BENİ BAĞIŞLAYIN (3.BÖLÜM)
Bunun çok iyi farkındayım… Gerilla her şeyimizdir. Bir gün gerilla yenilirse her şey yenilir. Geriye ne fotoğraflar, ne yazılar, ne de filmler kalır… Bunun için buradayım, dağdayım, gerillanın yanı başındayım. Eğer sinema yaparsam da ancak burada, gerillanın içinde yapabilirim. Bir şey isteyeceksem bir tek ondan isteyeceğim, el açacaksam bir tek ona el açacağım ve hizmet edeceksem bir tek ona hizmet edeceğim. Belki bu çalışmaların yerinin burasının, dağ başlarının olmadığı söylenecektir. Bense buradan başka hiçbir yerde sinema yapamam. Çünkü bu dağ başlarına ve dağların çocuklarına inanıyorum. Bu çalışmanın başka yerlerde yapılabileceğinin de farkındayım. Bunun iddiasında olan birçok arkadaşımız da bulunuyor. Ama ben gerilla sineması için varım. Hayata ve görünümlere olan yolculuğum beni buraya taşıdı… Mecburum… Sinemaya giriş yaparken en yoğun hissettiğim duygu mecburiyet duygusuydu. Gerilla ortamında yıllar boyunca ruhuma yerleşenlere hayat verme mecburiyetini hissediyordum. Sinema konusunda hiçbir tecrübem, hiçbir bilgim yoktu. Tek dayanağım içinde bulunduğum düşünceydi. Sadece dağın düşünme ve görme biçimine güveniyordum. Önce bir bekleme süreci yaşadım. Kürt sinemacılarının gerillayı, bu halkı var eden asıl gerekçeyi görmezden gelemeyeceklerini düşündüm. Kürt sineması çıkış yapmak istiyorsa bunun arayışlarını sistemin içinde yapmamalıydı. Kesinlikle Kürt sinemasının düşüncesi ve biçimi, Tahran da, Bağdat ta veya İstanbul da oluşmayacaktı. Hatta Avrupa şehirlerinde kesinlikle olmayacaktı. O günlerde elime ulaşan ilk Kürt konulu filmlerde hayal kırıklığına uğradım. Bütün bakış açılarıyla zavallı Kürt ün filmi anlatılıyordu. Kaçınılmaz bir şekilde Kürt insanı zavallılığı ve çaresizliğiyle dile getiriliyordu. Ki ben yiğit Kürt çocuklarını tanımış, onlarla birlikte yıllarca yaşamıştım dağlarda. Belki bu yaklaşım bir yere kadar doğru olabilirdi.
Ama zavallı tiplemelerde ısrar edilmesinin Kürt yönetmenlerinin yanılgısı olduğunu ilk o zaman hissettim. Zavallı Kürt ü kesinlikle inkâr edemezdim ama bu ancak devrim sürecinin başlangıcı olarak kabul edilebilirdi. Ondan sonrası için hala sürdürülüyorsa bu yanılgıdan öteye bir şey ifade etmezdi… Yiğit Kürt ün filmini yapmanın zamanı geldi, diye düşündüm. Kürt yönetmenler, Kürt sineması için yola çıkanlar buna daha fazla göz yumamazlardı. Kürtlerin son otuz yılına damgasını vuran bir kahramanlık çağı vardı ve artık bu kahramanların üzerinden atlanamazdı. Kürt anaları son otuz yılda insanlık tarihinin en yüce kahramanlarını yarattı. Hep zavallıları dünyaya getirmediler. Kürt çocukları dağlarda destanlar yazdı. Ben bu insanları tanıdım, onlarla arkadaş oldum, onlarla yaşadım. Ve Kürt sineması için yola çıkanlar bunlar yokmuş gibi davranamaz, bunlar hiç yaşanmamış sayamazdı. Yiğit Kürdün filmini yapmak bana kalmıştı. Herkes zavallılığı anlatıyorsa ben de yiğitliği anlatacaktım. Ve Kürt halkı otuz yıl süren silahlı mücadelesinin sonucunda bunu hak etmişti artık. Bir halk binlerce şehidiyle ayağa kalkmışsa, dağlardaki çocuğuyla onur duyuyorsa, ben varım diye haykırıyorsa ve Kürt sanatçısı bunu görmezden geliyorsa bu affedilemezdi… Bütün bilgisizliğimle, bütün tecrübesizliğimle ilk filmime giriştim. Tirej Kürt sinemacıları arasında değerlendirmeye bile tabi tutulmayacaktı, bunun farkındaydım. Ama Kürt e bir başka gözle bakılabileceğini göstermek istiyordum. Bunda da ısrarlıydım. Estetik değerlerin çok uzağında olduğumu biliyordum ama dağın düşüncesine güveniyordum… Kürt e bir yabancı, bir Batılı gibi değil. Bir Kürt gibi bakılması gerektiğini sözlerle değil yaparak anlatmaya kararlıydım. En büyük yanılgının bu bakışta olduğunu biliyordum. Kürt sanatçısı, sinemacısı kendi halkına Batıdan, Tahran dan, İstanbul dan bakıyordu. Ve bu benim en büyük eleştirimdi. Kürt halkına dağdan bakılmalıydı. Bir başkasının gözüyle değil, onun kendi çocuklarının gözüyle bakılmalıydı… Kürt Yönetmenlerinin, Kürt halkının dışında bir görme biçimleri var. Belki de bu Kürt aydının en büyük hatasıdır. Yapılan çalışmalarda bu yabancılığı görmemek, hissetmemek imkânsız. Kürt Yönetmenleri Kürt halkına bir yabancıya bakar gibi bakıyorlar.
Onları başkalarının istediği gibi görüyorlar. Kürt sineması dağda başlayacaktır. Kürt sanatçısı dağa bakmasını başardığı zaman sinemasını kurabilecektir. Dağ Kürt halkının yarattığı en büyük değerdir. Kürt halkının en güçlü birikimi ve belleğidir. Kürt çocuklarının gencecik bedenleriyle oluşmuş hazinesidir. Ve koca insanlık tarihi içinde dağ Kürt halkının tek dayanağıdır. Kürt halkı dağı yaratmıştır. Dağda düşünmeyi ve görmeyi yaratmıştır. Kürt sanatının da, Kürt sinemasının da doğuşu burada olacaktır… Kürt sinemacısı düşüncesini çok uzaklarda değil, yabancılaştığı şehirlerde değil, dağlarda aramalıdır… Benim mecburiyetlerimden bir tanesi de budur. Sinema alanına atılırken bunu anlatmayı hedefledim. Israrla bunu duyurmak istedim. Kürt sinemacılarına kendi halklarıyla gurur duymaları gerektiğini göstermek istedim. Bir yabancı gibi ona acımalarına değil, o halkın ne büyüklüklere muktedir olduğunu bilmelerini istedim… Eğer bir halk binlerce evladını dağlara gönderdiyse, o halkın sanatçıları, savaşçıları gibi yürümedikçe, o halkın kalbinin yakalamadıkça, kendi halkının sinemasını yapamayacaktır… Yolum… Tirej ile başlayan Beritan a kadar uzanan beş yıllık dağdaki sinema çalışmalarımız sadece bizimle sınırlı kalmadı. Dağlarda yaşayan bütün gerillalara mal oldu. Dağların en güzel yanı işte budur. Burada yapılan her şey herkesindir. Askeri bir eylemden tutalım en sıradan bir çalışmaya kadar yapılan her şey herkese mal olur. Bütün gerillalar sanki kendileri yapmışçasına onu sahiplenir. Onun üzerine değerlendirme yapar, eksiklerini eleştirir… Her çalışmamız böylesine evrelerden geçti. Sadece film çalışmasını gerçekleştiren ekibimizle sınırlı kalmayıp bütün dağlara yayıldı. Dağlardaki bütün gerillalar tarafından tartışıldı ve çok uzaklardan eleştiriler geldi. İlk başta bu konuda zorlanmadım desem yalan olur. Sinema çalışmaları konusunda bir tek bilgisi bile olmayan arkadaşların yorumlarını ilk başta kabul etmekte zorlandım. Buradaki hiçbir gerilla sinema yapmamıştı ama her gerillanın yapılan çalışmalar üzerine söyleyecek bir şeyleri vardı. İlk başlarda söylenenlerin birçoğunun yanlış olduğunu bile düşündüm.
Bir zaman sonra asıl halkayı yakaladım. Ben bu gerillayı anlatıyordum. Ama arkadaşlarım yaptığım çalışmalarda kendilerini göremiyorlardı. Öyleyse bu gerillayı anlatmıyordum. Onların sözlerinin, eleştirilerinin ardındaki gizem işte buydu. Demek ki hala onların kalbinin yakalayamamıştım. Ondan sonra daha özenli, daha dikkatli davranmaya başladım. Gerillayı daha dikkatli dinleyip asıl olana daha derinde ulaşmaya çalıştım. Hiç birinin sinema konusunda akademik bir bilgisi yoktu. Bazılar çok uzun zaman bir tek film bile seyretmemişti. Ama yaptığım çalışmaları kendi çalışmaları gibi değerlendiriyor, eleştiriyor, kızıyordu. İlk başta alındığım bu yaklaşımları, sonraları sevmeye başladım. Onun, benim yaptığım bir filmi kendi eseri olarak görmesi, daha iyisini istemesi mutluluk vericiydi. Ve bütün bu zaman boyunca kendimde bir şeylerin biriktiğini fark ettim… Madem gerillayı anlatmak için yola çıkmıştım, öyleyse onu sonuna kadar dinlemeli ve onun kalbini yakalamalıydım. Yaptığım her çalışmayı ilk önce gerillaya sundum. En sıradan değerlendirmeleri bile ciddiye alıyordum artık. Onun içindeki asıl olan bana doğru yolu gösterecekti. Sanat gerillanın sözlerinde saklıydı, bunu bütün her şeyimle hissediyordum. Ve o günlerde Kürt sanatçısını, Kürt sinemacısının en büyük zaafını kendi ruhumda yakaladım. Halkın çelişkilerini yakalamak bir sanatçının ilk adımı olmalıdır. Bunu yakalamadan, ne akademik unvanlar, ne de en güçlü teknik eğitimler başarıyı getirmeyecektir. Bir halk neyi yaşar, onun asıl çelişkileri nelerdir, sanatçının ilk sorması gereken sorular bunlardır. Sadece sorup öğrenmek değil, bir de bu çelişkileri yaşamak gerekir. Sanatçı halkının gerisinde veya ötesinde değil, tam içinde olmalıdır. Halkını sanatın her hangi bir dalında işlenecek bir nesne gibi değil, onu hayatının öznesi olarak yaşamalıdır. Eğer bir savaşın filmini yapacaksa o savaşçıların dünyalarını paylaşmalıdır. Eğer halkının filmini yapacaksa 2006 yılının baharında Amed in sokaklarında devletle yaşanan çatışmaların filmini yapmalıdır. Bir çocuğun filmini yapacaksa polisin vurduğu çocuğunu kucaklayan annenin sözlerini kendi kulaklarıyla duymalı, kendi gözleriyle görmelidir.
ŞEHİT HALİL DAĞ
YORUM GÖNDER