SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (142.BÖLÜM)
Bilimle aydınlanmanın güçlü birikimleri oluşmuştur. Eksik olan, tarihe ve somuta yönlendirmektir. Bilimsel zihniyetle tarih çok zengin bir anlatıma kavuşacaktır. Günümüzü çözümlemek an be an canlanmaya yol açacaktır. Tek bir insanımızı bile çözümlemek dünyayı anlamaya yeterli olacaktır. Bir yerde ne kadar düşüş gerçekleşmişse, o kadar yücelme imkanı var demektir. Ne kadar karanlık koyulaşmışsa, aydınlık da o kadar yakın demektir. Her şeye eleştirisel bakabilmeliyiz. Ama gerçeği bulma umudunu da asla yitirmeden. Köhnemiş bencilliğin aşiretçiliğini, aileciliğini, karılığını, kocalığını, milliyetçiliğini, dinciliğini bırakmalıyız. Birinde hepimizi, hepimizde birini gören büyük ve zengin insanlık anlayışına dönmeliyiz. Hümanizmde dıştan almaya gerek yoktur. Bu toprakların en büyük zenginliği insaniyetçiliğidir. Onu ayağa kaldırmalıyız. Tekrar büyük aşkların yolunu açmalıyız.
Onun ilahi teorisini ve kutsal pratiğini bin defa tövbe ederek ve büyük sadakatin ne olduğunu, uygarlık değerine, toprağına, insan kıymetine ne kadar bağlı olduğunu bilerek yaşamsallaştırmaya çalışmalıyız. Leylalar, Mecnunlar, Keremler, Aslılar, Ferhatlar ve Şirinlerin başlarını mezarlardan kaldırmalı ve bir daha ölmemek üzere aşklarını bıraktıkları yerden yaşama gücüne eriştiklerini görmeliyiz. Daha eskilere, Gılgameşlere kadar gitmeliyiz. O da uyanmalı ve uygarlığının ölmediğini, Enkidu’nun halen yaşadığını görmelidir; inananın aşkının bitmek bilmediğini ona da göstermeliyiz. Bütün peygamberler de uyanmalıdır; dinlerinin neleri yaratmaya kadir olduğunu, insanlığı ne kadar yüceltmiş olduklarını onlara da göstermeliyiz .
İbni Sinalar, İbni Rüştler, El Kindiler de uyanmalıdır; büyük çabalarıyla bilime neler kattıklarını, bilimin ne kadar gelişmiş olduğunu görerek, o büyük zihinlerini doyurabileceklerini gösterebilmeliyiz. Demirci Kawalar, Hallacı Mansurlar, Sühreverdiler, Babekler, Mazdekler, Köroğulları da uyanmalıdır; büyük direnmelerin, yiğitliklerin ve acıların boşa gitmediğini, onlara yaraşır insanların hakim olduklarını kendilerine göstermeliyiz. Bunlar ucuz hayaller değildir; çoktan rönesansımızla birlikte ayağa kaldırmamız gereken yüce tarihsel büyüklüklerdir. Tarihimiz baştan sona çağdaş edebiyatla yeniden canlandırılmalıdır. Daha da önemlisi, neolitik çağ edebiyatını mutlaka gerçekleştirmeliyiz. Özellikle her şeyin doğurucu ve yaratıcı gücü anaerkil toplumu, anayı, ana tanrıçayı, onun ruhunu, zihnini, hayal ve umutlarını nasılsa öyle canlandırmalıyız. Tarihi böyle tanırsak, kendimizi tanırız. Tarihten başka neyiz ki! Tarihin dışında, hiçlikten başka neyiz ki!
Ortadoğu’da mitoloji, din, mezhep, tarikat, hanedan, aşiret, mir, gulam, kul, tanrı, tanrıça, şeyh, reis, bey, ana, baba, çocuk, demirci, at, kılıç, saban, balta, maden, talan, savaş, aşk, peygamberlik, rahip, sofi, bilge, hain, alçak, onur, namus, kutsallık, kader, umut, bayram, ölüm, bahar, kış, yaz, dağ, nehir, çöl, yol, deve, köpek, eşek, boğa, keçi, koyun, inek, sürü, çoban, çiftçi, yazar, sultan, emir, asker, komutan, bilgin, güzellik, çirkinlik vb. birçok kavramın çağdaş edebiyat diliyle yeniden yaşamsallaştırılması ve aydınlanması, rönesans devriminin sanatsal ve bilimsel görevleridir. Mevcut edebiyat ve bilimsel zihniyet, Ortadoğu’nun tarihsel ve toplumsal gerçeklerinden kopuktur; kolonyalizm ile özümsenmiş kişi ve grupların temelsiz, sistemsiz fantezilerini, eklektik görüşlerini ifade etmektedir. Toplumun zihniyet yapısı ise felç olmuş durumunu korumaktadır.
Buna yol açan dogmatik yapılı edebiyat, anlamsızlığa övgü niteliğindedir. Edebiyatta rönesans, özgür kişiliğin doğuşu için esastır. Dogma ve temelsiz hayallerden kurtulmak yetmez. Edebiyatın canlandırıcı etkisiyle yenilenmeyle tamamlanmalıdır. Sonuçta ortaya çıkacak olan yeni bir din değildir. Dinin kendisi ahlaki alana indirgenerek layık olduğu konuma gelecek, özgür ve adil vicdanı yaratacaktır. Bilimin alanıyla fazla ilgilenmeyecek, onu felsefeye bırakacaktır. Hem felsefe hem bilim için sorun, yeniden oluşturulmaları değildir. Tarih bilinciyle birleşerek özgür ve yaratıcı zihniyete hakim kılınmaları, gereken aydınlanma gücünü ortaya çıkaracaktır. Avrupa’nın bilimsel ve felsefi kazanımları Ortadoğu’nun tarih gerçeğiyle bütünleştiğinde, genel dünya tarihi ve insanlık zihniyeti daha da gelişmiş bir aydınlığa ulaşacaktır. Antitezin gelişmesi de bu anlama gelmektedir. Kendini düşünen Ortadoğu, bir antitezdir. Bu gücü gösterebilmek ancak rönesans ve aydınlanma devrimini yaygınlaştırmakla mümkündür. Birkaç kişinin veya grubun çabaları bunun için yetmez. Her ulus ve kültür grubundan yaratıcıların ortaya çıkmaları ve kendi toplumlarını etkilemeleri, bölge rönesansı ve aydınlanması anlamına gelecektir.
a- Bu sürecin belirgin bir özelliği, gerçek aydın ve bireyin ortaya çıkmasıdır. Ortadoğu’da bu olgular doğmuş olmaktan uzaktır. Birey ve aydın olmak, muhalif parti veya hareket olmaktan daha zordur. Bireyselliğin gelişmesi, özgür toplumun uç vermesidir. Bazen bir aydın birey bir ulusu, bir toplumu temsil eder. Cemaat, aşiret ve kul kültürü bu gelişmeye kolay fırsat tanımamaktadır. Birey ve aydın yürüyüşü hakkıyla yapıldığında, toplumların yüzyıllarca takip edecekleri doğrultuyu gerçekleştirmiş, birkaç savaş ve partinin yapamayacağı işi gerçekleştirmiş olmaktadır. Ozanların, peygamberlerin, filozofların, bilginlerin kendi dönemlerinin birer rönesansı ve aydın yürüyüşü olduklarını hep hatırlamak gerekir. Aydını olmayan toplum, kılavuzunu kaybetmiş kervan demektir. Sık sık sapacağı yanlış yol yüzyıllarca hedefsizliğe, hedeften uzaklaşmaya götürebilir. Rönesans ve aydınlanma devrimi, toplumlar için bu kadar hayati bireyleri hem yarattıkları hem onlar tarafından yaratıldıkları için büyük ve vazgeçilmez önem taşımaktadır. Yola yeni dizilenlerin her zaman bir kılavuza ve baş çekene ihtiyacı vardır. Hele bir toplum, bir kültür kendine yeni geldiğinde, en çok ihtiyaç duyduğu bu kılavuz kişiliklerdir. Yaşanılan dönemde bu tür bireyselleşme örneklerine sanıldığından daha çok ihtiyaç vardır. Bireysellik kendini düşünmekten ziyade, kendinde toplumu, toplumda kendini gerçekleştirme gücüne ulaşmak demektir. Kendini beğenmiş, çıkarcılık peşinde koşana birey denilemez. Basit ve bencil çıkarcılar hiçbir zaman bireyi temsil edemezler. Birey oluştu mu, çeşitli sanatlar yaratıcılığına kavuşarak gelişirler. Birey ve sanat birbirini gerektirir. Biri oldu mu diğeri de yanı başına koşar. Sanat zihnin ve ruhun kanatlanmasıdır.
Artık yürüyüş yerine uçulur. Uçmak, bir toplum, bir uygarlık için öz güce kavuşmak ve zafere yürümek demektir. Ortadoğu’da rönesans, reformasyon, aydınlanma için çok kapsamlı değerlendirmeler mümkündür. Ama konuya giriş için neyin anlaşılması gerektiği bakımından yeterlidir. Kendi kökeni üzerinde gerçekçi düşünebilmek, ‘nasıl olmalı, nasıl yaşamalı’ sorusuna özgürce karar vermek, bu yaşam için gerekli gücü gösterebilmek, idealli bir tez veya antitez olmak isteyenler için esastır. Bunu başarmak, kendi insanlık rönesansı ve aydınlanmasının yolunda başarıyla yürümek demektir. Avrupa uygarlığı, ne kadar gecikmeli de olsa Ortadoğu’da antitez yaratılmadan, yeni uygarlık anlamına da gelen senteze tek başına yol açamaz.
Ortadoğu’nun antitezi Greko-Romen uygarlığıydı. Bu ikisinin tez ve antitezi Avrupa uygarlığını sentezledi. Tez şimdi Avrupa uygarlığıdır. Antitez rönesansla Ortadoğu’da oluşturulacaktır. İkisinin diyalektik birliği dünya için yeni sentezi oluşturacaktır. Tarihsel diyalektik hep böyledir. Bir kez daha şarkılarını bu diyalektik birlik temelinde çevirmeye başlaması tarihsel çıkışa yol açabilir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER