ÖNDERLİK GERÇEĞİ, BAŞARIYA KİLİTLENMEKTİR
Önderlik “Nasıl yaşamalı’dan “nasıl savaşım”a geçişi gerçekleştirdik. Özgürlük bir anlamda bu soruya cevap vermekten geçer. Öyle bir yaşam ki, içinde öz kimliğinle, öz iradenle sana şeref, onur getirebilmek kadar, maddi olarak da varlığını üretebilecek her koşuldan yoksun isen, o zaman bu nasıl bir yaşamdır diye adam akıllı düşüneceksin. Eğer kabul edilemez bir yaşam ise, peki bunu kabul edilebilir bir yaşama dönüştürebilmek için ne yapmak gerekiyor? Hemen işte orada devreye girecek olan nasıl mücadele, nasıl savaş sorusudur.
Bunun için de madem yaşamak istiyorsun, bütün insanlık yeteneklerini inceleyeceksin, kendinde eriteceksin, isyanın haline getireceksin ve böylece çare konusunda adımlar atacaksın. Bunun anlaşılmayacak hiç bir yönü yok. Burada belirleyici olan, kitaplarda savaş üzerine yazılan çok kapsamlı düşüncelerden ziyade, yaşadığın acımasız yaşam koşullarından yola çıkarak kendi yaşamsal sorunlarına cevap aramaktır.
İnsanoğlu teori geliştirir, fakat çoğunlukla bir doğmalar yığını halinde onun kolunu-kanadını bağlar. Öyle anlaşılıyor ki, sizi daha çok yaşadığınız gerçeklik temelinde yaşam sorunuyla karşı karşıya getirmek, kitaplardan daha fazla öğretici olacaktır. Dogmalar bizim toplumumuzda çok etkilidir ve esas görevi de saptırmadır, çarpıtmadır. Alışkanlıklar da aynı rolü oynar.
Burada yapabileceğimiz en önemli çalışma, gerek bu güncel düzenden kaynaklanan dogmalar, gerekse yüzyıllardan gelme dogmaları irade üzerinde etkili olmaktan çıkarmak ve canlı yaşamsal denilen yaşam sorunlarıyla kişiliklerinizi karşı karşıya getirmektir. Başka tür bu kadar yaşamdan uzaklaştırmış birimi, bireyi, onun toplumunu özgür iradeye, yaşama doğru çekmek pek mümkün gözükmüyor. O halde şu anda Kürdistan’da ve bu halk adına içinde adı, ünü, çabaları çok duyulan ve yol açtığı etkilerle, hatta savaş tarzıyla günlük olarak yaşamın ve savaşımın her türünü ortaya çıkarmaya çalışan bireyi tartışmak çok öğretici olacaktır. Yaşam tarzında kendini sorgulayan ve gerekirse en kapsamlı bir savaşa cesaret eden bir birey hiç şüphesiz her kitaptan daha okunmaya değer bir kitaptır. Veya tartışılmaya, sorgulanmaya, hesap sorulmaya, hesap verilmeye değer en canlı kaynaktır.
Yapmanız gereken, özgür bir yaklaşımla olup-biteni anlayabilmektir. Bir şeyi yapabilmek için anlayabilmek şarttır. Bu konuda kendinize verilmiş sözlerinize bağlı olmayı bilmeniz lazım. Hiçbir bireycilik, bencillik bundan daha değerli olamaz. Veya o bireyciliğin bile bir anlam ifade etmesi, bu bireyin değerlendirilmesinden geçer. Oldum olası biz kendimizi müthiş sorguladık ve sorgulamaya dönüştürdük. En büyük tutkularımızdan birisi, insanımızın dilini açmak, soru sordurmak ve ona cevap vermekti. Derler ki; “insan konuşan bir hayvandır” işte bu konuşma yeteneğini kaybedersek, demek ki insan olamayacağız. Ve düşmanın da yaptığı zaten bizi konuşan hayvan olmaktan çıkarıp konuşamaz, yani bayağı hayvan haline getirmekten ibarettir. Öncelikle bunu kırmaya çalıştık.
Büyük konuşma gücünü kazanmak, insan olmadaki ısrarı gösterir.
Papağanlar ancak sahiplerinin öğrettiği bir kaç kelimeyi tekrarlayabilirler. Düşmanın kendisi için öğrettiği kelimeleri biz konuşma olarak değerlendiremiyoruz. İnsan konuşması öz gerçeğini ifade etmeye dayanır. Bunu gerçekleştirmeye çalıştık. Ve bu da çok önemlidir.
Konuşma, savaşın başlangıcıdır. Konuşmasını bilmeyenler savaşmasını da bilmez.
Etkili bir hatip savaşın önemli bir doğurgaç kaynağıdır.
Nerede etkili hatipler varsa, orada kavgalar da vardır.
Suskunluk, dilsizlik ezop dili nerede gelişmişse, orada kavga durmuştur. Basit, düşkün seviyede bir yaşama herkes razı olmuştur. Boşuna Roma’nın etkili hatiplerinden bahsedilmez. Yine İslam’ın çıkış sürecindeki büyük hatiplerinden, hutbelerden boşuna bahsedilmez. Bakın, nerede büyük savaşlar verilmişse, orada çok büyük hatipler öncelleşmiştir, önceliği ifade etmiştir. Dillerine peseng çekilmiş olanların iradeleri de tutsak olmuştur. Dilleri karma karışık olan iradelerini de karmakarışık hale getirmişlerdir. Ve bu kişilerin mensup oldukları toplumlar, savaş gibi bir irade işini geliştiremezler.
Hatırlarımızdadır, biz ilk cümleleri başarılı söylediğimizde, kendi kendimize savaşı kazandık diyorduk. Savaş bizde de ilk önce sağlam kelimeleri söylemekle başladı. Hele kelimelerin bir de güzel anlamı oldu mu, dünyalar bizim olurdu. PKK savaşımı çarpıcı bir kaç sözle başladı. Ve tüm ortamları etkiledi. Günümüze doğru geldiğimizde kelimeler oldukça anlamlı bir savaşa dönüştü. Bu işin bir yönüdür. Başka yönleri de var. Öfkeler savaşı, kinler savaşı, sevgiler savaşı, arzular savaşı, güzellikler savaşı, hepsi kendi kulvarında anlamlıydı ve bizde sürekli gelişim gösterdi.
Hiç şüphesiz sizin halk olarak ve onun öncü gücü olarak en temel sorununuz, bu savaş boyutlarını kendinizde gerçekleştirmektir. Ona kendinizi yatırmayı bilmekten geçiyor. Konuşabilecek misiniz? Neyi, nasıl konuşacaksınız? Sorumluluğuna katlanacak mısınız? Gücünüz var mı? Sorgulamaya var mısınız? Tabii o polisteki kaba Türk sorgusundan bahsetmiyorum. Bu çok aşağılık bir şey sorgulamanın en aşağılık türü ve inkarıdır. İnsanı sorgulamak, eylemini sorgulamak, başarıyı sorgulamak, bundan bahsediyoruz.
Düşman boşuna dili yasaklamamış, yazıyı durdurmamış, hitabı kesmemiştir. Bunu başardı mı hayvandan daha beter bir kalabalık emrine hazır olur. Şaşılası bir şey sizin bu konularda kendinizi bu kadar etkisiz bırakmanızdır. Bu büyük desteğe rağmen, halen kendinizi bu kadar etkisiz bırakmanızı nasıl izah edeceksiniz? Büyük sorun! Bilimler çağı deniliyor, bilgi toplumu deniliyor ve korkunç bir bilinçsizliği bu kadar ısrarla yaşamayı nasıl izah edeceksiniz? Hem de en hayati konulardaki bilimi ihmal ederek yaşamaya nasıl cesaret ediyorsunuz?
Anlamaya çalışıyorum, yıllardır yaşama nasıl güç getirebildiniz? Sizi yaşatan değerler sizde nasıl kabul gördü? Öyle sanıyorum ki burada her şeyi kaybettiniz. Yaşanmayı mümkün kılmayacak değerleri kabul ettiniz. Sizi yaşatabileceğine kendinizi inandırdınız. Hatta hiç sorgulamadınız.
İslam’da haram-helal kavramı var, sanatta güzel-çirkin kavramı var. Bilimde doğru-yanlış kavramı var. Ahlakta iyi-kötü kavramları var. Siz bunların hiç birisini ayırt etme gereğini duymadınız. Ama bunlar çok temel kavramlardır. Ayırt etmediniz mi, insan olma, hele çağdaş toplulukların geldiği düzeyi yakalamak asla mümkün olamaz.
Tabii bilimi öğrenmemek, felsefeyi, hatta dini öğrenmemek de düşman gerçeğiyle bağlantılıdır. Düşmanı böyle acımasız olanın dini, bilimi, felsefesi olamaz. Dinsizdir, felsefesizdir, bilimsizdir. Ve çok açık anlaşılıyor ki, böyle olan bir topluluk da zor iflah olur. Ve bu topluluktan gelen bireyler de zor gelişir. Bu tehlikeyi biliyordum. Dinsiz, imansız olmamak bilimsiz, felsefemiz olmamak için inanılmaz çabalarımı hatırlıyorum. Biraz kavrayabilecek miyim, halen biraz kavradığımda yaşadığım olayları hatırladıkça, hep kenarından bir şeyler aldım diyordum. Hiç bir zaman kendimi ne dinden anlayan, ne felsefeden, ne bilimden anlayan birisi gibi görmedim. Haberim oldu o kadar. Din var, bilim var, felsefe var, bunlardan birazcık haberim oldu. Fakat özüne girişmedim. Bu konuda kendimi kesinlikle ileri düzeyde görmüyorum. Hatta sağlam kavradığımı bile hiç sanmıyorum. Aynı zamanda bu kadar zorda olan birisiyim. Ama sizin üzerinizde koyu bir cehalet var. Ben biraz fark ediyorum, aramızdaki fark da budur.
Siz korkunç bir cehaleti yaşam olarak sinenize oturttunuz. Ve yaşamaya cesaret etmekle büyük günah işlediniz. Hiç olmazsa yaşamı durdursaydınız, kendinizi kandırmasaydınız. Böyle acaba biraz tövbe etmeye, kendini ıslah etmeye niyetiniz var mı? Müslüman müminleri her gün boşuna “tövbe, ya Rabbi bizi affet” demezler. Onun bir nedeni vardır. Çünkü yaşam, giderek bizde affedilmez bir hal almıştır. Ve sembolik olarak ancak Allah’a yalvarışlarla idare edilir. Bir günah işlenmiştir. O, ne günahıdır? İşte bu söylediğim günahlardır. İnsanın mutlak ulaşması gereken din, felsefe, bilim ve onun doğurduğu pratik yaşam imkanlarından uzak olmaktır.
Günah böyle işlendi ve gırtlağımıza kadar bizi kirletti. Bunlar çok açık. Böyle yaşamaya, savaşmaya nasıl cesaret ediyorum? Biraz iddiam olduğu için ediyorum. Aslında bunu sorgulamak gerekiyor. Ben nasıl yaşamaya cesaret ettim? Daha doğrusu, yaşamın sizlerle farkını nasıl cesaretlice kendime biçtim? Ne zaman kritik anları yaşadım veya yaşamla savaş ne kadar iç içeydi bende? Gerçekten yaşayabildim mi, yaşamak için savaşı nasıl düşündüm, göze aldım? Ne zaman, nerede? Ve en önemlisi de, nasıl becerebildim? Ruh, yürek nasıl yeterli oldu? Neyle mümkün oldu? Bunları sorgulamamız gerekir. Sizin de bana biraz yardımınızın olması gerekiyor. Varsa gücünüz, dürüstçe, mümkünse biraz da mertçe, yiğitçe yardımcı olmalısınız.
PKK olayında da gerçekleşen budur. Şimdi dikkat çekici bir noktaya gelmişiz. Savaş sadece ulusal, sınıfsal değil, uluslararası bir boyuta da çıkıyor. Salt ideolojik değil, bütün eylemsel sahaları da kapsıyor. Buna şaşırmıyoruz, ama onun başarıyla yürütülmesi gereken önderlik, komuta sorunları vardır, taktik sorunları vardır. Savaş-yaşam bağlantısını doğru kurma sorunları vardır. Özellikle özel savaşıma karşı, devrimci savaşın yaratıcılığını yakalama sorunları vardır. Düz, kolay, yüzeysel bir mantıkla hiç ele alınamayacağını, yine zavallı, aciz bir iradeyle de sürdürülemeyeceğini anlama gereği vardır.
Bu konuda tutarlı, oldukça anlayış ve ciddiyete ihtiyaç vardır. Mevcut savaş olanakları her zamankinden daha fazla, hem bizi yaşatabilir, hem de istediğimiz kadar onu savaşla geliştirebiliriz. Bizlerin kendi kişiliğimizde size sunmak istediğimiz kabul edilebilir, anlamlı, adına özgür yaşam mı dersiniz, namuslu, onurlu yaşam mı dersiniz, ki mutlaka gereklidir, onun için ne kadar savaş gerekliyse, onun da bütün olanaklarını elinize, yetkinize vermek, bunu görüp değerlendirmek çağrısıdır. Bunun dışında hiç kimse yaşam sahtekarlıklarıyla kendisini aldatmamak kadar, ucuz savaşçılık yöntemleriyle kendi sonunu da getirmesin.
Sonuna kadar yaşamı bütün doğru yönleriyle, özgür ifadeleriyle ve gerçeğiyle kendimize yakıştırmak kadar, onun gerektiği kadar doğru savaşı, ilkede ve tüm araçlarında benimseyelim ki, bunları doğru birbirimizle kaynaştırıp verdiğimizde bu büyük çelişkilerimiz, hepimizi çok sıkan ve neredeyse nefes alamaz duruma getiren boğucu yaşam atmosferinden oldukça yüceltici, soylu, sonuna kadar güzelliklerle dolu yaşama, onun savaşımına ve zaferine geçelim.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (28 Şubat 1996)
YORUM GÖNDER