SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (196.BÖLÜM)
İnsanlığın bu gerçeği karşısında, acaba bir Kürt kişiliğinden ve psikolojisinden nasıl bahsedebiliriz? Tarihin en eski emekçi bir halkına dayatılan ve hiçbir insanlık kitabında geçmeyen bu acımasız statüyü nasıl izah edebileceğiz? Hiçbir ilahi, ahlaki, felsefi ve bilimsel kitap bu kadar inkarcı ve insanlık dışı davranamaz. Ama sanki bir kara delikmiş gibi, Kürt olgusunun etrafında evhamlar ve gerçek dışı kavramların yaratıldığı da inkar edilemez bir gerçektir. Bu nedenlerle Kürt olgusunu bir ulus, bir sömürge veya yarı sömürge olarak değerlendirmenin hafif kalacağını, ondan öte bir statünün kurbanları durumunda olduklarını belirten bir genelleme yapıyoruz. Açık bir katliam, bir jenosit kurbanı olsalardı, tanım daha kolay olurdu. Durum bu tür kavramlarla da tam ifade edilemiyor. Olgunun etrafındaki tüm bu sisli tanımlar, gerçekliğini ortadan kaldırmıyor. Kürt olgusunu tanımlayabilmek için çizmeye çalıştığımız bu tarihsel çerçeve çok derinlikli olarak işlenebilir. Arkeolojik ve yazılı belgelerle bolca kanıtlanabilir.
Bir dönem ‘Kürt var mı, yok mu?’ tartışması, bilimsel olmaktan çok, ağır terör ortamının bir ürünü olarak gündemleşmiştir. Aynı ulustan, sınıftan ve hatta aşiretten de olunsa, farklı konum ve koşulları olan bölüm ve bölgeler her zaman vardır. Farklılık, doğanın bir özelliğidir. Işığın tek renkli olmamasından tutalım, çiçeklerin tek tür olmamasına kadar, doğanın kendisi çokluktan ve farklılıktan yana bir gelişim yasasına sahiptir. Ak ve kara biçimindeki renk ayrımının bile, renklerin gerçekten bittiği uç noktalar olduğu bilimsel bir gerçekliktir. Bitmek istiyorsan, ak ve kara biçiminde bölünmen yeterlidir. Kapitalizm adına faşizmin karalığıyla, sosyalizm adına reel sosyalizmin beyazlaştırıcılığı birer zorlamadan ibarettir. Doğallıkla terslik halinde uzun ömürlü olunamayacağını, kendini en güçlü sanan bu uç örneklerden de iyi anlamaktayız. Toplumsal olguları fiziki güç altında istediği renge çevirmek; tek dil, tek kültür, tek siyaset vb. doğrultularda dönüşüme zorlamak en kötü sistem örnekleridir; bunların tarihte ancak terörle ve geçici olarak varolabilecekleri kanıtlanmıştır. Nasıl tanımlarsak tanımlayalım, Kürt olgusunun zorlama ideoloji ve politikalarla, sübjektif önyargılarımızla dilediğimiz biçimlerde dönüştüreceğimiz bir gerçeklik olmadığı artık tüm açıklığıyla, ahlaki ve siyasi sorumlulukla görülmeli ve değerlendirilmelidir. İster azınlıksal ve etnik, ister ulusal ve toplumsal bir olgu olarak kabul edelim, önemli olan olgunun ana nitelikleridir; olgunun bizzat kendisidir. Hiç kimseye ‘seni şöyle görmek istiyorum’ deme hakkımız olamaz. Bu ancak tanrı-krallar döneminin mitolojik saplantılarına sahipsek bir anlam ifade eder.
Çoğulcu demokrasinin sınırları dahilinde bir yaklaşım olmasını bir yana bırakalım, en dogmatik ideolojik varsayımlarda bile bu denli bir kör iddiada bulunulmamıştır. Olgularda dönüşüm inkar edilemez. Ama bunun kuralları diyalektiğin yasalarına bağlılıkla anlam kazanır. Yerinde ve zamanında koşulların gerekli kıldığı dönüşümler, yaşamın da gelişimi ve zenginliği demektir. Kabul edilmeyecek olan, ana karnındaki bir bebeğe müdahale ederek dönüştürmek veya erken doğurtmak türünden eylemlerdir. Hiçbir akıllı ve görev yeminine bağlı doktor bu tür operasyonlarda bulunma yetkisinde ve haklılığında olamaz. Bu acı gerçekleri, Kürt olgusuna dayatılan kobay türü uygulamaların ne anlama geldiğini açıklamak için dile getiriyoruz. Kürt olgusunun yaşadığı iç zorluklar ve dış anlayışsızlıkların, hiçbir güç sahibine ‘elimde imkan vardır’ deyip istediği tür uygulamaya tabi tutma ve sürekli bir kobay malzemesi gibi bekletme hakkını vermediğini belirtmek istiyoruz.
Tanrı-kral anlayışına bağlı politikacılar açısından, belki sınırsız bir vatanseverlik ve ulusal büyüklük adına amaçlarına ulaşmak için her şey mübah olabilir. Nitekim faşist ve reel sosyalist yaklaşımlar bunu denediler. Sonuçları ise ortadadır. Kürt olgusuna dayatılan terörün sahipsizlikten ötürü kurnazca ve haince yaklaşımlarla bugüne kadar sürdürülmesi hiçbir güç sahibini aldatmamalıdır. Hz. İsa da çarmıha gerildiğinde, Roma’nın ve yalancı şahit kahinlerin karşısında yalnızdı. Tanrısı için bile ‘Niye beni yalnız bıraktın?’ diye şikayette bulunduğu da rivayet edilmektedir. Ama tarihe ve günümüze baktığımızda, İsevilik evrensel bir gerçeklik olduğu ve en büyük insanlık vicdanlarından birini teşkil ettiği halde, İsa’yı çarmıha gerenler lanetle anılmaktan öteye bir şansa ve varlığa sahip olamamışlardır.
Bu yönüyle Kürt olgusu siyasal olmaktan öteye, tam bir ahlaki sorun durumuna gelmiştir. Kürtlerin ilkçağ Hıristiyanları gibi gemilere dolarak Yunanistan ve İtalya kıyılarına, karadan birçok yolla Avrupa’ya kaçmaları, adeta tarihin tekerrür etmesine benzemektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER