HAKİKAT SAVAŞÇILIĞI - 7. BÖLÜM
İnsanın tarihsel birikimi toplumsallık
İnsanı kendine özgü karakteriyle anlamak için insanda yaşanan sıçramada toplumsallaşmanın belirleyici rolüne bakmamız gerekmektedir. İnsanı insan yapan en temel etken toplumsallaşmış olmasıdır. Belki tüm canlı türleri kendi türleriyle ortakyaşar, fakat insanın toplumsallığı insanlık zihniyetinin oluşmasında belirleyicidir. Toplumsallaşma olmasaydı insan primat olmaktan ileri gidemeyeceği gibi, doğada tutunamayacaktı böylesi bir zayıf bir gerçekliği ifade etmekteydi.
Elbette ki toplumu oluşturan insandır, fakat toplumla somutlaşan sadece bir araya gelmiş insanlar kalabalığı değildir. Toplum insanlar arası düşünce ve duygu akışıyla gelişen insanlık birikimidir. İnsanı bilgiyle buluşturan, bu bilgiyi örgütleyerek sistemler kurmaya, uygarlıklar, kültürler örmeye götüren toplumsallığın gücüdür. Dil, din, mitoloji, bilim, ekonomi, siyaset, hukuk sanat, felsefe, ahlak toplumsal yaşamın ürünü olarak insanlık tarafından inşa edilmişlerdir. İnsan bugün ulaştığı tüm bilgi ve birikimi toplumsallığa borçludur. O zaman insanda var olan tüm yetenekler toplumun yansımasıdır. İnsan toplumunun ürünüdür, ondan kopuk ve bağımsız düşünemeyiz. Burada dile gelen kişinin hiçbir öznelliği olmadığı değildir. Fakat kapitalist sistemin belirttiği gibi, birey tarih ve toplumundan kopuk değildir. Birey toplumun kendi üzerindeki yansımalarıyla şekillendiği gibi, birey de toplum üzerinde etkileyicidir. Toplum insan tarafından örüldüğü gibi, toplum da bireyin karakter, kişilik özellikleri ve yetenekleri üzerinde belirleyici etkiye sahiptir.
Toplumdan insana yansıyan sadece tanık olduğu, içinde yaşadığı toplumsallık zamanı değildir, insan toplumun tüm tarihsel birikimlerinin sonucu ile beslenir. Toplumsallaşmayı yaratan sadece o anı birlikte yaşayan insanlar topluluğu değildir. Zaman ve mekânın insan yaşamı üzerinde belirleyici etkisi olduğu gibi toplumsal şekillenmede öne çıkan özelliklerde de belirleyicidir. Her koşulda toplumsal özellikler aynı kalmaz. Değişen koşullara göre toplumsal öncelikler, ihtiyaçlar değişir ve buna göre toplumsal karakter de değişime uğrar. İnsan gibi esnek yapılı bir zihniyete sahip varlığın toplumlu ise sürekli değişimi ve gelişimi barındırır. Bu akışkan değişim geçmişten kopuk değildir, geçmişin mirası üzerinden bir evrilmedir. Tarih bugünde yansımasını bulur ve geleceğe biçim verir.
Toplumun insanlar tarafından oluşturulmasından çıkaracağımız diğer bir önemli sonuç ise toplumsal kurumların insanüstü olmadıklarıdır. Nasıl insanlar tarafından inşa edilmişlerse, insanlar tarafından yıkılabilirler, değiştirilebilirler ve yeniden kurulabilirler. Bu anlamıyla tüm toplumsal inşalar insan eseri olduğu gibi değişmeleri de insanlığın elindedir. İnsanı aşabilen sonsuzlukta bir toplumsal kurum ya da sistem yoktur. İnsanlık, tarih boyunca birçok zihniyet inşa etmiş, bunlar zamanla dogmalaşarak katılaşmış ve ilerlemez olmuş, hemen çoğu kendini ebedi sistem olarak ilan etmiş, fakat yine de insanlık tarafından aşılmışlardır. Toplumsal sistemleri ve kurumları aşmak zihniyetleri aşmaya bağlıdır. Zihniyetleri aşmak ise insanın bu ihtiyacı duymasına bağlıdır. Yoksa insan zihninin ve eyleminin sel gibi akışına karşı hiçbir sistem ve zihniyet barajı engel olarak dayanamaz, yıkılır.
Birey-toplum ilişkisi sürekli bir çelişkiyi kendisiyle barındırır. Bu özellikle, egemenlikli uygarlık çağının bireye hükmetme anlayışının yaratmak istediği birey ve kendi özgür iradesiyle topluma katılmak isteyen birey arasında yaşanan bir gerilimdir. Uygarlık sistemi kendine göre birey yetiştirmenin kurum ve zihniyetini öyle ince ve derinlikli örmüştür ki, birey zaten doğar doğmaz bu ağın içinde şekillenmeye başlar. Fakat insan her ne kadar, daha doğuştan bu çarkın içinde bir şekillenmeye tabi tutulsa da tamamen erimeyecektir. Yani toplum bireyi istediği gibi eritemediği, şekillendiremediği gibi, birey de toplumdan tamamen kendini koparamamaktadır. İşte bu da tarihin ve toplumun kendine has akışının diyalektik zeminini oluşturmaktadır.
Toplum ve birey ilişkisindeki gel-gitli gidişat sonucu toplumun belirlenen doğrultuda düz çizgisel ilerleyemeyeceği bazen bir bireyin toplumun kaderini belirleme gücünde olabileceği görülmüştür.
Tüm bu dile getirdiklerimiz insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerin temeli iken bunları oluşturan neden ise insanda somutlaşan zihniyet yapılanmasıdır. Zihniyet tam olarak anlaşılmadan doğru insan tanımı da yapılamaz. İnsan zihninin en temel özelliği esnek bir yapıya sahip olmasıdır. İzlenebildiği kadarıyla evrende hiçbir oluşumda insandaki kadar özgür seçim esnekliği yoktur. Enerjinin zirvesi olan insan zihni evrendeki en yüksek hız olan ışık hızından bile daha akışkandır. İnsan zihni aynı anda uzayın en uzak köşelerinden tarihin derinliklerine ve geleceğe gidebilecek kadar esnek bir akışkanlıktadır. Bu insanın yaratıcılığının ve özgür seçim gücünün temelidir.
Diğer yandan esneklik doğru örgütlenmezse yanılgılara da yol açabilir. Binlerce yıl egemenlikli zihniyet, insan zihnine dayattığı çarpık yönlendirmelerle kendilerine göre zihniyet inşa ederek, insanlığı zihnen esir almaya çalışmıştır. Fakat insan zihniyeti her dayatılanı sorgusuz kabul eder ve bu nedenle her türlü savrulmaya yönlendirilmeye açıktır da denemez. İnsan, tarihinden ve toplumundan kopuk olsaydı belki böyle bir savrulma zemini olabilirdi. Fakat insan zihni toplumsal hafızanın ürünüdür. Tarihte insanlık kendisine sunulan zihniyet kalıplarını kırmak için büyük mücadelelere tanıklık etmiştir. Egemen zihniyet ne kadar baskı ve unutturma yöntemleri uygulasa da zihniyetin direngen özelliği yine de hakikati aramaktan uzaklaştırılamamıştır. Hakikate götürecek özgür seçimler ise bağımsız zihniyetle mümkündür. Adalet ve özgürlük evrensel ilkeler olarak yaşamın anlamında gizlidirler. Buna göre, zihniyetin bağımsız olma gücünü yaratması, adalet ve özgürlüğü evrensel öze bağlı kalarak kendisine sığdırabilme yeteneğine bağlıdır.
İnsan metafiziktir
İnsan hakikatini anlamak hususunda, insanın metafizik yanı da anlaşılması gereken temel konulardandır. Şimdiye kadar metafiziğin sadece dini ve mitolojik konuların gerçekdışı âlemi olarak algılanması insan hakikatini tanımlamada yarımlıkların nedeni olmuştur. Metafizik yan yaşamın tüm anlarına, algılarına kendi rengini vermektedir. Bu nedenle insanın tüm yaratım ve inşalarında metafiziğin belirleyici rolü vardır. Metafizik, insanın yaşamı algıladığı gibi anlamlandırması ya da yaşanılır kılmak için kendi algılarınca ona anlam vermesi ve buna göre kurgular geliştirmesidir. Ahlak, din, sanat, politika hukuk, felsefe, metafiziğin zihinsel ürünleri olarak insanlığın toplumsal yaşamında örgütlenen alanlardır. Bunların hiçbiri katı fizik kurallarıyla işlemezler. İnsanın metafizik algılarına göre inşa edilmiş ve içeriği örülmüş kurumlardır.
Kaldı ki bu kadar esnek bir yapıya sahip insanı, sadece fizik kurallarıyla açıklamaya çalışmak hatanın başlangıcıdır. Fizik kuralları olarak karşımıza çıkan kurallar da sonuçta insan algılarıyla ölçülmüş ve yasalaşmışlardır. İnsan aklı, fizik ve matematiğin sınırlarının çok ötesinde bir akışkanlığa sahiptir. İnsan sadece fiziğin ilkelerine göre yaşasaydı, hiçbir yaratıcı yeteneği olmazdı. Sadece söyleneni yapan, verileni bilen olurdu. Metafizik özellik, insanın, ret-kabul, güzel-çirkin, iyi-kötü gibi beğeni ve tercih ölçülerini belirleyerek farklılığa açık karakterini, esnek zihniyet yapısını ve yaratıcılığını açığa çıkarmanın temelidir. İnsan metafizik zihniyeti ile hiçbir zaman salt verili olana hapsolmamış, olay-olgulara hiçbir zaman aynı cevapları vermemiştir.
İnsana dair bu etkenleri belirttikten sonra insanın iç dünyasına bir bakış da insan hakikati açısından öğretici olabilir. İnsanın iç dünyası insanın an be an nasıl metafizik değişimle yaşama refleks ve anlam verdiğini görmek için en açık örnektir. Her insanın kendine has algıları, merakları, korkuları, sevinçleri ve yetenekleri vardır. Diğer bir yandan insan olarak dış koşulların en ince bir etkisinden etkilenecek kadar hassas bir psikolojiye sahibizdir. Bazen içimiz hafifler durup dururken sevince dururuz, özgürlük nefes alıp vermek kadar yanımızdadır. Bazen nedensiz bir hüzün çöreklenir yüreğimize, elimiz kolumuz bağlanır kalırız. Nedensiz değildir hiçbir şey demiştik. Bizim adını koyamadığımız, iç içe geçmiş, tarihten, bugünden, toplumdan yansıyan etkilerdir bu duyguların nedeni. Ölüm bir korku ve bilinmezlik olarak sosyolojik bir algı olarak ruhumuza işlenmiş olsa da, diğer yandan bir sonsuzluk duygusu ruhumuza eşlik eder. Sonsuzluğa aşinayızdır, yaşamda onu arar, ona ulaşmaya çalışırız. Oysa ölümü anlayamayız bir türlü, bilincimiz kabul etmez ölümü anlamayı ya da kanıksamayı. Diğer yandan yaptığımız her işte, yaşadığımız her anda bir yarımlık hissini kendimizle taşırız. Bu yüzden ya geçmişi ararız ya da geleceğe umut bağlarız, fakat ana gereken yoğunluğu sığdıramayız. İçimizdeki sonsuzluğa tezat, birde bizi bırakmayan yalnızlık hissi hep bizimledir. Bir işe ilk el atarken derin bir yalnızlık sıkar bizi ya da en özlediğimiz insanlarla buluşma anının sevincinde yalnızlık gelip yanı başımızda oturur ve bu mutlu anı hüzne boğar, buruk bir boşluk kaplar ruhumuzu. Daha da çoğaltılabilecek bu anlık akımlar ya da aynı anda iç içe yaşanan tezat hisler, var oluş hakikatimizin yansımalarıdır. Bunlardan yola çıkarak kendimizde büyük bir güç ve yaratıcılık buluruz, mutluluk ve huzurla dolarız. Diğer taraftan ise müdahale edilmiş zihniyetimizin yansımaları da yön verir iç dünyamıza, işte o zaman kendimizi hiçbir şey yapamaz, zayıf, güvensiz, muhtaç ve mutsuz hissederiz.
Hakikat özgürlük ve aşkla yaşamdır
İnsan hakikatinin en yerinde tanımını Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın “Hakikat aşktır, aşk özgür yaşamdır” tanımından okuyabiliriz. Aşk ve özgürlük insanı insan yapan iki temel özellik iken hakikat ancak özgürlük ve aşkla örülü yaşamda dile gelebilir. Aşk, madde ve enerji ikileminde ölgün bir solukta hissedilirken, ikisinin birliğinden doğan anlamla yaşamsallığa kavuşmaktadır. Eğer madde ve enerji iç içe birlikte var oluşu başaramasalardı, bu ölgün soluk tamamen ölüp giderdi. Enerji ve madde birliğinden doğan anlam, evrenin oluşumuna kadar gitti. Burada aşk evrenin oluşumundan doğan heyecan olarak büyüdü. Canlılarda ise yaşam renkliliğinde dile geldi. İnsanda somutlaşan aşk ise yaşam sevinci olarak yaşamın her anında yansımasını buldu. İnsanın yaratıcılığı geliştikçe, düşüncesi derinleştikçe aşk anlamlaşarak yaşama bakış açısı olarak büyüdü. İnsan yaşadığı tüm anlara aşkla anlam verdi. Her işini aşkla yaptı. İnsan için aşk yaşamın anlamı idi, insanla daim yaşayan yaşam ruhu idi. İnsanın en temel güç, yaşam kaynağı olan aşk bugün karanlık çağını yaşıyor. İnsan aşksızlaştırılarak insanlığına yabancılaşma aşamasındadır. Bugün aşk, insanın elinden çalınıp, içi boşaltılarak insana karşı çevrilen bir silaha çevrilmiş durumdadır. Aşktan kopan insan yaşamdan kopmuş demektir.
Aşk gibi özgürlük de daha madde-enerji ikilisinde kendini göstermektedir. Enerji maddenin özgür ruhudur. Özgürlük anlamdır dersek ve madde enerjiyle anlamlaşabiliyorsa enerjinin akışkanlığı özgürlüğün ilk soluğudur. Evrenin oluşumu adeta bir özgürlük akışıdır. Kürt Halk Önderi “Evrenin amacı özgürlüktür diyesim geliyor” derken evrendeki enerji ve madde yoğunluğuyla açığa çıkan yaratım gücünün özgürlüğünü ifade etmektedir. Canlılıkla çok seçeneklilik ve farklılık özgür tercihin yansıması olmaktadır. Ve insan özgürlük arayışıyla kendini doğadaki diğer canlılardan ayrıştırmıştır. İnsanın asla kopmayacağı bir yanı da özgürlük ruhudur. Ne kadar bastırılarak, yanıltmalarla budanmaya da çalışılsa, özgürlük insanda bir şekilde yaşamayı başarır. Özgürlük insanın yaşam iradesidir, yaşam gücüdür.
İnsana dair hakikati aramak insanın özünü aramaktır. Bu öz ise özgürlük ve aşkla yaşamaktır. İnsan nasıl yaşamalı sorusuna verilecek cevap, özgürlük ve aşkla şeklinde olabilir. İnsanın hakikatini tanımlamaya çalışırken karşımıza insanın hakikatten uzaklaştırılmış gerçeğinden geriye kalan silueti ve çarpıtılmış zihniyet örüntüleri çıkmaktadır. Aşk karanlık ve içi boş kılınmış, özgürlük her yandan kıskaca alınarak soluksuz kılınmıştır. Toplumsallık bireycilikle parçalanmış, esnek zihniyet dogma kalıplarla akmaz kılınmış, yaratıcılık donmuş, arayışçılık dibe vurmuştur. Hakikatinden böylesine kopan insanlık kapitalist çağın boş, oyalayıcı oyunlarının peşinde savrulmaktadır. Metafizik teşhir edilip toplumdan atılırken, yerine sanal toplum kurumları ve zihniyetleri yerleştirilmiştir. Bu haliyle insan tanınmaz haldedir. İnsanı hakikatince tanımak için bu inşa edilmiş insan formunu doğru tanımlamak ve karşı mücadeleyi yükseltmek öze dönüşün ilk adımı olmalıdır. Hakikate yürüyüşün parolası olan fikir-zikir-eylem birliği temelinde hakikat savaşçılığı, öncelikle insan gerçekliğini doğru tanımlama ve hakikati dağıtılmış insanın yeniden özüne dönüşü ile olacaktır. Hakikat özgürlük aşkıyla yaşayan insanda somutlaşacaktır…
ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
YORUM GÖNDER