsa da, işlettikleri zor sisteminin bu anlayışla ilgisi olmadığı, hatta en terörize edilmiş sistem olduğu kanıtlanmıştır.
Meşru savunmanın vazgeçilmez bir ilkesi de, terörist devlet modeliyle uzlaşmamasıdır. Terörist devletle belki taktik gereği her koşulda silahlı olarak savaşılmaz. Ama uzlaşma veya ona teslimiyetin de ilkesel olarak reddedilmesi şarttır. Dolayısıyla siyasal alana ilişkin ilke, demokratik toplum, siyaset ve devlettir. Buradaki devletin klasik devletten farkı açıktır. Demokratik devlet; evrensel hukuk çerçevesine bağlı, demokratik siyaset kanalları sürekli mevcut olan, demokratik toplumun kuruluşuna ve her türlü sivil toplum kuruluşlarına imkan veren devlettir. Bu ölçülere uymadığında veya zorladığında, bu ölçüleri tutturuncaya kadar meşru savunma stratejisine bağlı halk savunma birliklerinin ve savaş taktiklerinin rollerini oynaması gerektiği açıktır ve vazgeçilmez ilke değerindedir. Dikkat edilirse, bu siyasi anlayış içinde devleti yıkma veya ayrı bir devlet yaratma esas alınmıyor. Varolan devletin demokratik hukuk devletine özde ve biçimde ulaştırılması hedefleniyor. Siyasi sınırları değil, içini dönüştürmeyi hedef alıyor.
Eğer meşru savunma durumu yoksa, siyaset demokratik kurallar içinde belirlenecektir. Haklar demokratik mücadeleyle kazanılacaktır. Hakların inkarı ve demokratik kuralların engellemesi halinde, meşru savunmanın silahlı olanı dahil her biçimiyle sonuç alınmaya çalışılacaktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER