SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (247.BÖLÜM)
2- PKK’NİN YAŞADIĞI KOMPLO GERÇEKLİĞİ
Toplumsal temeli olan örgütlenmeler eğer kökenlerine inançlı ve bilinçli oturmaya başlarsa, o toplumun tarihi bir kez daha dirilir ve olanca ilişki ve çelişkileriyle yeni koşullar altında hayat bulmaya çalışır. Bu anlamda her örgütlenme toplumsal bir müdahaledir. Çıktığı dönemde öncelikle mevcut tüm yaşam formlarını sorgular ve yargılar. Geçerliliği olanlarla yeni formlar yaratmak üzere birleşirken, yaşam şansı olmayan formlarla kıyasıya ve çok yönlü bir mücadeleye girişir. Mücadele ideolojik boyuttan şiddet boyutuna kayıp birçok alanı kapsayabilir. Süreç bir ölüm kalım süreci olduğundan, özellikle çıkış koşullarında acılı ve kanlı geçmesi kaçınılmazdır. Yıpratıcı bir savaşım sonunda neyin yaşam kabiliyetinde olduğu, neyin olmadığı netleşmeye kavuşur. Devrimci zamanlar denilen bu dönemlerde eğer mücadele yeterli derinlikte ve doğru biçimlerde verilmişse, yıkılması gereken yanlar genel olarak aşılmıştır. Geriye toplumun yenilenme süreci başlar. Bu dönem en kritik bir an olup, doğru kestirilmesi büyük önem taşır. Tarihin en trajik hataları ve dolayısıyla yenilgileri de bu anda gerçekleşir.
Bir dönemin kurallarını aynen sürdürmek, yeni dönem koşullarına yanıt vermemek; bir nevi marjinalleşme, gerici tarikatlaşma olarak yansıma bulur. Devrimci örgüt bile bu durumda olumlu yanıt oluşturamazsa, aynı marjinalleşme, tarikatlaşma biçimine dönüşmekten kurtulamaz. Bütün bu süreçler, toplumun tarih boyunca yaşadığı gerçeklerin yeniden çok şiddetli ve anlık bir zaman aralığında kahramanlık ve alçaklığıyla, doğruluk ve komplocu saptırmalarıyla, güzellik ve çirkinlikleriyle bir kez daha adeta mezarından uyanıp dile gelmesi anlamını da taşımaktadır. Toplumsal müdahalelere ilişkin bu genel tanımlama, Ortadoğu toplumsal gerçekliğinde daha özgün niteliksel ifadelerle tamamlanmak durumundadır.
Avrupa kapitalist uygarlığının örgütsel biçimlenişlerini olduğu gibi bu topluma taşımak, kökenle buluşmama ve kaynaşmama sakıncasını taşır. Her toprağın her ürünü kaldıramaması gibi, her kültür de farklı alan kültürlerin ürünlerini kaldırmayabilir. Aktarma, ekme ve verim elde etme, birçok özgünlüğü hesaba katma ve gerekenin yerine getirilmesi halinde mümkün olur. Değerlendirmemizin kapsamında da anlaşıldığı gibi, Ortadoğu toplumu çok farklı alaşımdan yapılmış bir madde gibidir: Dünya kültürünün kökü olduğu halde, son bin yıldan itibaren yaratıcılığı bitmiş bir kültür. Yaratıcılık rolü bu kökenin belirlemesi altında Avrupa’ya taşınmaktadır. Yorgun topraklar, kültürler adeta yarı ölü, derin bir uykuya yatmış gibidir.
Avrupa ise, özellikle 1500’lerden itibaren, sanki dünya kendisi ile başlıyormuş gibi kendini beğenmiş, benmerkezli bir tutumla başını alıp gitmektedir. Kendine göre yeni cennet ve cehennemler yaratmaktadır. Ata değerini takdir edemeyen yeni yetme toy delikanlılar misali Ortadoğu kökenini tanımadığı gibi, hor görme ve hatta kötüleme kampanyasından geri durmamaktadır. Avrupa kendini doğurup kurumlaştırdıkça ve dünyaya yayıp egemen kıldıkça, herkese bu realiteyi olduğu gibi kabul etme görevinin düştüğünü hesaplıyordu. Dünyanın tüm diğer yöreleri için bu görüş geçerli olabilirdi. Ama Ortadoğu toplumları için olduğu gibi yürümesi zordu. Cüceleşmiş de olsalar, uygarlık yaratıcıları halen yerindeydiler. Tümüyle öldürülseler bile, her tarafa sinmiş kültürleri kendi özgünlüğünü dayatacaktı. Bölgeye dalga dalga yüklenen Avrupa istediği hakimiyeti sağlayamayacaktı. Kırılmak, parçalanmak ve böylelikle alan kültürünün gücünü hesaplamaktan kurtulamayacaktı. Ortadoğu, yaşayan toplumun ekonomik, sosyal, siyasal ve askeri gücüyle direnmiyordu veya dirense de herhangi bir başarı şansı yoktu. Direnen, eski uygarlığın ve kültürün adeta genetik özellik kazanmış öğeleriydi.
Aynı sonuç reel sosyalist sistemin yayılması için de geçerli olacaktı. Avrupa’nın sağı ve soluyla Ortadoğu’ya yüklenmesi başarısızlığa uğramaktan kurtulamayacaktı. Ortada Ortadoğu’nun da herhangi bir zaferi, başarısı yoktur. Ama bir Japonya ve Çin olamadığı gibi, bir Afrika, Avustralya ve Güney Amerika olacak hali de bulunmamaktadır. Tek başardığı, orijinalitesinin var olduğunu, istese bile bundan kurtulamayacağını itiraf etmesiydi. Arap - İsrail, İran-Irak Savaşı ve Kürtlerle herkesin mücadelesi bu itiraf gerçekliğinin değişik nüanslarıydı. Avrupai kültürün tüm biçimlenişlerinde olduğu gibi, sağ-sol siyasal ve ideolojik kültürünün Ortadoğu’ya yayılması da çok silik ve verimsiz kalırken, bu etkiye tepki biçiminde gelişen ve daha çok ortaçağ feodal İslam’ını kapitalist kavramlarla karıştırarak yanıt olmak isteyen İslamcılık türevleri de özgün bir yanıt olmaktan hayli uzak kalacaklardı. Olup biten, daha çok kısır döngülü, basit taklit olmaktan öteye gidemiyordu.
Özgün olmak, Batı uygarlık tezlerinin antitezlerini oluşturmak gerekli olmakla birlikte, yeni bir yaratıcılığı zorunlu kılacaktı. Bütün bu süreçlerin komplolar yatağı topraklarda kapitalizmin en hileli işbirlikçileriyle ittifakının hayli karışık, tanımlanması zor, dost mu düşman mı olduğu kolay belirlenemeyen, hatta bukalemun gibi yerine göre renk değiştiren, özden yoksun, yalancılığı ve komploculuğu bol, doğrusu az bir kişilik, örgüt ve hareket gerçekliği biçiminde yansıması kaçınılmazdır. Bu koşullarda baştan beri “Doğru bir hat halinde ileriye doğru yürüyorum” demek, kendini aldatmak veya çokça örneği görüldüğü gibi fanatik bir tarikat üyesi olmakla mümkündür. Dengesini bile yitirmemek ve ayakta kalabilmek mümkün olduğu kadar maharet ister.
Hele adına insan denilen varlığın temel özelliklerinden vazgeçmeden, uygarlığın tüm sınıfsal ve cins kirlenmesine meydan okumak, “Bu topraklar insanlığın beşiğidir” deyip “Gerçekten insan olan oğul ve kızlarından yoksun bırakılamaz” iddiasında bulunmak, çağın ölçülerinin çok dışında yetenek ve dayanma gücü gerektirir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER