UMUT YOKSA, GERİ KALAN“KADERİN” PLANIDIR…
Kader aslında ezilenlerin, emekçilerin sırtlarından bir türlü atmadıkları kapitalist modernite gerçeğinin kendisidir. Ve ezilenler, emekçiler bu sömürü ve baskı düzenini sırtlarından atmadığı sürece ne kan ne göz yaşı ne de acılar son bulmayacaktır.
Coğrafya, özellikle de ezilenler için gerçekten bir “kader.” Ve bu coğrafyada “kaderin” planı ezilenler için asla değişmiyor.
Emekçiler, ezilenler için bu “kader” her daim kan olmuştur, gözyaşı olmuştur, acı olmuştur. Daha doğrusu, kader aslında ezilenlerin, emekçilerin sırtlarından bir türlü atmadıkları kapitalist modernite gerçeğinin kendisidir. Ve ezilenler, emekçiler bu sömürü ve baskı düzenini sırtlarından atmadığı sürece ne kan ne göz yaşı ne de acılar son bulmayacaktır.
İşte emekçilerin değişmez “kaderinin” son halkası 14 Ekim’de Bartın’ın Amasra ilçesindeki maden ocağında yaşandı.
Bir kez daha bir madende alınmayan önlemler, kulak arkası edilen uyarılar yüzünden 41 emekçinin canı yitip gitti.
Böylesi acıların ardından iktidar kanadından yapılan artık ezberlediğimiz açıklamalara bakarsak bu bir “kazadır.” Yanlışlar, eksiklikler, umursamazlıklar hakkında tek kelam edilmeyen bu açıklamalar, yaşananları “kaderin” planına bağlamaktadır. Pratikte hiçbir şey ifade etmediği defalarca kanıtlanmış “ihmali olanların gözünün yaşına bakılmayacak” şeklinde sözler sarf edilmektedir.
Sadece adı bile neye hizmet ettiğini ortaya koyan “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi” yaptığı açıklamada, iktidarların tepesinden aldığı pası değerlendirip, ihmaller ve alınmayan tedbirler ile ilgili iddiaların tüme “dezenformasyon” deyip adeta insan zekasıyla dalga geçerek “mevzuatın gerektirdiğinden daha fazla tedbir alındığını” söylemektedir. Gereğinden fazla tedbir alınmış durum buysa, bir de tedbir alınmamış durumda neler olurdu acaba?
Ama yaşananlar bir kaza, kader veya madenciliğin fıtratında olan bir şey değil, taammüden işlenmiş bir cinayettir. Eğer bir kader, bir fıtrattan bahsedilecekse, sadece kapitalist modernitenin, iktidarın fıtratından, bunların ezilenlere, emekçilere reva gördüğü “kaderden” bahsedilebilir.
Yaşamını yitiren emekçilerin ailelerinin yaptıkları açıklamalardan madenlerde metan gazının yükseldiğinin haftalardır konuşulduğu anlaşılıyor. Ama yetkililer, kendilerine de iletilen bu uyarılar karşısında önlem almak yerine, “bize kömür lazım, sizin keyfiniz değil” yanıtı verip emekçileri her an bir felaketin yaşanacağı madenlerde çalışmaya devam etmeye zorlamışlardır.
“Bize kömür lazım, sizin keyfiniz değil” her şeyin özetidir asında. Bu sözler, bu coğrafyada iktidarın emekçilere, ezilenlere bakışının onlara verdiği değerin bir özlü bir ifadesidir. Sadece madenlerde değil tüm Türkiye’de emekçilerin içinde bulunduğu durumu çok net ortaya koymaktadır. Emekçiler için bırakın sağlıklı beslenmek, doğru düzgün bir evde yaşamak gibi temel ihtiyaçları, yaşamak bile artık bir lüks haline gelmiştir. Karşımızda emekçiler için yaşamın devam etmesini bile “keyif” ve “lüks” olarak gören bir düzen vardır. Önemli olan kapitalizmin ihtiyaç duyduğu şeylerin zamanında üretilmesidir; diğer her şey için ise “kader” bize ne yazmışsa artık ona katlamak dışında yapılacak bir şey yoktur.
Diğer taraftan, iktidarın “kader” ve benzeri açıklamaları sadece sorumluluktan kurtulma çabası olarak değerlendirilemez. Eğer Amasra ve benzeri olaylar gerçekten de ezilenlerin adeta bir kaderi olmuşsa, bu büyük oranda iktidarların bu “kader”” anlayışını ezilenlere, emekçilere kabul ettirmeyi başarması sayesindedir. “Kader” söylemi, iktidarın ezilenler üzerindeki hegemonyasını devam ettirmenin bir aracıdır. Ve böylesi bir “kader” anlayışı ile iktidar ezilenlerin, emekçilerin elinden yaşadıkları baskı ve sömürü düzenin ötesinde bir toplumsal yapının mümkün olabileceğini umut etme hakkını almaktadır. Emekçilere ve ezilenlere içinde bulundukları sefalet durumunun onların yegane gerçekliği olduğunu, bunun onların “kaderi” olduğunu ve buna boyun eğmek dışında başka bir seçeneklerinin olmadığını kabul ettirmektedir. Ve bunları yapmayı başardığı sürece, tüm bunlar ezilenler için bir “kader” olarak yaşanmaya devam edecektir.
Dolayısıyla “Başka bir dünya mümkün” umudu olmadığı sürece acılar ve gözyaşı bizim kaderimiz olarak kalacaktır. Bu karşı ise ilk yapacağımız ise, başka bir dünyanın mümkün olduğunu umut etmek ve bu umudumuzun gerçekleşmesi için “kadere” karşı değil bizzat iktidarın kendisine karşı direnmek ve mücadele etmektir.
CİHAN DENİZ
YORUM GÖNDER