APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (3.BÖLÜM)
ÖNDERLİK ÇİZGİSİNE BAĞLI OLMAK BAŞARI ÇİZGİSİNDE YÜRÜMEYİ BİLMEKTİR:
Benim İçin İnandırıcı Olan Amacın Kendisidir;
Önderlik çizgisine bağlı olmak, başarı çizgisinde yürümeyi bilmektir. "Varız" diyorsunuz, ben de diyorum ki, o zaman bu sözünüz inandırıcı olmalı, beni inandırabilmelisiniz. Benim çalışmalarım sizi inandırıyorsa, sizin çalışmalarınız da beni inandırmalıdır. Eğer çalışmalarım inandırıcı değilse bunu açık söyleyin. İnandırıcılıktan, güçlü olmaktan, başarılı olmaktan yoksunsa her türlü eleştiriyi yapmak hakkınızdır. Ama ne bunu yapıyorsunuz, ne de bağlı olmanın gereklerini yerine getiriyorsunuz. Sizin bağlılığınız, mutlak başarıyı şart kılan bir bağlılık olması gerekirken her türlü yenilgiye ve her türlü kaybetmeye açık bir bağlılıktır. PKK'de bu bağlılık türü kabul edilemez. Benim kurbanlık koyun tarzındaki ölümlere ihtiyacım yok! Benim amansız savaşçılara ihtiyacım var. Ben yaşamımı bunlar için adıyorum. Ben böyle bağlıyım, sizler de böyle bağlı olacaksınız. Bu gücünüz varsa katılın, yoksa gidin. Ben bunu biraz hak ettiğime inanıyorum. Devrimci savaşımımız için yaşamım artık kahraman savaşçıları ortaya çıkaracak kadar bir anlama sahiptir. Bu anlamda siz, bu savaşçılığımıza karşılık vermelisiniz. Biz bunu istiyoruz. Sağdan, soldan, nereden yaklaşırsanız yaklaşın, Önderlik gerçeğimiz, onun savaş gerçekliği sizden böyle karşılık ister. "Bizim de bir bildiğimiz var, bir yoğurt yiyişimiz var" diyerek savsaklamayın. Sizin yoğurt yiyişiniz eğer iyiyse ben ona uyayım, tarzınız eğer sonuç alıcı ise ben ona inanayım. Benim için inandırıcı olan amacın kendisidir; işi götüren kişi değildir.
Başarıya gidiyorsa, ona her türlü hizmeti reva görürüm, fakat inandırıcı olmalıdır. Bütün bunlar doğru karşılık istiyor. Umarım bütün parti bünyesindeki adım atmalar, her türlü partileşme, örgütleşme ve savaşma sorunlarına cevabınız artık böyle olur. Bütün bunlar emirden anlayanlar için bir emir, tavsiyelerden anlayanlar için birer tavsiyedir. Acaba değerlendirmelerimiz etkili olamıyor mu? Bu değerlendirmeleri çok tekrarlamamıza rağmen neden tam ve doğru kavrayamıyor, son derece keyfi yorumlara tabi tutuyorsunuz? Ordulaşma üzerine, askerleşme üzerine doğru şeyler kadar olumlu şeyler de söylendi. Sizin gücünüz mü zayıf, çok mu yıpranmışsınız, yaşınız mı elvermiyor, anlayamıyorum. Çok mu keyfisiniz, yanılgılarınız çok köklü de ben mi göremiyorum, güçlenme imkanını kendinizde yaratmamanız başka bir izahat mı gerektiriyor? Çok aşırı taleplerde mi bulunuyorum? Aslında bunları da tartışmaya açtık, fakat böylesi bir tartışmayı geliştiremediniz. İyi niyetli olmak, işin küçük bir yerinden tutmak da yetmiyor. Her gün olup bitenler göz önüne getirildiğinde; gelişmeler size gerekçesiz ve koşulsuz olarak görevlerinizi alıp sürüklemenizi dayatıyor. Bunun başka türlü olması imkansızdır. Bize bağlılığınızdan tutalım gerçeklere yaklaşımınızda inisiyatif yoksunluğundan, neyi, nerede, nasıl tutup sürükleyeceğinize kadar belirsizlikleri yaşıyorsunuz.
Güncellik tam bir ordulaşmayı, hem de çok süratli ve çok başarılı bir ordulaşmayı dayatıyor. Fakat irtibata, istihbarata, denetime, eğitime, örgütlenmeye baktığımızda çok zayıf olduğunu görüyoruz. Eğitilmiş gücü bile savaştırmaya bakıyorsun, o da çok zayıf. Üslendirme çok ağır bir şekilde ihmal ediliyor. Yine kitleye yaklaşım ihmal ediliyor. Bütün bunlar hep kayıplara yol açıyor. Kuşkusuz yenilmiyoruz, ama işi uzatmalı kılmazsak, işe tüm ağırlığımızla yüklenmezsek yenilgi kaçınılmazdır. Savaş, komuta gücü, önderlik gücü istiyor. Sanıyorum en kötü yanılgılardan birisi, baştan beri bu işi bütün ağırlığıyla benim yüklenmem oldu. Bu konuda bize yönelik oportünistçe yaklaşımlar hayli etkili oldu. Alanlara, ilişkilere ve görevlere hep sağ yaklaşıldı. Benim bir yönetim, idare etme durumum var, buna yanılgılı yaklaşılınca, bu çok köklü yanlışlıklara yol açıyor. Emredici pozisyon fazla kavranılmamış, yürütme pozisyonuna fazla dikkat edilmiyor. İnisiyatif denilen olay, aslında ya intiharvari ya da sağcılık biçiminde kendini sergiliyor. Bunu aşmalıyız.
Bizim için en temel sorun, ülke topraklarının fethedici alanlarında çalışmayı hakkıyla sergileyememektir. Dağlar mı azdır, ilişikler mi azdır? Yıllardır kimse oralarda yaşamadı mı? Yaşadılar da düşman gelip her noktayı işgal, istila mı etti? Hayır. Yıllardır en ücra dağlarda ve düşmanın uzanamayacağı yerlerde yaşanıyor. Hatta halkla en yakın bağ içinde korunabiliyor. O zaman eğitmeyen, işleri geliştirmeyen kim? Bunu görmezlikten gelemeyiz. İşler içeride hem çok gelişebilir, hem de genişleyebilir. Zaten sorunumuz da buradadır. Biz ülke içindeki birçok alanı kullanamıyoruz. En tehlikeli yaklaşımlar ülke içi alanlara karşı sergilendi. Yetmezlik ve yanılgı burada. Bana dayanmakla, bana yüklenmekle bu iş yürümez. Halen herkes en iyi kadroyu benden istiyor. Bu bir yanılgıdır ve bunun önlenmesi gerekiyor. Sanıyorum bu, sağa yatmayı da beraberinde getirdi, sonuçta her şeyi buradan bekleme tutumunu ortaya çıkardı. Hep "en iyisi oradan gelir, en iyi başarılar oradan sağlanır, orası öyle kaldıkça belimiz yere gelmez" gibi anlayışlar içinde kalındı. Veya çoğu da fark etmeden bu durumu yaşıyor. Savaşın bu biçimde dışa dayanması, nereden bakılırsa bakılsın sakıncalıdır. Bunu aşabilmeliyiz. Ülkede imkanlar daha fazladır. Burası imkan itibarıyla dardır. Güçlü bir biçimde ordulaşmak isteyenler, bu orduyu dışarıdan kuramazlar. Böyle bir ordu en iyi bir biçimde, ancak savaş içinde ve günlük görevlere bağlılık temelinde kurulur. Bu güç gösterilmelidir. Ülkeye yöneliş, ülkeye giriş böyle bir ordulaşmayı garantiye almalıdır.
Savaşa karşı muazzam bir tutuculuk var. Savaşı savaş olarak kavramak, adımları da savaş adımları olarak atmak tutuculukla karşılanıyor. Halen garip bir savaşçılığı yaşıyoruz. Aslında yürek, cesaret, fedakarlık var, ama savaşın kendisi yok. Örneğin gerilla için birçok olanak var. Üs, mevzi tutulmuş; sayı, nitelik tamam, ama yine de savaşın kendisi, somutlaşması yok. Bu konuda bir çelişki yaşanıyor. PKK'nin fedakarlık, cesaret, hazırlık düzeyi felaket savaştırır. Fakat savaştıramıyor, bunu bizzat savaşı yürütmesi gerekenler engelliyor. Hem de iyi niyet, hatta taktik adına yapıyorlar. Savaş komutanlığı deli dolu bir ifade üslubu gerektirir. Sürekli hamlecidir, ataktır. Fakat bu yok; planlar ikircikli ve ertelemecidir. Bu da savaşta ölüm demektir. İnisiyatif yok, ferdiyetçilik var. İnisiyatifin olması gerektiği yerde ise bol bol ucuz laf var. Bunlar savaşla alay etmek demektir. Birbirinize fazla takılıyorsunuz, birbirinizi güçlendirme değil, daha çok tıkatma gibi bir yöntem seçiyorsunuz. İnsanla ne yapılır, insanlarla işler nasıl ilerletilir değil, nasıl engel olunur yöntemi seçiliyor. Her sorumlu arkadaş diğer arkadaşın gözüne büyük bir engel olarak görünüyor. Halbuki o büyük bir engel değil, büyük bir yardımcıdır. Ama yaşanan, birisinin diğerine göz dikmesi ve onu engel olarak görmesidir.
Birbirine dayanması gerekenler, güç vermesi gerekenler birbirlerini engel pozisyonunda görüyorlar. Savaşın bu anlayışla gelişmeyeceği açıktır. Kızgınlaşan ortamın, artan olanağın her düzeyde değerlendirilmesi kadar, tıkanmanın nedenlerini, savaşı bir türlü rayına oturtamamanın önündeki anlayış ve tutumları görmek çok önemlidir. Bu yaklaşım sizde bütün olumluluğuyla gelişip ifade bulmadı. Bir taraftan bu işi ilerletme iddiasında görev alacaksınız, ama diğer taraftan da yöntem ve iradenizin neye kadir olup olmadığını bilmeyeceksiniz! En önemlisi de imkan ve olanakları devrimci yaratıcılıkla ele almaktan uzaksınız. Birbirinize mi takılacaksınız, yoksa sizde kolektivizm mi gelişecek? Bunu, bir kişinin iradesi ilerletebilir mi, bu irade gösterilecek mi veya bireysel irade daha fazla iş yapabilir mi, buna ihtiyaç var mı? Kolektivizmle daha fazla iş yapılabilir, peki bu sağlanmış mıdır? İşte bütün bunlar belirsizliklerle doludur. Burada yaklaşımlardaki yetersizlikleriniz ortaya çıkıyor. Saflara hızlı bir akışın olduğu bu dönemde, bunların belirsizliklerle dolu olması büyük bir felakettir. Birçok kaybın esas nedeni budur ve artık biz bu kayıplardan esef duyuyoruz. Bunlar savaş kayıpları değil, savaşmama kayıplarıdır. Bu, kabul edilemez ve sorumlusunu da yargılamaya götürür, ihmalkarlıklar hesap vermeyi gerektirir. Artık bunu kavramak zorundasınız. İhmalkarlıklardan dolayı her gün onlarca kayıp veriliyor. Yaşadığımız son kayıpların yüzde doksanı kaza sonucu verdiğimiz kayıplardır.
İşte bunlar insanı suçlu konuma getirir. Bunlar neden tekrarlanıyor, bütün bunlardan neden ders çıkarılmıyor? Neden tedbiri alınmıyor ve o kadar kayıp veriliyor? Böyle bir durumda, “ne biçim komutansın” diye sormazlar mı insana. Basit hatalarla onlarca kişiyi kaybetmeyi kabul edemem. Bunlar en ağır cezayı gerektirir. Sorumluluğu ne sanıyorsunuz? Onlarca can gidiyor; bir canın daha gitmesinin ne anlama geldiğini bilmelisiniz. Bu tür kayıplara neden olanlar için eskiden de çok ağır ifadeler kullandım. Bunları niye yapıyorsun, niye uğraşıyorsun, ne derdin var? Ordu içinde bunlar olmaz. Ordu içinde böyle ihmalkarlıkları değme kontralar bile yapmaz. Bilindiği gibi, saflarımızda öylesine acayip tipler ortaya çıkıyor ki, insanın tüyleri diken diken oluyor. Düşman bu tip savaşa umut bağlamış. Adına ne denilirse denilsin; ister hasta, ister deli denilsin bu pratikler kesinlikle kabul görmez. Beş kişiyi tarıyor ve öldürüyor, bunları gidip düşmana kendini kabul ettirmek, belki de bir kaşık çorba için yapıyor. Peki akıllılar nerede? Düşman dağda keklik gibi avlıyor. Düşmana darbe vurulamaz mıydı? Eğer düşmana yüklenilse, onun dağda durması imkansızdır. Yani her dağ biraz değerlendirilse düşman hiç bir yerde barınamaz. Eski pratiklerinizin altını eşelediğimizde böyle olduğu görülecektir. Dağlarda var mıdır, yok mudur belli değil. Aylardır savaşa hiç yaklaşılmamış. Peki orada sen ne arıyorsun? Bu artık eleştiri veya özeleştiriyle izah edilemez. Ağalık yapmak istiyorsan git başka yerde yap. Küçük burjuva özlemlerini konuşturmak istiyorsan git başka yerde konuştur. Senin bu yaşadığın nedir? Savaşmak istiyorsan doğru dürüst savaş. Burada söylenmesi gereken iki doğru sözdür. Birisi çıkıp da bu iki sözü söyleyemiyor.
Daha sonra eleştiri ve özeleştiriyle geçiştirilmeye çalışılıyor. Halbuki hemen tavır konulmalı, gerekirse özeleştiriye, gerekirse uygulamaya tabi tutulmalıdır. İnsan kendisini bu kadar basitleştiremez! Göz ucuyla görülecek yanlışlıklar, düzeltilecek hususlar var. Bunları görmek deha olmayı gerektirmez. Bunlar basit müdahaleler, günlük basit uygulamalardır. Savaşmadan biz savaşı nasıl ilerleteceğiz? Dağdaki bu kadar insanı nasıl besleyeceğim? Hepsini aylarca, yıllarca eğitiyorsun, o gidip aldığı yetkiyle sağda, solda lafazanlık yapıyor, onunla geçinmeye çalışıyor. Biz burada böyle mi geçiniyoruz, burada imkan ve olanakları böyle mi kullanıyoruz! Bize gözü kara bakmakla, bizi aldatacaklarını, bizi korkutacaklarını mı sanıyorlar? Bu mümkün müdür? Sen söz verdin, şeref sözü verdin, kendine saygın olmayacak mı? Sizi yargılayıp ille de üslubu, adabı elden kaçırarak ilkelerimizi istismar mı edelim? Zaten düşman da bunu bekliyor. Ben öyle güçsüz ve sizlere muhtaç değilim, bana muhtaç olan sizsiniz. Kişiler söz konusu olduğunda Önderliğin pozisyonu kesinlikle böyledir. Kendinizi yakmayın, sahte önderlikler dayatmayın. Sizin gücünüz yok, olsa da pozisyonunuz bu değildir. Hiç olmazsa pozisyonunuzun ne anlama geldiğini bilin. Bu konuda bir siyasi terbiye, bir askeri terbiye almış olmalısınız. Yıllardır doğru dürüst bir terbiyeyi almamışsanız, kimse sizi dikkate almaz.
Kendinize
bu anlamda yönelmelisiniz. Sonradan duyacağınız pişmanlık fayda etmez. Doğru kararlaşın, yaşamınıza saygılı olun. Yani düşmanın bu kadar acımasız darbeleri altında geçirilen yaşama büyük saygı duymalısınız. Birbirinizin yaşamına büyük değer biçin. Gerillasınız, birbirinizi geliştirin. Sizinle başka türlü nasıl tartışacağımı bilemiyorum. Ağır ve yetmez bir üslubu kendinize yakıştırmışsınız. Bunlar karşısında zorlanmam halinde, onlar beni bırakmasa da ben onları bırakırım. Ben düşman karşısında kaçan biri değilim, ama sizin karşınızda zaman zaman kaçmayı düşünüyorum. Çünkü insanlar çekici olmadıkları, birbirlerine hangi bağlarla bağlı olduklarını bilmedikleri müddetçe birbirlerinden kaçmak zorunda kalırlar. Birbirini idare etmek kötü bir yönetim biçimidir. Yaşadığımız devrimci savaş birbirimizi idare etmeye fırsat vermiyor. Basit bir idareci anlayış çok kötüdür. Ama orta yerde, hakim olan da budur. En ucuzundan birbirinizi idare etmeye çalışıyorsunuz. Bu, rezil bir şeydir. Bundan neden vazgeçmiyorsunuz? Çok zorunlu görevlerle birbirlerinize muhtaç olduğunuzu düşünmüyorsunuz. Daha da fazlası baştan savma bir yaklaşım söz konusu. Biz böyle değiliz. Bizde bu bağlar, bu ilişkiler böyle oluşmuyor. Kaldı ki, ilişkilerin böyle basit şekilde gelişmemesi gerekir. Sizler de bu tür durumlarla mutlaka karşılaşacaksınız. Bu durumu kabul ettiğinizde kendinizle çelişmiş olursunuz. Kaldı ki, bu sizlerden kaynaklanmayabilir, ama başkalarına ortak olmak da, seyirci kalmak da aynı derecede suçtur, suça ortak olmaktır.
Görevler sizi sorumlu kılar. Neden anlamayacak, neden sorumluluk düzeyinizi böyle değerlendirmeyeceksiniz? İnsan bütün bunlar içinde kendisini biraz tanır, rolünün anlamını, önemini çok iyi kavrar ve yürür. Kendinizi aldatmayın! Sizin devrime bir şeref sözünüz vardı, bu sözün ne anlama geldiğini biraz bilin. Bu küçük hesapları, aldatma ve sahte şeyleri bırakın. Devrime verdiğiniz söz neydi? Ona biraz hakkını verin. Bu, büyük ve sizi çok zorlayacak bir talep değildir. Bu, lafta da olsa bağlı kalmaya ant içtiğiniz temel sözünüzdür. Böyle yaklaşırsanız, gittiğiniz her yerde işler yürür; hem de bu kadar saygıdan, bu kadar yıldan, bu kadar hazırlıktan sonra işler daha fazla yürür. Artık yürümeyi doğru bilmekten başka seçeneğiniz yok. Yoksa başka türlü yaşayamazsınız. Bazı arkadaşlar kendilerini önemli sorumluluklara layık görmeli ve bu sorumluluklara kendilerini layık hale getirmelidirler. Bu işler böyle yürür! Ben şimdiye kadar sorumlulukları sizlere bu denli hatırlatmadım, ama bu benim duyarsızlığımdan veya sorumsuzluğumdan değil, sizlerin daha anlayışlı olabileceğiniz beklentisi içinde olmamdandı. Bu işlere biraz can alıcı yerinden yaklaşmayı bilin. Kendimden çok size acıyorum. Siz bu halinizle kendinize saygınlığı zor kazanırsınız. Girdiğiniz sahte yaşamı da zor aşarsınız. Gerisi benim dediklerimde gizlidir. Bizi ölüm de kurtaramaz. Bizi ancak başarıyı esas alan doğru çalışma tarzı, doğru vuruş tarzı kurtarır. Şimdiye kadar biraz çocuktuk, amatördük, sağ sol hastalıklarımız vardı, ama hiç olmazsa bundan sonra sağlam yürüyüşümüzü tutturalım.
Uluslararası alanı da en son sınırına kadar zorlayarak sizlere hizmet etmeyi sürdürüyoruz. O açıdan günleriniz boş ve sıradan geçmemelidir. Geçmiş alışkanlıklarınızda inat edip, onları kesinlikle bir tıkanma nedeni olarak görmemelisiniz., ancak savaşçıların eliyle öncülük rolünü Yaklaşımları verimli ve gerçekçi kılma, sizi daha fazla başarılı bir sonuca götürür. Bundan aşağısı da vurguladığımız gibi hayatınızı adadığınız bir devrimcileşme fırsatının elden gitmesine neden olur. Buna fırsat tanımayın. Eski yaşam tarzı, eski alışkanlıklar bazen düşman kadar engelleyici oluyor. Bunlar aşılmalıdır. Sizde savaşan bir kişilik, hem de çağlayan gibi bir kişilik sökün etmeli. Gittiği her yeri yürütebilen bir kişilik, savaştırabilen bir kişilik Önderlik çabalarının bir sonucu olarak sizde gerçekleşebilmelidir. Kısacası bu size bağlıdır. Verilenler bütün bunları sağlamaya yeterlidir. Almasını bilirseniz, böyle savaşçılar olabilirsiniz. Halkın da böylesi savaşçılara şiddetle ihtiyacı vardır. Partioynayabilir. Başka türlü mümkün değildir. Başka hesaplar, başka tutumlar on yıl da devam etse daha kötü başarısızlığa götürür ki, o da bir insanın kendisine yapabileceği en büyük saygısızlıktır. Bunlara hiç birimizin hakkı ve ihtiyacı da yoktur.
Doğru Yaşamak, Doğru Katılmaktır;
Bahar devam ediyor, baharın ortasına doğru gidiyoruz. Baharı; ülkemiz, halkımız ve tarihimiz için bir bahar haline getirelim diyoruz! Her geçen günün Newroz gibi olmasına özen gösteriyoruz. Umarım sizdeki gelişmeler de hatasız, eksiksiz ve doğru bir şekilde gidiyordur. Böyleyse bizim yaşamımızın bir anlamı olur, sabırla tahammül edilir. Aksi halde tahammül etmek mümkün değil. Unutmayın ki, üzerinizde hakim olmak isteyen iradeler var. Düşman iradesi etkili olmak istiyor, dost iradesi vardır, o da etkili olmak istiyor. Bir de bizim irademiz var, bizim irademiz ise tam sonuç almak istiyor. Bunlar iyi anlaşılmalıdır. Bu değerlendirmelerimiz doğrultusunda ruhta bir gelişme sağlanmalıdır. Sizi, çocukluğunuzdan tutup birçok hamleye kattım ve bugüne kadar getirdim. Bu dönem için şunu belirtebilirim: Şimdiye kadarki bütün katılışınız bir yana, bu katılışınız bir yana. Hepsi geçmişte farklıydı, ama bugün ancak belirttiğimiz temelde olmalıdır. Bizim için çok şey söylendi. Bazıları yaşamı farklı bir biçimde ele alıyor. Biz de değişik bir biçimde ele alıyoruz. Sizin yaşamınızı da ele aldık, yönlendirdik ve bir yerlerden bir yerlere getirdik. Yine de iddialıyız ki, doğrusunu yapmışız.
Ben rüyada yaşamadım, gençliğimi de; maddisini de, manevisini de yaşamadım. Benim gerçeklerim çok açık. Size hiçbir zaman yaşam bırakılmamıştı. Size yaşam adı altında bırakılanlar küfürdü, zehirdi. O halde küfrü ve zehri yaşatmamam iyi olmuştur. İçecekseniz, zehir değil şerbet içebilir, küfürle değil, doğru sözle yeni yaşama yol açabilirsiniz. Altmışından, yetmişinden sonra bize katılanı tanımalıyız. Doksan sekiz yaşındaki değerli Melle Abdullah, çok coşkuluydu ve çok candan katıldı. Demek istediğim doğru yaşamak, doğru katılmaktır. Oysa hayatınızın ilk yarı çağındasınız. Yaşam andınız şudur: Vatan kazanılır, özgürlük kazanılır; kendimizi kazanırız, birbirimizi kazanırız, aşkı kazanırız. Yaşam andınız bu olsun, başka hiçbir yanlış anlayış çıkarılmasın. Ne bireycilik, ne hiçlik, ne intihar ne de keyfilik olsun. Yaşama karşı olan büyük saygımla mücadeleyi buraya kadar getirdim. Yaşam uğruna, insanın en güzel yaşama nasıl layık olduğunu kıstas aldım. Ayrıca içinde hiçbir mazerete, bahaneye sığınmadan bu noktaya kadar getirebildim. Bu, önemli ve bağlayıcıdır. İnsanın kendini yaşamasına fırsat vermiyor. İşler sağlam gidiyorsa, senin yaşamın da iyi olabilir. Eğer bu cephe çalışmıyor, ordu savaşmıyor, değişmiyor, buna rağmen “ben yaşamın yolunu bulurum” diyorsan, sen hiçbir şey bilmiyorsun demektir. Bunlar bizim gerçeklerimizdir, bunları ben icat etmedim.
Tarihin önümüze koyduğu ve bizim de çözüm gücü olmaya çalıştığımız gerçeklerdir. Bunlar, sadakatle, büyük bir direniş ruhuyla devrim lehine değiştirmeye çalıştığımız gerçeklerdir. Sanıyorum birbirimizi anlıyoruz. Gelen eleştirilerden herkes kendisine eleştiri okunu yöneltmesini bilmeli ve aynı zamanda eleştiri okunu başkalarına, doğru bir şekilde yöneltmesini de bilmelidir. Herkes okun ucunu tedavi etmesi gereken yarasına çevirmelidir. "Bana ne, benim için değildir" demeyelim. Eleştiriler bir kişiye özgü değildir, genel ve herkese özgüdür. Ben bile kendimi yeni şartlar altında değiştirmeden yaşatamayacağımı düşünüyorum. Burada da olsa yeni hamleler için sağlam bir pozisyona getirmeliyim diyorum. Bu hepimiz için geçerlidir. Genç olmayı, karar vermenize bir engel, bir bahane olarak ileri sürmemelisiniz. Hatta tecrübesiz olmanız bile çok sağlam işleri birlikte kararlaştırmaya engel olarak ileri sürülmemelidir. Gençler de tarihi meseleleri gündemleştirip kararlaştırabilirler. Kaldı ki biz o kadar genç de değiliz. Bu işler tam bize göredir. Süreç, ne çocukluk, ne de gençlik sürecidir. Tam bir olgunluk sürecidir. İşleri tartışıp karara bağlama sürecidir. Bu gerçeklerimiz temelinde ne isterseniz biz hazırız. Kişi olarak kendimizi devrim arenasının içine atmışız. İstenilen savaş türüne hazırız. Yeter ki sormasını, görmesini bilin! Savaşı dıştalayan, savaştan kaçınan, uygun görülen yol ve yöntemden habersiz olan yok. Biz varız, ortadayız ve her şeye ulaşırız.
Bir ihtilalci kendisine sınır koymaz. Tabii yaramazlık da yapmaz, kendisini de tıkatmaz. Karşınızdaki devrimcilik, kolay kolay kontrole alınacak bir devrimcilik değildir. Bunu dost da, düşman da bilir. Bunu siz de biraz bileceksiniz. Bu devrimciliği düşman engellemek, dost da kendine göre kullanmak ister. Bütün bunlar sizlere ulaşmak içindir. Ne düşman gibi engellemek, ne de dostlar gibi kendi sınırınıza çekme gibi bir isteminiz olabilir. Çünkü siz devrimcisiniz. PKK, sıradan bir yaşama karşı savaşım demektir. PKK bugün ayaktaysa, biraz bu yaşama karşı duyduğu kinden dolayıdır. Yani görev alacaksınız, bazı sorumluluklar üstleneceksiniz. Ama yaşayacağınız sorunlar şimdiden çok açıktır. Savaşmayın, sorumluluk almayın demiyorum, sizi sert eleştirmek de istemiyorum, ama gerçekler de ortadadır. Bunlardan hiç birimiz kendimizi kurtaramayız. Savaşmadan büyük kayıplar vermek normal bir olay mıdır? Bizde kayıpların yarısı silahına bile el atmadan gerçekleşmiş kayıplardır. Gerilla silahına el atmaz olur mu? Bunu da sözümona rahatlık getiren tarzından dolayı yapamıyor. Siz, böyle bir niyeti gördünüz mü anında param parça etmelisiniz. Kaldı ki, bunu isteyenler komutanlığa, şuna buna layık değildirler. Olan bize oluyor. Söz veriyoruz dediğiniz için bunları belirtiyorum. Bu ne biçim söz vermedir! Halen onu anlamış değilim.
Bu tür savaşçılıkları normal görmüyorum. İrtibatları, ilişkileri; lojistiğinden tut yer altı mevzilenmesine kadar hep tehlikelerle dolu; en tedbirsiz ve gerekleri yapılmayan şeylerle dolu. Siz de bunlara alet olursanız bu, hiçbir şey anlamamışsınız demektir. Güç getiremezseniz yine hiçbir şey anlamamışsınız demektir. Bu konuda kıyameti koparmalıyız. Gidenler geri gelmiyor. Gidenler bir halkın umududur. Gidenler çok değerli varlıklardır. Size namus nedir diye sorsam ağrınıza mı gidecek? Namus, bu değerlerin böyle ucuz elden gitmemesidir. Sorumluluk, söz verme, kolay boyun eğmemektir. Kıyamet koparılması gerekiyorsa kıyamet koparmaktır. Olmaz böyle gidişat, olmaz böyle görev ve böyle zihniyet. Bilgi gerekiyorsa, istihbaratla ilgili bilgi kanallarınızı açık tutun; kim nerede, ne yaşıyor ve ne yapıyor? Zamanında bunları görün ki, önleyebilesiniz. Yapmasanız cani olursunuz. Sorumluluğumuz altında böyle şeyler çıktı mı insana canisin derler. Bunlar gerçek sorumluluktur. Kendinizle, gerçeklerimizle oynamamalısınız. Her zaman, savaşın sorumluluğu omuzlarımızdadır diyorum. Bizim insanımız provoke edilmiş insandır. Kendi haline bırakırsan birçok şeyi infilak ettirir. Madem "varız, hazırız" diyorsunuz, ben de size, var olabilmeniz yaşanan hataları affetmeyen bir yaklaşımın sahibi olmanızla mümkündür diyorum. Burada “ulaşamadım, yetişemedim” gibi sözcüklere yer yoktur. Zaman var, zemin var. İğne ucuyla kazın, kazmayla kazın ve bunlar var olmanın, istekli olmanın doğal sonuçlarıdır.
Bu anlamda size; eğer biz sizi anlayamadıysak siz bizi anlayın diyorum. Bir şeyler yaptığınıza eminim, ama bu nasıl yapmadır? Yeterli mi, yetersiz mi; karşılıyor mu, karşılamıyor mu? Bu noktalar çok önemli. Bir şeyler yapıp yapmama çok daha önemlidir. Ben bunun anlaşılmasını istiyorum. Böyle gafletlere fırsat vermezler. Biri verir, ama diğeri vermez. Bu anlamda diyorum ki, kendinizi yeniden kararlaştırıyor, tekrar devrimin andını içiyorsunuz. Savaş ve örgüt gerçeklerimize doğru yaklaşalım. Gidenler candır, gidenler muazzam çabaların ürünlerinin hiç yoktan elden gitmesidir. Buna fırsat vermemek; doğru katılım, doğru kararlaşma ve doğru yürümekle mümkündür. Dürüstlüğünüze bir şey demiyorum, ama bunun gerekleri de ancak böylesine zorlu bir savaşta örgüt ve yönetim gücü olmakla yerine getirilir. Dürüstlük, var olma bu çerçevede anlam ifade eder. Çok tekrarladım ve tekrar vurguluyorum, gerekirse bin defa daha vurgularım. Biz savaşı böyle örgütlemedikçe, böyle karşılamadıkça, tüm gücümüzü sarf edip buna göre şekillenmedikçe başaramayız. Alışkanlık, tutuculuk değil, mücadele ne istiyorsa onu kendimizde yaratmadıkça bu işte mahvolmaktan kurtulamayız. İyi yapalım derken ya başkalarının ya da kendi eğilimimizin yetersizliği ve yetmezliğinden ötürü sonumuzu getirmekten kurtulamayız. Herhalde bu da içine girilecek en kötü, en hazin sonuçtur. Bunu kendimize, yoldaşlarımıza, halkımıza layık görmeyelim. İmkan eldeyken, fırsat, tedbir eldeyken sonuna kadar çaba gösterelim. Yaşama, kendinize saygı; partimize bağlılık ve saygı budur.
Eğer bize de sıradan bir bağlılık varsa ancak böyle kavranılıp uygulanırsa bizim için bir anlam ifade eder. Ben tekrar bütün bu olup bitenlere, verdiğimiz kayıplara rağmen işlerimizin üzerine doğru bir tarzda yürüme kararlılığımın kesin olduğunu, dıştan bize dayatılan her türlü özel savaş yöntemleri kadar, içten de her türlü yetmez tutum ve alışkanlıklara karşı da kararlı, sonuç alıcı olacağımı belirtiyorum. Bu temelde sizlerin de bu muazzam yürüyüşe ve savaşıma hiç olmazsa yalnız kendimizin değil, bütün partinin içinde olup bitenlerden en iyi dersleri çıkararak doğru savaşma, doğru örgütlenme, sıradan bir katılım kadar en üst düzeyde bir sorumlulukla işlere bundan sonra böyle bir yaklaşım gücü göstermenizi istiyorum. Bu temelde savaşı başarılı kılmanızı hem yoldaşça bir dilek, hem de artık emir komuta biçiminde yürümemiz gereken bir aşamayı da göz önüne getirerek emredici bir tarzda yürümemiz gerektiğini belirtiyorum. Her zaman belirttiğim gibi, ancak böylesi yürüyüşlerin kazanma şansı vardır. Bizim kazanmaktan başka küçük bir mola şansımızın bile olmadığı, yoğun savaşmaktan başka bir çaremizin olmadığını tekrar vurgulamak isterim. Yaşam başka türlü kazanılmıyor.
Tarih, uluslararası gerçeklik, özgürce dilediğimiz gibi bize henüz fırsat ve imkan yaratmamıştır. Bu iş, daha çok bizim söylediğimiz gibi savaşarak kazanılacak bir olgudur. Görüyorum ki, sözde buna talip oluyorsunuz. O halde neye, nasıl talip olduğunuzu biraz daha derinden anlayarak, yanılgılardan oldukça kurtulmuş, en tutucu alışkanlıklarınızı bile gerekirse yıkarak yeniden yaratma gücü göstermelisiniz. Bu temelde kazanmaktan başka bir şansı kendinize tanımamalısınız. Başarılar diliyorum.
HALKLAR ÖNDERİ(3.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER