BAŞKA DİLDE ANNE OLMAK (4.BÖLÜM)
SÖZLÜ TARİH
Sözlü tarih geleneksel tarih anlatısının dışında bir yöntem olan tarih çalışması, tarihin asli unsuru olan kadınları, yoksulları, zencileri, işçileri, ezilen halklar, azınlıklar ikinci sınıf vatandaşları, tarihin asli unsuru yapmıştır. Son yüzyıla kadar tarihin odağı siyasiydi ve sıradan insanlara yer yoktu Sözlü tarihin tarihçesi, adı sözlü tarih olarak anılsa da tarih ve söz arasındaki ilişki çok eski zamanlara dayanır, hatta tarih yazımın doğuşu itibariyle sözün kayda geçirilme yöntemidir dersek yanılmış olmayız. Sözlü gelenek uzun yıllar boyunca tarihçilerin faydalandığı temel kaynaklardan biri olmuştur. Sözlü tarihin kökenleri tarihin babası olarak kabul edilen Heredot’a kadar uzanır.
Söz ile tarihin yollarının ayrılışı 19.yy da tarihin kendisinin bir bilim dalı olarak tanımlama çabasının yoğunlaştığı döneme denk gelir. Bilimselliğin gereği olarak, olan şeyin nesnellik ve belgeye dayanma olduğu algısı nedeniyle tarihin bir bilime dönüştürme çabası, tarihin sözle olan bağlarını kopartılmıştır. insani etkinliklerin sadece belgelendiren kısmi tarihin konusu olarak algılanmış böylelikle de tarihin konusu ‘devlet,devlet adamları ve kurumları ’olarak tanımlanmıştır kişisel bellek ve değerlendirmeler sosyal tarihin,kültür ve gelenek gibi alanlara bırakılmıştır. (Danacıoğlu,2001:131-132)
Avrupa da sözlü tarih araştırmalarının canlanması işçi sınıfı tarihinin ve yoksulluk incelemelerine ilişkin bir araştırma geleneğinin itici gücü ile ilk olarak İngiltere de başlamıştır. İngiltere’de işçilerin, kadınların ve çocukların, kısaca sesi duyulmamış kesimlerin tarihi araştırılmaya devam edilmiştir (Somersan 1994) Sözlü tarih biraz da yazılı kaynakların aydınlatmakta yetersiz kaldığı belirli tarihsel dönemlerin ve dönüşümlerin anlaşılmasında olayları bizzat yaşamış kişilerin kendi yaşam öykülerinden yola çıkarak araştırılması ve incelenmesiyle ortaya çıkmıştır. Bir başka deyişle sözlü tarih kendi bilgisini belli temalar etrafında derlenen yaşam öykülerinden üretmiştir (Üstürmen 2002,116.s)
1960’ların sonundan itibaren tarih yazımında dışarıda bırakılan kadınların, marjinal gurupların, azınlıkların, zencilerin tarihinin araştırılmasına dahil edilmesiyle sözlü tarihin kapsamı genişlemeye başlamış ve sözlü tarih, tarih yazımının gündemindeki bir yöntem olarak önemli bir yer edinmiştir; çünkü bu konularda bilgi edinmek için belge bulmak çok zordu ve bu noktada sözlü tarih bazen yegane bilgi toplama aracı olabiliyordu. (Danacıoğlu 2001- 132)
Sözlü tarih, antropoloji, sosyoloji ve psikoloji gibi disiplinlerle bağ kurar ve böylelikle tarih için yeni engeller yaratmak yerine engelleri zayıflatır. Sözlü tarih, insanların etrafında yapılanır, yaşamı tarihin içine sokar, tarihin odağını değiştirir, alanını genişletir. Tarih yazımında tarihi yapan ve yaşayan insanları merkezi bir konuma yerleştirir. Sadece liderler arasında değil bilinmeyen insan çoğunluğunda kahramanlar oluşturur. Sözlü tarih, insanı daha demokratik ve katılımcı bir tarihe, devlet dışı ve sivil bir tarihin kıyılarına taşır ve aşağıdakilerin sesinin dolaysız biçimde duyurmasına yardımcı olur. (Danacıoğlu 2001-133)
Sözlü tarih insanlarla yüz yüze görüşerek gerçekleştiği için insanların yaşamlarına girmemize yardımcı olur. Görüşen ve görüşülen arasında ortaya çıkan benzerlikler bakış açılarındaki önyargıları azaltır, böylece insanların empati duygularını geliştirir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında başta İngiltere olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde sözlü tarihe yönelik ilgide artış yaşanmıştır. Türkiye de ise tarihin, tarih araştırmaların da teknik anlamda kullanılan 1990’lı yılları bulmuştur. Günümüz de gerek akademik araştırmalarda gerekse öğretimde sözlü tarihe karşı gittikçe aratan bir ilgi gözlenmektedir.
SÖZLÜ TARİH VE KADINLAR
Tarihi yazan erkekler kendi yaptıklarını kayda geçirmişler. Yani tarihin öznesi olarak erkeği yerleştirmişler. Bu da erkek egemen bakışıyla tarihin yazılmasına neden olmuştur. Kadın bakış acısıyla tarih yazılması ancak kadınlarında özne olarak tarihin bir parçası olarak ortaya çıkması ve kendi deneyim ve tecrübelerinin aktarımıyla mümkündür. Kadınlar tarihin sadece pasif bir eyleyicisi değil aynı zamanda yargılananı, yargılayanı ve tanığı olarak tarihin asli unsuru konumundadır. Uygarlık, tarihi boyunca kadınların ait oldukları sınıf, ırk, dinsel topluluk, vb. dolayısıyla tarih dışına itilmeleri çok sık rastlanan bir durumdur. Bu olgular tarihin erkekler tarafından yazılmasından kaynaklanmıştır.
Kadınların toplumsal mücadeleye ve cins mücadelesindeki aktif katılımı, onları birer özne haline getirmiştir. Kendi cins bilincinin farkında olan kadın, bir taraftan baskı ve sömürüye karşı koyarken kendi bilinciyle gelişen yeni direniş kalelerini inşa etmiştir. Kadınlar tarafında yazılan tarih, aynı zamanda egemen sömürücü kesimlere karşı kadının kendi cins tarihini yazması anlamına da gelir. Bu bağlamda sözlü tarih çalışmaları kadını, tarihin asli unsuru olarak yerleşmesine yardımcı olur.
MÜRSEL YILDIZ/ İBRAHİM ALP
YORUM GÖNDER