APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (3. BÖLÜM)
PARTİLEŞME YÜKSEK KARAR KİŞİLİĞİNDE YAŞAMAKTIR
Yaşam gerçeğinizde, hayal ve düşüncenizde yeni umutların ve gelişmelerin kendini açığa vurması gerekiyor. Yürüttüğümüz kapsamlı çalışmaların, kesinlikle en az savaş sıcaklığı kadar eğitici bir ifade yakalaması gerekiyor. Hem çizgi hem de onun uygulama düzeyi zengin bir karşılık yakalamalıdır. Bu örtbas edilmiş, kendini çok yönlü kandıran kişiliği yıkmanız, hesabını verip yerle bir etmeniz ve ona alternatif kişiliği yakalamanız gerekiyor. Çok ağır ve sancılı yaşadığınız yaşamı, bu temelde sağlığa kavuşturmalısınız. Bu konuda cesur bir ifadenin sahibi olmak, kendini ölçülerle yaşatma gücünü göstermek, artık kendini kandırmaktan ve kandırılmaktan kurtarmak, hiç olmazsa kendinizi ikna etmeyi sürekli ve anlamlı kılmak, ona bağlı kalmanın gücünü göstermek bütün yaşamınızda çarpıcı bir biçimde kendini hissettirmelidir. Unutmayalım ki, bir kişinin kendine yapabileceği en büyük kötülük veya halk olarak da kendimize yaptığımız en büyük kötülük; kandırılmış, yanıltılmış, kendini koruyamaz, geliştiremez özelliği çok açık olan bir konumu örtbas etmektir. Bu kendinizi örtbas etme durumunuzu artık yıkmalı ve bunun çok açık göstergelerini sergilemelisiniz. Onunla savaşma gücü göstermemek ve bunu yaşatmak için bin bir yalana dolana başvurmak samimi olmamak ve kendisiyle hakiki bir hesaplaşmayı yapmamaktır. Bir parti kişiliğinden bahsedecekseniz ve gerçek bir partileşme iddiasına sahip olacaksanız bu durumunuzu halledeceksiniz. Çünkü Öncü kadro olarak yol açtığınız problemler çok kapsamlıdır.
Halen yaşadığınız bu sorunun düzeyini bile kendinize sorma cesaretini göstermeyişiniz, partileşmeden kaçınmanın en tehlikeli yolu oluyor. Hatalarını başkalarına yıkarak, kendi basitliğine ve kendi iç dünyasına -kendi iç dünyası da yok, keşke olsa- kapılarak, yani karanlıklarda kendini yitirerek kendini örtbas etmek, hatasını, eksikliğini görmeden, kendini sorgulamadan, kendisiyle savaşmadan yaşanılabileceğini sanmak ve bu duruma rağmen “yaşayabiliyorum” demek, aslında kaybetmenin ve bunun sorumsuzluğunun, her türlü anlamsızlığının, ikiyüzlülüğünün kendisi oluyor. Çok temel görevler karşısında halen böyle ayak diretmek, halen böyle kendini savunmak ısrarla arsız kişiliği yaşamak demektir. Seviyesiz, saygısız, serseri kişiliği ısrarla, fütursuzca, sorumsuzca dayatmak demektir. Kendini, çok açık olan eksiklik ve görevlerin başarısızlığı karşısında çözemeyen insan -hele burada söz konusu olan ciddi bir devrim partisi, hatta ordusuysa- niyeti, hatta çabası ne olursa olsun, işin esaslı noktalarında gerekeni yapamaz durumdaysa, çok tehlikeli birisidir. Gerçeği çok uzakta aramaya gerek yok. Gerçeği kendi içinizde aramanız gerekiyor. Bir şey yapabilecekseniz, yine bunu kendinizde yakalayın. Yapamayacaksanız, sağı-solu zorlayarak, dolayısıyla çok kötü durumlara yol açarak kendinizi de, çevrenizi de mahvetmemelisiniz. Artık bu yüzsüzlüğü, bu sorumsuzluğu terk etmeyi bilmeniz gerekiyor. Bir işi doğru yapabilme, onun vicdanını yakalayabilme, yine onu anlaşılır ölçülerle gösterilebilmeyi sağladığınız zaman kendinize bir paye yakıştırın ki, vicdanınız rahatlasın. Aksi halde çok büyük değerlerin aşınması ve kaybı karşısında bir takım sahte gerekçelere sığınırsanız, çok şerefsiz birisi olduğunuz ortaya çıkacaktır. Bu konuda örtbas edilmiş kişilik özelliklerine yer vermemek gerekir.
Şu anda ekmek-sudan da daha fazla muhtaç olduğumuz, cesur ve özgür kişiliğin kendini kandırmayan gerçeğidir. Bu, kişiliğin son derece yaratıcı iş yapabilme özelliğine ulaşmasıdır. Bu özelliği yakalayamadığınızda, hiçbir gerekçeyle kendinizi sağlam bir değerlendirmeye tabi tutamaz, fazla iddia sahibi de olamazsınız. Tam da bu noktada partiye ve kolektif değerlere sığınarak bu işin içinden çıkamazsınız. Bunu eskiden her türlü metafizik değer yargılarına sığınmaktan tutalım çok ilkel geleneklere, benlik duygularına, ataerkil tutumlara girerek ve kendinizi gizleyerek yapardınız. Bu yaklaşımlar kendini var etmek isteyen insanın yaklaşımı olamaz; ezilen, yönetilen, düşen ve özgürlükten kopan insanı esas almak olur ki, tabii bu da özgürlük kişiliğiyle, parti kişiliğiyle çelişir. Bana göre siz henüz kendinizi ikna etmemişsiniz. Bir halkı, bir partiyi, bir partiliyi ikna etmek ve geliştirmekten önce adam akıllı kendinizi ikna etmeniz ve bu konuda kendinizle hesaplaşmanızı dürüstçe yapmanız gerekiyor. Artık kişilikleriniz konusundaki hatalı girişlere, hatalı çıkışlara son verelim. Bunca olup bitenden sonra kendinizi ikna etmeniz, kararlaştırmanız gerçekleşebilmelidir. Ve bunun bütün ölçülerine az-çok anlam verebilmelisiniz. Bunun örgüt ölçüleri, yaşam ölçüleri, savaş ve üslup ölçüleri var; bunun stratejik, taktik, siyasal ölçüleri var. Artık bunlara anlam vermeniz gerekiyor. İflah olmaz baştan çıkarılmışlığı artık siyasette yaşatmamamız gerekir. Kendinizi sorgulayabilme gücüne ulaştığınız kanısındayım veya bu gücü yakalayacak pratikleriniz, gelişmeleriniz var. Kendinizi korkmadan sorgulayın. Bunu yaptığınızda, ağır suç işlemiş olanları bile ıslah olmaya tabi tutabiliriz. Bizde affedilmeyecek olan, ısrarla eğitilmemiş ve ıslah edilmemiş kişiliğini fırsat bulduğunda tekrar sürdürme hastalığını göstermektir.
Tam da bu noktada, yaşaması gerekeni yaşatmak için bunları yaşatmamak kuralına bağlı kalmamız gerekiyor. Bundan çıkarmamız gereken sonuç, yaşatılmaması gereken yanlarımızı, yaşatma yanlarımıza göre değerlendirmek ve yaşaması gereken yanlarımızın önünde engel olmaktan çıkarma gücünü göstermektir. Yaşamayı mümkün kılacak değerleri boşa çıkaran, o değerleri çürüten kişileri, özellikleri, hatta kendi bazı yanlarınızı, özelliklerinizi yıkma cesaretini, yıkma gücünü, yıkma iradesini, yıkma çabasını gösteriyor musunuz? Bunda samimi misiniz? Bu temelde bir ıslah olmayı hakkediyor musunuz? Bunu çok açıklıkla yapabiliyorsanız, yaşanması gereken yanlarınızı daha güçlü yaşamaya dönüştürmeliyiz. Aksi halde sizi bu durumda tutamayız. Çıkarılması gereken en önemli bir sonuç da budur. Yaşamı geliştiremiyor, onun çok açık göstergelerine, öğelerine ulaşamıyorsanız bu kanun işlemelidir. Bu kanun, yaşanması gerekenin uğruna, yaşanılmaması gerekenlerin cezalandırılmasıdır. Bunu ne kadar bu düşünce ve değerlendirme ışığında yapıyoruz, üzerinde ne kadar düşünüyoruz. Yaşanması gereken nedir? Yaşanmaması gereken nedir? Bu çok önemlidir. Sizde de bu özellikler çok karşı karşıyadır. Sizin de o kadar yaşanmaması gereken yanlarınız var ki, ancak yıllardır bunları yaşanması gereken değerlerimizin üzerine saldırtıyorsunuz. İşte dayattığınız savaş biraz da bu oluyor. Artık bu anlamsız savaşı bırakın. Bunun kökü çok derin, içinde düşmanın sunduğu zeminden, bizim bunun üzerinde sorumsuzca büyümemize kadar çok köklü bir temele sahip. Ayrıca bir türlü kendi yaşamsal değerlerimize sahip çıkma gücünü gösterememe, bununla savaşım için bazı fedakarlıkları yapmayı köklü başaramama durumu söz konusu. Artık bu konuda kendinizi anlaşılır kılacaksınız.
Yaşanmaması gereken, yaşamların önünde engel teşkil eden yanlarınız var. Bu özelliklerinizi aşmadan sizi yaşamın içine bırakmayız. Size ne halkı, ne parti değerlerini, ne bir dirhem değerimizi bile vermeyiz. Hatta parti adına kazandığımız sizleri bile size veremeyiz. Gerçek kadrolaşma böyle sağlanır. Artık bu noktadan sonra benim size tahammülüm, sabrım olamaz. Kendini doğru yetiştiremeyen, yaşamı yoluna koyamayan kişiyi ben ne yapacağım? Varsa bir bireyciliğiniz, o sizin olsun, bizim partimizin içinde yeri olmasın. Pratiğinize bakıyorum; neden böyle yaptılar diye isyan duygularım kabarıyor. Kimi ele alıyorsam, neden bu çok akıllı olamadı, neden yapılması gereken işi göremedi, neden kendini doğru-dürüst kullanıma tabi tutamadı diyorum. Benim şimdi kendime en çok sorduğum sorular bunlardır. Bunları ne yapmak gerekir? Bunları nasıl düzenlemek gerekir? Bu konuda sizlerde fazla vicdan muhasebesi yoktur, ama bende vicdan muhasebesi şiddetlidir. Benim gözlerim çok iyi görür, çok iyi hissederim, hem de görüp hissettiğim yanlışları gidermek için iyi ve çılgınca savaş veririm. Şimdi size bakıyorum, nerede gözler, nerede hisler, nerede savaşlar? Biraz daha kontrol dışında kalırsanız utanmadan, sıkılmadan kendinize yapamayacağınız hiçbir kötülük yoktur. Zavallılık da, çaresizlik de bir kötülüktür ve böyle giderse hepsini sergileyeceksiniz Yerinde olmayan ölümlerin, yerinde olmayan yaşam tarzlarının hepsi de kötülüktür. Bunların hepsini yapacak, ama görkemli bir yaşama ve onun savaşımına sıra gelince ortadan kaybolacaksınız. Yiğitlik bu değildir. Bu kaçıştır, namertliktir. Çok etkili bir sözün ve eylemin sahibi kim var? Bunu sıkça soruyorum. Bu büyük gücün hissini temsil eden, onun duruşunu, gerektiğinde onun amansız takibini, emrini yürüten kimdir? Kendinize sorun; ne zaman böyle durdunuz, ne zaman böyle hissettiniz, gördünüz? Ve saptırma oldu mu? Yürümeme oldu mu? Emri uyguladınız mı? Bir militan için bunlar esastır. Bu tutuma, bu duruşa geçmeden kendinize PKK sıfatını yakıştırmayın ve artık bunun bahanelerine de sığınmayın. Çünkü çocuk değilsiniz.
Hele eveleyip-geveleyip de yapamadığınızı bir kocakarıdan daha beterin beteri bir tarzda savunmayın. İflah olmuyor, yüceltmiyor, ayrıca bir tutkuya da anlam veremiyorsunuz. Bir güzel söze, güzel bir yaşama adım attırmıyorsunuz. Peki, kendinizi nasıl böyle rahat kabul ediyorsunuz? Şimdiye kadar, kendimi tanıdığımdan beri, etkili bir sözüm, yine attığım bir adımın bazı çarpıcı sonuçları olmadan, ben yaşadım demedim. Değil bir defa, bütün adımlarım böyle olmazsa rahat durmam. Şimdi size bakıyorum, nerede etkili söz, nerede etkili adımlar? Tam tersine kandıran kandırana, aldatan aldatana, çirkinleştiren çirkinleştirene, saygısızlık yapan yapana. Göze de, hisse de, düşünceye de hoş gelen, oldukça etkileyen bir tutuma kaç kişi girmiş veya bu konuda kendinize ne kadar anlam veriyorsunuz? Benim tespit ettiklerime karşılık sizler, kör göze indirilen yumruk gibi, “bakma bana vururum seni” tavrını sürdürüyorsunuz. Bir yoldaşa bu davranışlar yakışmaz. Kendi hareketlerinizi ölçün-biçin. Tabii
kendinize soru da sormuyorsunuz. Ben sizi her türlü çirkinliğinizle kabullenmeye mecbur muyum? Söz söyleyeceksin, ama ne anlama geldiği belli değil; bir yürüyüş yapacaksın, ama içinde neler yıkılır, neler çözülür belli değil ve buna karşın benim seni PKK içinde iyi bir kadro olarak selamlamam mümkün mü! Sizin hakkınızda dile getirilmedik tek bir kötülük, şikayet yoktur. Yaşamlara kastetmişsiniz, kendinize kastetmişsiniz ve bunu normal görüyorsunuz. Halbuki bu, dehşetle karşılanması gereken bir durumdur.
Devrimciliğim nasıl başladı? Ben bunu size anlatıyorum, ama hoşunuza gitmediği için bir türlü anlam veremiyorsunuz. Devrimciliğim, beğenmediğim her şeye karşı bir tavra yönelerek başladı. Sıkıldığım her şey, benim için devrimciliğe bir adımdır. Hoş bulmadığım, yeterli bulmadığım, anlamlı bulmadığım, başarılı bulmadığım hemen her şey bende bir karşılık bulur ve ben öyle yürürüm. Sizin böyle bir huyunuz, alışkanlığınız, planınız var mı? Hayır. Sizde, hoş olmayan ne varsa bunu yaramaz çocuklar gibi ısrarla, giderek incelterek sürdürmek bir yaşam biçimi haline gelmiş. Bu halktan soylu kişiliklerin çıkmamasının nedeni şudur: Evlatlarının hemen hepsi kendi çirkinliklerini, başarısızlıklarını, kendi kutsal değerlerini anlamamayı; kendi siyasetlerini ve kendi kurtuluş değerlerini yakalamamayı, tam tersine ondan uzaklaşmayı marifet biliyor. Durum bu olunca, tabii ki o halk lanetli olmaktan kurtulamaz. Ve siz bu halkın lanetli gerçeği içinden geliyorsunuz. Bunu göz ardı ettiğinizde hiçbir yere varamazsınız. Hele hele bir de “parti, şeref ve onurdur, içine girdik, dolayısıyla onu paylaşıyoruz” demekle yapabileceğiniz ancak kendinizi maskelemektir. Ve bu da gerçek bir partileşme değildir. Adını Muhammet koymakla nasıl ki peygamber olamazsan; adını Agit koymakla da bir PKK Agit‟i olamazsın. Bu, bu kadar açıktır. Artık bu anlamda bir olgunlaşma gösterilmelidir. Çok açık söylüyorum, artık ben PKK adına, PKK‟nin tüm büyüklükleri adına bu çalışmayı yürüteceksem, bir hırsız gibi imkanların içine dalmanızı, kolektif değerlerin üzerine çullanmanızı veya onunla kendinizi yaşatmanızı sona erdirmeliyim. Kolektif değerler hiç birimizin kişisel inisiyatifine terk edilemez. Halen kötü bir mirasyedici olmaktan öteye varamıyorsunuz. Kolektif emek nedir? Gerçekten bu ne kadar yoğunlaşmış insan emeğidir?
Bu soruları kendine soran bile yok. Hatta bunun üzerine abartılı, haksız, ölçüsüz bir biçimde kendini dayatan dayatana, bir yerinden bir şeyler koparmak isteyen isteyene veya hiç anlam vermeyene yoğunca rastlanıyor. Bu yaklaşımlarla PKK‟lileşemez, PKK kadro ölçülerini bulamazsınız. Ayrıca bir de bunun savaşımı gerekir. PKK kadrosu olmak, en büyük değerler savaşımını, öncüler savaşımını vermek demektir. Fakat bunun yanında bile geçemiyorsunuz. Dolayısıyla durumunuz böyle devam ederse, on yıl da yaşasanız sonunuz felakettir. Sizi kim ne yapar? Eğer parti konusunda bir şeyler anlamışsanız, demek ki bu konuda artık kendinizi ikna etmeniz gerekiyor. Sergilediğiniz bu özelliklere bakıyorum, hepsi de eveleme-geveleme türünden şeylerdir. Ne derinliği, ne ufku, ne de kesin karar vardır. Şimdiye kadar kendinizi kandırmışsınız. Bir kez daha öyle geçiş yapmak istiyorsunuz ve benim buna artık kesin dur dememin zamanı gelmiştir. Parti içine böyle giriş yapmayın. Size de yazık olur. Hiç olmazsa bundan sonra partinin ciddiyetine anlam vermelisiniz. Buna gücünüz yoksa açıkça söyleyin, çünkü herkes parti militanı olamaz. “Yiğide hakkını vermek gerekir” derler; biz de hakkı olana hakkını verelim, yer verelim. Bu gücü gösteremiyorsanız, sıradan bir parti sempatizanı sınırında kalabilirsiniz. Ama eğer militanlığı, kadroyu esas alacaksanız, onun çok amansız ölçüleri vardır. Elli tane böyle militanımız olsa, beş bin sıradan insandan daha değerlidir. Biz elliyi bulmakta ısrarlı olmalıyız ki, beş bin sıradan insanın vereceği zararı önleyelim. Bu, çok önemli bir görevdir. Keşke bir kaçınız bu görevi anlayışla değerlendirebilse, ama o da yok. Şu anda benim en temel sorunum şudur; bir kaç tane böyle akıllı militanı parti içinde gerçekleştirebilmek, yaratabilmek.
Bu yılların ikiyüzlülüğünden, güçsüzlüğünden, zavallılığından, yalancılığından, çaresizliğinden gerçekten de bıktım. Bir iş yapamıyor, sözünüzün gereklerini yerine getiremiyorsunuz. Açıkça hepinize soruyorum; neden bir söze ağırlık veremiyorsunuz? Neden sözünüze karşı bu kadar ikiyüzlü davranıyorsunuz? Tabii bu durumunuz kötü niyetinizden kaynaklanmıyor. Güçsüzsünüz, ama güçsüzlüğünüzün nedenlerini araştırmıyorsunuz? Kendinizi güçlendirmenin yolları üzerinde neden durmuyorsunuz? Ya kendinizi aşiret usulü partinin içine atıyorsunuz veya bazı yetkilere sığınarak “ya Allah” deyip bütün çirkinliklerinizi ortalığa yayıyorsunuz. Bu durumunuzdan nasıl korkmuyorsunuz? Unutmayın ki, parti içinde tek bir doğruyu bile yaşatamadınız. Partinin çok önemli olan değerleri var. Artık ödümüz de kopuyor; çünkü yanıyorsunuz. Bu kadar değer gitti, artık ne kadar değer gittiğini araştırmaktan korkuyorum. Düşmana ne kadar değer kaptırılmış ve hatalar nedeniyle ne kadar değerli savaşçı şehit düşmüş? Partileşmeye gelememenin sonucu olarak bu kadar değerin harcanmasına neden olunmuş. Benim bunlardan ödüm kopuyor, ama vicdansızlara bakıyorum; kendilerine hesap bile sormuyorlar. Tabii ki bu durumunuza öfke duyuyorum. Çünkü ben halen günlük olarak tırnakla söküp alma savaşını veriyorum. Benim öfkem yerindedir. Değerler savaşımını güçlü vermeyene neden saygı duyacağım? Kendine, emeğine bile saygılı olmayanı ben nasıl saygıyla karşılayacağım? Siz bu biçimiyle kendinizi nasıl kabul edeceksiniz? Gözlerinizin önünde büyük değer kayıpları olmuştur. Bunu inkar edemezsiniz, hatta belki bütün bunlara kendiniz yol açtınız. Suçu sağa-sola yıkarak bunun altından çıkamazsınız. Çok ciddi bir vicdan sorununuz var. Acaba sizi nasıl vicdana getireyim, nasıl hesap verme noktasına getireyim. Siz daha fazlasını yapmak zorundasınız, çünkü devrimci önce kendi vicdanına karşı hesap vermeyi bilmelidir ki, nerede ne yapması ve niçin yapması gerektiği sorularına cevabı ve dürüstlüğü ortaya çıksın.
Bunun benim dayatmamla olması fazla anlamlı değil. Kaldı ki, bunu gözünüzün önünde yapmaya da gerek yoktur. Bu bir insanileşme ve kendinizi gerçekten doğru yola koyma işi oluyor. Bunu yalnız parti istediği için değil, siz istediğiniz için yapmalısınız. Hatta parti göremeyebilir, istemeyebilir, ancak bu sizin için bir vicdan isyanı olmalıdır. Ben öyle yapmıyor muyum? Kimse bana bir şey dayatıyor mu? Oldum olası kimse bana dayatıcı olmadı. Kendim için doğruyu hep ben istedim. Böyle bir tutkunuz, böyle bir isyanınız gelişmelidir. Neden yapamadığınızı, neden koruyamadığınızı, neden geliştiremediğinizi kendinize sormalısınız. Şimdi çoğunuza bakıyorum, bencillikte yarışacak ve değerler üzerinde haksız tasarrufta sınır tanımayacak bir konumunuz var. Çok açık söyleyeyim; ilk çekişmelere, çatışmalara bu nedenle girdim. Bir kişinin hakkı olmayanı almasının, bir kişinin yapması gerekeni yapmamasının oldukça çirkin olduğunu gördüğümde onların karşısında duruşa geçtim. Ve hatırlıyorum, o zaman henüz çocukken karşımdakilerin kötülükte nasıl yarıştıklarını, giderek nasıl çirkinleştiklerini gördüm ve onlardan sakındım. Kendime çeki düzen verdim. Ondan sonra da bu tutumumu bu güne kadar sürdürdüm. Şimdi anlıyorum ki, siz bu eskiler gibisiniz. Benim daha çocukken neden böyle yapıyorlar, neden haksız, neden çirkin, neden samimiyet göstermiyorlar dediklerim oluyorsunuz. Onların büyümüş, mekan değiştirmiş veya farklı zaman ve mekanlarda yaşayan kişilikleri oluyorsunuz. Halbuki, PKK Önderlik gerçeğinde durum bunun tersidir. Şimdi diyeceksiniz ki, “biz çoğuz, Önderlik bize uyar.” Bu tartışmalıdır. sizin çok olmanız, çok katı kemikleşmiş özellikleri ısrarla sürdürmeniz, acaba sizi kurtarmaya yeter mi? Şu anda parti içindeki militanlaşma ve önderlikleşmede savaşım bu iki gerçek arasındadır ve bu savaş gereklidir. Ben kendi huylarımın iyi olduğuna inanıyorum. Bunları abartarak da söylemiyorum.
Örneğin, öğretmenlerin hepsinden not olarak on almıştım. Yine pratik işlerde de hemen her adımda yüksek not alırdım. Çünkü ortada bir başarı vardı. Şimdi sizin yüksek not almak şurada kalsın, sıfır bile alamayacak davranışlarınıza, sözlerinize, işlerinize, özellikle de PKK gibi kesin dikkat edilmesi gereken bir parti içinde neden geçit verelim? PKK‟nin ortamı en ileri, en güzel, en doğru, en hayati ve yaşamsal değerlerin biriktiği bir alandır. Bu çok açıktır. Bu alanı neden bunun zıddıyla bozacağız? Eğer sizde biraz dürüstlük, samimiyet ve değerlere bağlılık varsa, o zaman değerlerin savaşımını ne kadar yürüttüğünüzü, hatta parti ortamında kendinizi kötü bir biçimde yansıtan bir öğe olmaktan ne kadar çıkardığınızı kendinize sorun. Bu soruları kendinize sormadan bizden anlayış beklemek beyhudedir. Şimdi diyeceksiniz ki, “biz yine ciddiye almayız; kemikleşmiş tipleriz, mayamız böyle yoğrulmuş.” Bu tutumlarınızla bize çok zarar veriyorsunuz. Fakat benim de bir savaşımım vardır ve henüz bitmemiştir. Önderlik savaşı sizin karşınızda henüz boyun eğmemiştir. Önderlik müthiş bir savaşı sürdürüyor. İlk katılımcılarımız vardı; Haki, Kemal, Hayri... O zamanlar biz PKK ölçüleri, PKK savaş olanakları üzerinde fazla durmamıştık, ama onların pek fazla kusur işlediklerini hatırlamıyorum. Tabii PKK içinde binlerce böyle değer var. Örnek olsun diye belirtiyorum. Böyle kusursuz değerlerimiz var. Onlar büyük zafer kazanmadılar, ama parti için yaşamayı bildiler. Aslında bu da en büyük değer oluyor. Parti için yaşayabilmek benim için yeterlidir.
Ama şimdi bakıyoruz, sözümona binlerce PKK‟li var; ancak partiye rağmen parti sayesinde partinin tersini yaşıyor, yaşatıyorlar. Şimdi biz bunu çözeceğiz. Kimdir bunlar? Neden bile bile partiye rağmen, hatta partiye kaybettirmeyi de dayatarak gözü kara yaşıyorlar? Neden biz bunlara göz yumduk? Neden biz bunları böyle fazladan içimize aldık? Hiç olmazsa bazı değerlere saygınız varsa, bunun hesabını artık yapmalısınız. PKK içinde başka ne için varsınız? PKK‟nin esasları, PKK üyelik özellikleri başka ne anlama gelir? Eğer bunu yapamayacaksanız –ki yapamadınız, çünkü hepiniz parti ölçülerini nasıl aşındırdığınızı yazıp duruyorsunuz- soruyorum; parti ölçülerini neden bu kadar aşındırdınız? Sizde hiç vicdan yok mu? Temel değerlere bağlılık yok mu? Erken iktidar hastalığı, bir takım zorluklar parti değerlerine sahip çıkmaya engel midir? Tam tersine, zorluklar çoğaldığında, olanaklar çoğaldığında parti ölçülerini daha fazla esas almak gerekmiyor mu? İşte burada sizde neden vicdan muhasebesi yok diye sormak gerekir. Bu değerler ucuz değerler midir? Bu kadar şehit var, örneğin hangisini ele almak istiyorsam; acaba yaptıklarım bu şahadetleri karşılıyor mu, onlara karşı görevlerimizi yerine getiriyor muyuz diyorum. Şimdi şehitlerimiz on binleri aşıyor, ancak siz bir tanesini bile kendinize hiç sorun yapmıyorsunuz. O zaman sizin PKK‟liliğiniz nerede kaldı? Bunun yerine bize neleri dayatıyorsunuz; daha fazla yetki, daha fazla değerlerle oynamak, daha fazla değerlerin çarçur edilmesine göz yummak, daha fazla hesap sormamak; daha fazla kariyerizm, bürokratizm veya ağalık benzeri her türlü parti dışı ölçülerle kendi kendini kandırmak veya bol bol şikayet etmek, görevlerini görmemek, hesap soramamak, tam tersine olumsuzlukları derinleştirmek, olumsuzluklara göz yumarak sorumluluk duymamak, uzlaşmak, boyun eğmek veya bastırmak. Tabii bu yaptıklarınız karşısında “hani bu kadar yüce değerler vardı” diye sormazlar mı? Parti ölçülerini basite almanızın aslında kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülük olduğu ortaya çıkmıştır.
Zorlukların olması, savaşın şiddetlenmesi parti ölçülerinden uzak durmayı, onları aşındırmayı gerektirmez; aksine daha fazla o ölçüleri egemen kılmayı gerektirir. Ölçülerin büyük savaşımı, zorluklar çoğaldığında, hatta iktidar sürecine girildiğinde daha güçlü esas alınır. Parti dışılık, partide aşınma kesinlikle dolaylı veya direkt düşmana hizmettir. “Parti ölçülerini aşındırdım, aşınmasına göz yumdum, ölçüler bütün gerillada yerle bir edildi” şeklindeki sözleri neden rahatlıkla kullanıyorsunuz? Böyle yaparsanız o zaman kendinize saygınız kalır mı? Saygı şudur; bu kadar şehit var, bu kadar acımız var, bu kadar halkımızın talepleri var, bu kadar doğru fikirlerimiz var, siyasi çizgimiz var; aşınma derken, bütün bunları kaybetmiş, bütün bunları bir çırpıda yere sermiş olmuyor musunuz? “Boyun eğdim, uzlaştım” dediğinizde, yine bütün bu değerlere en büyük kötülüğü yapmış olmuyor musunuz? O zaman sen kimsin? Senin yiğitçe verdiğin sözün nerede kaldı? Hani her koşul altında partiye bağlı olacaktın, verdiğin bu sözün karşılığı nerede kaldı? Yine en büyük savunma silahınız ya “bireycilik yaptım, bastırdım” ya da “üstümle uzlaştım” demektir. Hani sözünüz parti sözü olacaktı. Verdiğiniz sözün içinde boyun eğme, boyun eğdirme var mıydı? Bütün bunları nereden icat ediyorsunuz, neden kendinizi böyle kandırıyorsunuz? Orada suskunluğunuz var, halbuki parti militanlığı suskun mudur? Gözlerinizin önünde bu kadar değer çarçur edildiğinde, kendinize bazı sorular sormayacak mısınız? Sizin hiç vicdanınız yok mu? Ben halen PKK için bazı değerleri yaratmayı görev biliyorum. Günlük olarak bazı işleri yapmak istiyorum, ancak bu işleri yaptığım zaman biraz ekmeği hakkettim diyorum. Şimdi siz hazır olanı bile elden kaçırıyorsunuz.
Örneğin o cephelerde, o dağlarda destan yazacak durumumuz olmasına rağmen; ne kadar silah, ne kadar değerli savaşçı varsa hepsini bir hiç uğruna düşmana kaptırmışsınız. Vicdan bunun neresinde? Saygınlık, olgun kişi olma bunun neresinde? Tam tersine, bir de bana dayanarak kendini biraz daha gözü kara dayat; yetkiye dayan, kolay kolay sözümona komutanlığı bırakmayarak kendini daha etkili-yetkili bir kişi haline getir! Bu partide hiç böyle yaşanılır mı? Ama şu anda en çok yaşayanlar da öyleleridir. Bu nokta da “biz adam olamayız” diyorsunuz. Zaten dilinizden en çok dökülen söz de budur. Layık olamadığınızı söylüyorsunuz, peki siz neye layıksınız, buna layık olmayanların parti içinde ne işi var? En eski arkadaşlarımıza bakıyorum; “değerlere layık olamadık, hakkını veremedik” diyorlar. Peki sigaradan neden vazgeçmiyorsun, bu bir ikiyüzlülük değil mi? En kutsal değerleri görmezlikten gelecek, ama bir sigaraya kırk takla atacaksınız. Bu en olumsuz kişilik özelliği demektir. “Körce kendimi dayattım, intiharvari yaklaştım” diyorsunuz. Bu daha da büyük bir kötülüktür. Değerlere katılım böyle olmaz. İşte bu sorulara böyle cevap verdiniz mi, gerçek bir PKK kişiliği ortaya çıkar ve bu da güzel bir şeydir. Bu kişilik kolay kolay yenilmez. Şahadetinde bile başarı vardır. Siz bunu bilerek ya da bilmeyerek, bizzat veya başkasına alet olarak aşındırdınız. Bu da kendinize yaptığınız en büyük kötülük oluyor. Artık bir partili gibi yaşamayı kararlaştırmalısınız. Ben sizden bazı temel parti ölçülerine bağlı kalmanızdan başka bir şey istemiyorum. Şimdiye kadar yaptığınız gibi, parti ölçülerini çeşitli nedenlerle aşındırdığınızı söyleyeceğinize, bana en büyük kötülüğü yapın, ona razıyım. Fakat partiyi aşındırmanızı kabul edemem. Hepiniz “parti ölçüleri aşındı, parti bütünüyle aşındı” diyorsunuz. Ben de size söylüyorum ki bu, bize yapılabilecek en büyük kötülüktür. Her şey elinizden gitsin, ama partinin ölçüleri, değerleri elinizden gitmesin.
En büyük değerleri rahatlıkla göz ardı ediyorsunuz, ama basit bir keyfi tutumu, küçük bir iddianızı ise ölümüne bize dayatıyorsunuz. Bu durumunuz çok tuhafıma gidiyor. İddia, inat ve yaramazlık; işte çirkinliğin egemenliği. Bunlar benim daha çocukken karşılaştığım yaramazlıklardır. Bu bir hiçliktir, orada toplumsallık, ulusallık adına bir şey yoktur. Düşman yüzyıllardan beri bastırmış, beyinsizleştirmiş, güdükleştirmiş, bir hiç olarak bırakmış. Sizin gerçekliğiniz budur. Bunu neden görmeyeceksiniz? Sizde bir kutsal vatan duygusu bile yok, değerli bazı insanlarla ilişki kurma gereği duymuyorsunuz. Herkes birbirinin gözünü çıkarsın, kim kimi kandırdıysa kandırsın, kim kimin aleyhine ne yaptıysa yapsın biçiminde bir yaklaşımınız var; eskide ısrar, eski toplumsal değerlerde ısrar bundan başka bir anlama gelmez. Bu tutumlar hoşunuza gidiyor, ama unutmayın ki, siz bu davranışlarınızla düşman karşısında bir hiçsiniz. Kendi vatanınız karşısında, varsa yüce bellediğiniz bazı değerler karşısında bir hiçsiziniz. Doğru-dürüst iki kelimeyi bir araya getiremiyorsunuz, yüce bir duygunuz bile yok. Bu tutumlarınızı kabul edebilir miyim. Anamla, kardeşimle ilk savaşı bunun için verdiğimi defalarca vurguladım. Bu konuda bir Önderlik gerçeğinin var olduğunu anlayacaksınız. Genelde insanlar ailelerine değer verir, ama ben onlardan daha on-on beş yaşımdayken koptum. Hoşuma gitmediği için ilgi bile duymadım. Niye sizin geriliklerinize, çirkinliklerinize bu kadar boyun eğeceğim? Kimsiniz, nesiniz? “Tüm bunlar sınıf savaşıdır” diyeceksiniz. Sınıf savaşının parti içinde verilişi, partiye karşı olamaz. Sınıf savaşımını düşmana karşı, kendi çirkinliklerinize karşı verin. Bu güç sizde yoksa, o zaman diyorum ki, vicdan muhasebesini doğru yapın ve kendinizi eğitin. Eğitime gelememek, “istenildiği kadar benim üzerimde emek harcansın, ben adam olmam” demektir. Ben de, siz böyle yaklaşmakla suç işliyorsunuz, ancak çok yaşamak da istiyorsunuz, fakat bunu ağır cezalandırmak gerekecek diyorum.
Bir taraftan bir halkın yüce ve geliştirilmesi gereken özgür yaşamı söz konusu; bir de sizlerin ezilip büzülerek, kendinizi kandırarak yaşamak istediğiniz sözümona bir yaşam var. Peki bunların hangisi doğru? Bunlardan hangisini yok etmek, hangisine yol açmak gerekir? Bundan şiddetle çıkarılması gereken sonuçlar var. Eğer ıslah olmazsanız, bu ağır cezalandırma aslında hepiniz için uygulanır. Bu biçimde yaşamın yolu başka türlü açılmaz. Oysa sizin bundan haberiniz bile yok. Hemen hemen her gün konuşulanları beynim isyanla karşılıyor, yani hassasiyetlerime göre hepsi yanlış. Yaptığınız işler işin yoluna yordamına göre değil, ama siz kendinizi kaybetmiş gidiyorsunuz. Bana dayanarak yaşamak istiyorsunuz, ama bu tarzınızla bana dayanarak yaşayamazsınız. Şu anda böyle bir çekişme var. Hangi birime el atıyor, hangi kişiyle ilgilenmek istiyorsam bir savaş var. Ben bunu doğal da karşılıyorum, isyan da etmiyorum, ama savaşın neresinde yer almamız gerektiğini doğru bilelim. Ne kadar bize karşı, ne kadar bizimle birliktesiniz; bizimle birlikte düşmana karşı ne kadar savaşmak istediğinizi açıklığa kavuşturun. Ben haksızsam savaşımınızın şiddeti bana karşı olsun, ama haklıysam savaşımınız benimle birlikte haksıza karşı olsun. Savaşmayan kişi koyun gibidir. Ben savaşmayan kişiyi ne yapacağım? Çoğunuzun durumu da budur. Evi yanıp yıkılıyor, tehlike burnuna gelmiş dayanmış ancak farkında değil, buna karşı savaş verme gereğini bile duymuyor. İşte parti içi savaş bundan dolayı çok önemlidir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER