APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (40.BÖLÜM)
GÜÇLÜ BİR ANLAYIŞ SAHİBİ OLMAK YAŞAMDA İDDİA KAZANMAK DEMEKTİR
Belki size basit geliyor, ama siz en temel toplumsal kurallarla oynuyorsunuz. İlkel insanın o ilk oluşumundaki birliktelikten güç doğar. Dolayısıyla siz, toplumsallaşmak ilkesini de alt-üst ediyorsunuz. Neden olarak da, “benim kafam karışık, benim hesabıma gelmiyor, ben öfkeliyim, bunalımdayım” diyorsunuz. Doğru olan nedir, sizin hesabınıza gelen nedir? Bu sorulara cevap verin diyorum, siz onu da yapmıyorsunuz. Bu çözümsüzlüktür. Tabii çoğunuz da bunu düşmanın ağır etkisi altındaki ezilmiş, iflas ettirilmiş kişiliğinizi esas alarak sergiliyorsunuz. Benim en büyük eylemselliklerimin ve öfkemin kaynağı şuydu, basit bir ekonomik faaliyetten tutalım düşünsel faaliyete kadar bu işler daha fazla başarılı olabilir diyordum. Bu tarz yanlıştır diyerek her işte büyük bir çabaya giriştik. Şimdi bir bakıyorum ki, bütünüyle bir tarih olan bu çalışmalarımız karşısında siz, halen ilkel insanın bile içine girmeyeceği kuralsızlıklar yapmak kadar kendinizi kölece tutumlara zemin olarak sunuyorsunuz. İtirafçılara ve hainlere bakın, düşmanın bile istemediği kadar kendini onun hizmetine yatırıyor.
Düşman hiçbir zaman “gel böyle koruculuk, hainlik yap” demez. Onlar ise bu konuda birbirleriyle yarışıyorlar. Bu durumun bir başka biçimini siz şimdi bu şekilde yansıtıyorsunuz. Bu olup bitenler büyük bir cevap durumundayken, adeta “biz de bunu güçten düşürelim” yaklaşımını sergiliyorsunuz. Sergilediğiniz tutum ve davranışlarla bunu yapıyorsunuz. Bu çok büyük bir oyundur. Farkında olmadan aslında sahibinizi konuşturuyorsunuz. Kendini savunamayan insan objektif olarak efendisini savunur. Efendinizin de kim olduğu belli. Siz belki istediğim gibi olmazsınız, ama kendinizi dayatmayı da bana onaylatamazsınız. Şu çok açık ki, hiç olmazsa size karşı savunma yapıyorum. Nasıl ki düşmana karşı savunma yapıyorsam, şimdi de sizin tarzınıza karşı savunma yapıyorum. İşbirlikçi olmayacağım, sorumluluğunuzu almayacağım ve yaptıklarınıza alet olmayacağım biçiminde bir savunma. İşte bunu çok açıkça yapıyorum ki, bana dayanarak ne kendinizi ne de beni zorlayın. Bizim adımıza neler yapıyorsunuz neler. Burada çok önemli bir şeyi tartışıyorum, ya özgür insanın şeref ve onuru sayesinde karar sahibi olunup pratik düzey yakalanacaktır ya hiçbir şey yaşanmayacaktır. Kavga bu temeldedir. Biz kendimizi mutlaka bir sınıra, bir çerçeveye oturtacağız. Varsa sorunlarınız anı anına dinlemeye ve her şeyinizi paylaşmaya hazırım.
Fakat bu konuda da bir karşı koyma var. Sizler “bırak bizi, istediğimiz gibi kalalım” diyorsunuz. Peki, istediğiniz nedir? Açıkça dillendirin, o zaman çirkinlikten başka hiçbir şey olmadığı görülecektir. Bazılarınız benim adıma sağda solda şereften, onurdan bahsediyorsunuz. Ve eğer ben bunu eleştiriyorsam, o zaman oturup düşünmeniz gerekir. Ben sizin adınıza nasıl böyle ucuz işler yapmıyorsam, sizin de yapmamanız gerekir. Güçsüzlüğe, çirkinliğe methiye düzmenin hiç bir anlamı yoktur. Bunu ört bas etmeye de gerek yok. Bu hiçbir şey kazandırmaz. Bir de bizim gerçekliğimize karşı büyük bir saygısızlık var. Biz en ölümcül sınırlardan dahi başarıyla geçmesini bilen, hem iddia hem de onu gerçekleştirmede büyük bir çabanın, büyük bir varolmanın sahibiyiz. Şimdi siz buna saldırıyorsunuz. Size göre bunlar önemli değil. Size göre siz önemlisiniz. Hayır, sizin önemli olmadığınız her günkü yenilgi düzeyinden bellidir. Her gün yenilen kişilik varolma konusunda ciddiye alınamaz. Benim bu kadar kendime anlam vermem veya yakıştırılan Önderlik sıfatlarına kendimde verdiğim yanıt, varolmayı açıkça dillendirmem ve gerçekleştirmemdir. Benim kendimi kabul etme tarzım budur. Ve bunu da çok açıkça, kanıtlarıyla birlikte en başta da halk adına yapıyorum. Bu anlamda benim kendimi ortaya koyuş şeklim ve varolma tarzımla sizinki arasında ne kadar fark var? Burada yapacağınız bazı şeyler iyiyse büyük bir tutkuyla görevlerin üzerine yüklenecek ve kendinize de varolmayı yakıştıracaksınız. Ya da baktınız sizin için sakıncalıysa ve size göre değilse, o zaman uzak duracaksınız.
Aksi halde durumunuz, toplumda dilencilik dediğiniz konum neyse, sizin de devrimcilik karşısındaki duruşunuz ona benziyor. Siz devrimci değil, dilenci veya hırsızsınız. Ayrıyeten bana şu çok anlamsız geliyor; kişi bu kadar mı kudretsiz olabilir, neden kendini bu kadar ucuz harcayabilir, neden kolay yenilmeyi kendine yakıştırabilir, çirkin olduğu apaçık belli olanda neden ısrar edebilir? Neden başarısız olduğu şeyde ısrar edebilir? Siz bunda müthiş bir ısrar içindesiniz, neden? Bu size ne kazandırıyor? Çirkinliğin övgüsü, tembelliğin, ilgisizliğin, kısaca her düzeyde düşmüşlüğün savunulmasının ne anlamı var? Bununla neyi kurtaracaksınız? Tabii “bu duruşumuz temelsiz değil, bizim toplum da böyle değil mi” diyeceksiniz. “Yetiştiğimiz, büyüdüğümüz yerler de hep böyleydi, bize böyle söylediler. Kulağımıza okuya okuya biz de böyle olduk” diyeceksiniz. Ama şu anda sizin toplumunuz dünyanın en trajik, en fazla hesaba katılmayan gerçeğini ifade ediyor. Siz bu topluma dayanarak hangi iddiada bulunabilirsiniz? Yani devrimciliğin abecesinden haberiniz varsa, böyle bir toplumsal zemine sığınamazsınız. Sizde devrimciliğin abecesi olsa bile, tam bir isyan halinde olmanız gerekiyor. Tabii şimdi kölelik üzerine yeni çözümlemeler geliştirmemiz gerekecek. Aslında biraz değerlendirdik, ama daha detaylı ve daha kapsamlı bir izaha gerek var. Biraz izlendiğinde bu biraz anlaşılıyor. Herkes “bizdeki ihanet aslında normal ihanete, kölelik normal köleliklere, yaşam da normal bir yaşama hiç benzemiyor” diyor. Herkes “gariplikler var” diyor. Tabii bunları biz açığa çıkardık. Gerçi işimiz bunları daha ayrıntılı olarak göstermek, ama siz kadrosunuz, öncüsünüz ve gerekeni çoktan anlamalıydınız. Tam da bu noktada sempatizandan, hatta toplumdan da daha belalı bir konumdasınız.
Halk, toplum ve sempatizan iyi bir noktaya gelmişken, kadro tam bir oportünizm de demeyeceğim, yukarıda izah etmeye çalıştığım gibi, daha değişik bir durumu yaşıyor. Buranın bir er meydanı olduğu ve savaş için ortaya atıldığımız gerçeğini asla basitleştiremeyeceksiniz. Kimliğiniz, kişiliğiniz ne olursa olsun, buranın değerli bir er meydanı olduğu, değerli bir savaşım için bu platformun ve bu düzeyin hazırlandığı gerçeğini bozamayacaksınız. Açık söyleyeyim ki, hiç birinizi bu meydana rica ve minnetle çağırmadık. Ama savaşa mı, onura mı, büyüklüğe mi, yoksa ajanlığa mı, düşkünlüğe mi geldiği belli olmayan bu duruşu ben kabul edemem. Normal bir söz düzeyine bile anlam veremeyen, normal bir pratik konusunda bile iradesi olmayanı biz ne yapacağız? Bu duruşunuz bize ve insanlığa hakaret gibi geliyor. Belki size biraz hoş gelebilir, ama benim için hemen ezilmesi gereken bir ucubedir. Yaşama inanıyorsanız mutlaka kendinizi kanıtlamanız gerekir. Açık söyleyeyim ki, belki beni saf bulabilirsiniz, ama biraz uyanık olduğumu ve bu işleri kolay kolay bırakmadığım görülmektedir. Delikanlı olmak, sıcakkanlı olmak size kutsal değerler üzerinde oynama hakkını vermez. Tam tersine ihtiyarlar belki katılım gücü gösteremez, ama çocukların ilgisinin bile sizden daha değerli, daha yüksek olduğunu, hatta yaşlı başlı insanlarımızın da davranışlarından hiç sıkılmadığımı belirtmeliyim. Ucubeliği daha çok sizde görüyorum ve onu da benim adıma yapıyorsunuz.
Çünkü bu işlere ben yol açtım, ben yol açmasaydım bu kadar peşinize düşmezdim. Barzani'nin, küçük burjuvanın, peşmergenin peşine düşmüyorum, onları çoktan bıraktım. Zaman zaman onların işine ve yaşamına da dokunuyorum, fakat vaktimin yüzde doksan beşini siz alıyorsunuz. Bu biraz şuna benziyor: Artık bu durumu da terbiye sınırlarınız dahilinde normal görüyorsunuz. Sizler, “ne de olsa biraz namusu kurtaran bahçenin içine girdik. Büyüğümüz bizi dövse de sövse de bizim için keramettir, fazilettir” diyorsunuz. Ancak bu bir gaflet durumudur. Belki namusu kurtardınız, ama savaşta düşmanımız karşısında bir hiçsiniz. Bu işte kendinizi çok sınırlı bir oranda ikna etmişsiniz. Düşmanı yenme konusunda hiçbir düşünceniz yok. Ayakta durma gücünüz bile yok. İçinizde “ben kolay ölmem” diyen kim var? Lafta veya kendini iki günde bir kurban ederek değil, gerçekten bir başarı sahibinin eşsiz iradesi, planı, perspektifiyle hareket eden ve onu her şeyiyle kanıtlayan tarzın sahibi olan kim var içinizde? Neden kendinizi lafların arkasına saklayarak örtbas ediyorsunuz? Hanginiz zaferin bitmez tükenmez enerjisiyle dolusunuz? En benim diyen yönetimlerin halini de gördük. En aşağılık davranışları sergilediler. Yetmez ve zavallılar, kendilerine fırsat verilirse, basitliklerini yaşamaktan başka hiçbir şey yapmayacaklar. Çoğunuzun komutanlığı esnasında sıradan işler konusunda bile neye anlam verdiği net görüldü. Peki, ülkede büyük düşman karşısında ne yapacaksınız? Bu konuda yetersizliklerinizi itiraf etmeli ve mutlaka saygılı bir-iki sözün sahibi olmalısınız.
Beni kandırmak veya kendini kandırmak yiğitlik değildir. Bu işin içinden ucuzca sıyrılmak insana paşalık vermez. İnsanın vicdanıyla uğraşmadıkça hangi büyük çabanın sahibi olabileceğini kendinize sorma gücünüz vardır. Tabii bütün bunları size dayattığımda karşımda gördüğüm şey, kölelere sen istediğin kadar dayat, duvarlaşmış veya kaskatı kesilmiş insanlara istediğin kadar konuş, fazla bir şey değişmez havasını yansıtıyorsunuz. “Ağam ne diyorsun, gidip öleceğiz işte” diyorsunuz. En iyiniz bundan başka bir şey dillendiriyor mu? Peki bu yiğitlik midir? Benimle bu temelde ilişkilenmek başlı başlına bir felaket değil midir? Ben sizin sandığınız gibi birisi miyim, bütün çabalarımla neyim, nasılım? Bütün bunları anlamanız gerekir. Kavganın özü budur. Bütün süreçler boyunca hiçbiriniz bundan köklü sonuç çıkarmıyorsunuz. Önderlik güç kaynağıdır, “ondan yararlanayım ve arkasından kendimizi yaşatalım” mantığı doğru değildir. Bu mümkün müdür? Bunun hangi kitapta yeri vardır? Hangi örgüt tarihinde, hangi savaş tarihinde, hangi devlet tarihinde buna benzer uydurmalar gördünüz? Bunları kendi kendinize icat etmişsiniz, ama artık bundan vazgeçin. Anlamlı bir kişilik sahibi olmak için bunlar şarttır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER