APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (36.BÖLÜM)
ŞEHİTLERİ GÖZ ARDI ETMEK KENDİMİZİ İNKAR ETMEKTİR
Çeşitli yaklaşımların, ilgilerin, sözlerin ve davranışların savaşını nasıl yaptım diye kendimi fazla anlatmak istemiyorum. Yanlış yapmamak için nasıl tiril tiril titriyor, etkili olabilmek için neleri nasıl düşünüp yapıyordum. Sizde ise zaten bu anlamda da duyarlılık yok. Yani değil böyle bir ortam içinde suç teşkil eden davranışlar yapmak, başarılı olmayacaksam nefes bile alıp veremezdim. Alıp verdiğim nefes yanlışsa boğazımda tutardım. Dikkat edin, benden çok az yanlış çıkar. Bu, disiplin gücümden ve anlayış yeteneğimden dolayıdır. Siz en kaba yanlışları, hataları olur olmaz dayatıyorsunuz. En önemlisi de, yapılması gerekeni çok korkak yapıyor, ilkeller gibi hiç üzerine bile gitmek istemiyorsunuz. Bunların ikisi de çok tehlikeli ve yanlıştır. Biz bu durumunuzu aşmanız için size en büyük desteği sunduk. Ben neden kendimi bu kadar eğittim? Tekrar vurguluyorum, daha en erken yaşlarda el attığım bütün işlerde kusursuz olmayı esas alıyordum. Ben bugün neysem o günde öyleydim. Yani kusursuz iş yaptım ve neyle uğraşıyorsam onun gerekli çabasını sergiledim. Tabii bu özellik sürekli şuna yol açtı; en iyi iş nerede ve nasıl yapılır sorusunu hep peşi sıra getirdi ve bu da beni müthiş bir çabaya yöneltti. Sonuç, buralara kadar tırmanışa geçirdi. Büyük 14 Temmuz direnişçilerinin anlamını neden size örnek veriyorum? Çünkü Hayri gibi, Kemal gibi insanlar kendilerini bize karşı en çok sorumlu ve borçlu hisseden çok önemli insanlardır. Bir de büyük şehitlerdir, bunları göz ardı edemeyiz. Onları göz ardı etmek, kendimizi inkar etmek demektir. Onları her şeye egemen kılmak zorundayız.
Çünkü bundan daha kutsalı yoktur. Düşünün, Hz. İsa'yı bile zorla çarmıha gerdiler ve şimdi milyarlık insan onun anısına Hıristiyanlığı benimsiyor. Bizim bu insanlarımız kendi öz kararlarıyla büyük insanlık kararını kendi bedenlerinde çarmıhtan daha acımasız bir biçimde uyguladılar. Daha dün onlar böyle yaptı ve siz bugün bunları unutmuşsunuz. Onların hatırasına kendinizi değiştirmiyorsunuz bile. Açık söyleyeyim, ben bile kendimi onların anısına tam cevap vermiş olarak görmüyorum. Artık ne kadar kabul edilirse o kadarım. Yani eğer bizim bazı büyük değerlere kesin sözümüz varsa, bu böyledir. Kaldı ki böyle binlerce değerimiz var. Gelin sizin bu duruşunuzu bu değerlerle izah edelim. Bu değerlerin hepsi size bir tokattır. Israr ederseniz her gün bin yerden tokat yiyeceksiniz. Ben onları seslendirmek zorundayım. Çünkü bana vasiyet ettiler. Bozulmanıza hiç gerek yok, yaşadığım müddetçe vasiyeti işleteceğim. Hepiniz de onlara bağlı olmalısınız. Bağlılığınız bu anlamda yeterli değil. Düşman bile onlara saygılıdır. Şunu demeye getiriyorum; PKK içinde bütün bu büyük değerlerimize rağmen, kendini böyle dayatanlara karşı savaşmaya çalışıyorum. Bu değerleri öyle farklı kılmaya hiç birimizin vicdanı razı olmaz. Bunun savunması da olamaz. Hiç birinizin değil böyle kendini dayatması, halk bile “bu değerlerimiz olmazsa biz de olmayız” diyor. Eğer sizin de bir şeref, bir onur sözünüz varsa, bu değerlere bağlı olmanız kesinlikle gereklidir. Savaş adına yaşadıklarınıza bakıyorum ve yine Kemal Pir'i hatırlamaktan kendimi alamıyorum. Siverek'e gitmişti. 1980 yılında Siverek‟e gitmiş, o pratiği araştırıp görmüştü. Son mektubunda, “Ben bu işin sorumlularının yakasını bırakmayacağım, elimi yakalarına koyup, siz buna nasıl yol açtınız diyeceğim” diyordu.
Açık ki, sözümona bu komuta kişilikleriniz nedeniyle Siverek'te bile bu kadar derin bir tahribat yaşanmamıştı. Siverek‟te savaş sınırlı bir gelişme göstermişti. Ama ona rağmen Kemal Pir, aynen şöyle diyordu; “Sen nasıl böyle yaptın diye adamların boğazını tutacağım.” Askeri çizgiye bağlıysak, eğer onlara bağlıysak ve anılarından sonuç çıkaracaksak bu hepinize bir uyarıdır. Bu bağlılıktan başka da güç kaynağımız yok. Bu bağlılık büyük savaştırır. Tıpkı onların savaştıkları gibi. Siz bunun tavizini benden koparmak istiyorsunuz. “Bırakın biz savaşalım, ama bu büyük bağlılığa göre değil” diyorsunuz. Şimdi bu isteminiz değil taviz, en büyük ihanettir. Her şeyi isteyin, ama bu büyük tarzdan, bu büyük savaş tarzından taviz istemeyin. Çünkü halen söylüyorum en büyük savaşçılık bu bağlılıkla, bu inançla başlatıldı. Zafere kadar da öyle götüreceğiz. Görev alacaksınız, bir defa iliklerinize kadar bunu işlemeniz gerekir. Siz o zaman gerçek bir PKK değeri olabilirsiniz. Geçmişi umarım kendiniz de değerlendirirsiniz. Hayatınız bir suç yumağı gibidir. İnsan büyük öfke ve acı duyuyor. Şimdi sizi ne yapalım? Denetimi biraz bıraksam, gerçekten her şey tanıklık ediyor ki, bu iş bir günde biter. Hele bazı açgözlüler, bazı sözde akıllılar adeta bizi yemek için hazırlanıyor. Bizi bölüp parçalamaya, her şeyi tıkatmaya ve bitirmeye hazırlanıyorlar. Hatta çoğunuzun duyarsızlığı da göz önüne getirildiğinde, nasıl teslimiyetin geliştirildiği, nasıl imhaların gerçekleştirildiği görülecektir.
Maalesef zemin buna götürmeye son derece müsait. İster partinin ideolojiksiyasi ve örgüt çizgisine karşı olsun, isterse onun askeri çizgisine, ordu ve eylem, yani savaş gerçeğine karşı olsun, bu ilkelliğinizi, kendiliğindenliğinizi ve bu her tür hastalığın kaynağı olan anlayış ve yaklaşımlarınızı aşamazsanız, hiçbir alan pratiğinde başarılı olamazsınız. Her şey açık, benim özgün çabalarım olmasa PKK'nin askeri çizgisinden hayır gelir mi? Diğer alan çalışmalarını birtarafa bırakalım, esas itibarıyla askeri çizgi üzerinde duracaksak, Siverek pratiğinden başlayalım, günümüze kadargelelim. Aslında bunun ipuçlarını vermiştim. Askeri çizgiyi incelerken bazı işleri yapmamız gerekir. Önce PKK'de askeri çizginin askeri teoriye göre nasıl geliştirildiğini bilmeniz gerekiyor. Biz direkt olarak şiddete başvurmadan önce, “Kürdistan'da Zorun Rolü” kitabını yazdık. “Kürdistan'da Zorun Rolü”, savaşın teorik izahını yapıyor. Neden Kürdistan'a devrimci zor gereklidir? Bütün dünya literatürlerinden örneklemeler yoluyla, “Kürdistan'da devrimci değişiklikler olacaksa, ki yaşamak için başka hiçbir çare yoktur...” deniliyor. Bu kitapta “bir savaş teorisine ihtiyaç vardır, yani devrimci zor gereklidir” deniliyor. Bu sorun aydınlatılıyor ve bizi savaş kararına götürüyor. Eğer devrim, özellikle 1980‟lerden sonra başarıyla yürütülmek isteniyorsa, zor sorununa doğru yaklaşılmalıdır. Savaş, dolayısıyla ordu sorununa açıklık getirmek için daha grupları ülkeye yollamadan önce zor koşullarda olmamıza rağmen, o kapsamlı kitabı yazdık. Sorumluluk gereği yalnız o kitabı yazmakla yetinmedik, yüzlerce kişilik grupların pratik eğitimini de verdik. İlk dönemlerde bin bir pratik çabayla bir tane savaşçıyı kazanabilmek için altı ayımızı verdik.
Daha da ötesi insanlara mücadele kararı verdirtmek için yıllar gerekiyordu. Değil böyle yirmi dört saatini, insanların bir saatini bizi dinlemeye ayırması için yıllarımızı verdik. Bir kişiyi kendimize alıştırmak, ona mücadeleyi kabullendirmek için bin dereden su getirdik. Daha ortada askeri çizgi diye bir şey yoktu. Silah elde etmek mümkün mü, silaha yaklaşamıyorduk bile. Sadece bir kararı oluşturmak için bütün bunları yapmak durumundaydık. Şimdi en değme komutanlarımız savaştan kaçış sürecine girmiş, ancak bunu fark etmiyor bile. Siz ise hazır olan elden gidiyor, fakat bunu görmek istemiyorsunuz. Size göre bunlar hiç önemli değil. Düşünün ki, en benim diyen komutanlarımız işin ikna yanını, karar yanını, moral yanını hiç göz önüne getirmek bile istemiyorlar. Bir silah elde etmenin savaşı nelerimizi alıyordu. Sizin için bu da hiç önemli değil, çünkü silahlar yığınla. Ama bana göre aslında durum hiç de öyle değil. Oysa ben, o üs alanlarına gerilla gruplarını çıkarmak için tam yirmi yılımı verdim. Hatırlıyorum, ne zaman özgürlük dağlarına çıkarız diye „70‟lerden, hatta daha öncesinden; çocukluktan beri özgürlük uğruna çıkma yılları, bu kadar büyük bir umudun ve çabanın bir sonucudur. Bakıyorum ki en fethedici özgürlük dağına ulaşılmış, ancak dağın değerini takdir etmiyor, basit bir arazi değerlendirmesini bile yapmıyorlar. Böyle komutanlar içimizde dopdolu. Görkemli dağları biraz değerlendirebilseler, her tür barınmayı yaratabilir ve gerilla savaşını verebilirler. Ama bunları hiç anlamak bile istemiyorlar. Halbuki biz oraya bir grubumuzu çıkarabilmek için otuzyılımızı verdik. Bir inanç adamı yaratmak için yıllar gerekti. Bir silah hikayesi var, ilk koşullarda onu temin etmek için yıllar gerekmişti. Bütün bunları kelleyi koltuğa alarak yaptık. Çünkü silah yakalandı mı cezası ağırdır, hele büyük silahların cezası daha ağırdır. Kullandığınız her türlü silahlar kendiliğinden mi elinize ulaştı? Bir özgürlük dağına ulaşmak için bin bir türlü engel var, hudutlar var. Dağa gitmek için düşünce ile donatılmış inançlı, silahlı bir grup insan olacak.
Bundan sonra bu kadar hududu nasıl aşacaksın? Bir de bütün yollar tutulmuş, oraya ulaşmak için sabır gerekir. Ayrıyeten imhalar da olabilir. Onu önlemek için duyarlılık ve hassaslık gerekir. Bütün bunları yıllarca yaptık. Tabii bütün bunlar size göre pek önemli değil, önemli olan sizin o planlaması, keşfi ve denetimi olmayan sahte komutanlığınızdır. Bunlar da sizin adınıza en büyük utançtır. Ben her zaman böyle utanmazlığı nasıl yaptınız diye bunu yüzünüze vuracağım. Ama size söylüyorum ki, bir askeri teori için, bir askerin yola çıkması için yıllarımız verdik. Sizin buna saygınız yok. Olmadığı gibi var olan değerleri çarçur ediyorsunuz. Direnişçilerin canı pahasına inanç savaşını da size örnek verdim. Peki siz ne söyleyeceksiniz? Onlar öyle savaştı, bizler böyle hazırlandık. Peki sizler ne yaptınız? Yani yapılacak hiçbir iş yok muydu? Bazı işleri doğru ele almak mümkün değil miydi? Bizim sözümona, anlı şanlı askeri sorumlularımız pek fazla umut vermiyor. Tıkanma ileri düzeyde. Benim gibi bu işleri bu düzeye getiren birisi olmasa, neredeyse işleri kendi akışına bırakacaksınız. Bu düşmanın görüşü, bunu bırakalım. Ortada bizim biriktirdiğimiz bazı değerler var, bazıları namussuzca ona göz dikmiş. Bu da herkese yol diye gösteriliyor, yani “sen de biraz kendini yaşa” deniliyor. Ortada bizim yürüttüğümüz tarihi çalışmalarımız var, peki siz ne kazandırdınız. Sırtınızı bize dayayarak yaşamaktan, kendi yaramaz, yetmez kişiliğinizi bize dayatmaktan başka ne marifetiniz var. Dağlarda parti silahını ele geçirmek yiğitlik midir? Dağda parti savaşçıları üzerinde sözümona komutanlık taslamak marifet midir? Doğru dürüst bir devrimci ahlakınız olmayacak mı? Bu sınır kültüründen vazgeçmeyecek misiniz? Bir tek başarılı eyleme göz dikmeyecek, doğru dürüst tek bir savaş taktiğine kendinizi vermeyecek, ondan sonra da komutanlık adı altında kendinizi dayatacaksınız. Bu ne anlama gelir? Siz bunun çözümlemesini yapacaksınız.
Böyle ciddi suçlar işlemeden, ben böyle “görev istiyorum, komutanlık istiyorum” demeden önce bu olup biteni, başta kendinize olmak üzere partiye izah edecek ve samimi bir özeleştiri vereceksiniz. Askeri anlamda olup bitenlerin tümünü dürüstçe anlatacaksınız. Ölmek herkesin kaderidir, isyan edenler de vurulur. İsyan etmek de yetmiyor, biz sıradan isyancı bir topluluk değiliz. Kaldı ki isyancıların bile bir ahlakı vardır. Sizleri asgari gerilla kurallarına dahi uyduramıyoruz. Bütün eyaletlerin durumuna bakın, bir gün tartışıyor, “gerilla köye dayalı olacak” diyorlar. Bu da günlük olarak düşman bilgisi dahilinde yaşamak demektir. İşleri güçleri kendilerini yaşatmaktır, “her şey lojistiktir” diyorlar. Burada gerilla için en küçük bir kural var mı? “Yaşam başka türlü olamaz” diyorlar ve neredeyse beni de buna inandıracaklar. Başka türlü nasıl olmuyor? Öncelikle siz, düşmanı olan insanlarsınız. Düşmanının ne yapacağı belli olan insanlarsınız. Neden tek bir kuralı uygulamadınız? Ben bir savaşçı yetiştirmek için yıllarımı böyle vereceğim, siz onları pul pul dökeceksiniz. Ben yılların inanç savaşını veriyorum, siz onun inancını bozacaksınız. Bir silah bulmak için benim çok yoğun çaba harcamam gerekiyordu. Halen hatırlıyorum, Hüseyin Sarıçiçek diye biri vardı, silahları arabaya gizli koyup götürüyordu. Tam üç gün elim kalbimin üzerindeydi, yakalandı mı, yakalanmadı mı diye nefes nefeseydim. Beş tane silah ya vardı ya yoktu. Hem de her tür zorluğa ve imkansızlığa rağmen bu imkanları geliştirdik. Sizinki ise hazır değerlerdir. Bazı yerlerde ne kadar silahın düşmanın eline geçti veya silahların pas içinde bırakıldığı biliniyor. Şimdi bütün bunları gelip PKK'lilik adına bana dayatacaksınız. Böyle büyük suçlarınız var. Bu işleri yapamıyorsanız çekileceksiniz.
Hiç kimse sizin savaşçılığınıza muhtaç değildir. Siz istediniz ve ben de size savaşın hem teorisinin hem pratiğinin bu ülke adına nasıl yapılacağını en ince ayrıntılarına kadar gösterdim hem de pratiğinin yüzde doksanını hazırladım. Siz, pratiğin yüzde onunu bile hazırlamıyorsanız. Bu, işten bir şey anlamıyorsunuz demektir. İsteyen herkes, doğruları bu temelde uygulama gücündeyse onay ister, izin ister, “ben de bu işe varım” der. Bu işe var olan birkaç kişiyse bile ben onlarla derinleşmek istiyorum. Kemal Pirler gibi, Hayriler gibi bazı değerli militanlar yine çıkabilir. Ben onlarla uğraşmak, onlarla bu işi geliştirmek istiyorum. Ne diye kendinizi dayatıp duruyorsunuz? Bu halkın bazı namuslu insanları çıkar. Şimdi onları da engelliyorlar; “yapmayız, yaptırmayız, savaşmayız savaştırmayız” diyorlar. Resmen yenilgiyi dayatma tutumunda ısrar var. Askeri çizgimize dayatılan bu oyunu bozacağız. Ben sizin bu dayatmalarınıza artık inanamam. Bunun ne imkan yetersizliğiyle, ne de teorisizlikle bağlantısı var. Bu, düpedüz bir oyundur. Partinin askeri çizgisine dayattığınız ve neredeyse herkese bulaştırdığınız bir oyun, bir hastalıktır. Yapacağım en hayırlı iş bu oyunu bozmaktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER