ÖZEL SAVAŞA KARŞI ZİHNİYET VE YAŞAM MÜCADELESİ (1.BÖLÜM)
Özel savaş, tasfiye hedefli toplum yaşamına dair her şeye savaş açmadır. Politik, sosyal, kültürel, ekonomik, askeri bütün alanlar özel savaşın kapsamı içindedir. Ancak özel savaş asıl olarak toplum ve birey zihniyetine odaklanmaktadır. Toplum zihniyetini teslim almak için her yolu mubah saymakta ve binbir türlü ayak oyunlarıyla toplumu toplum olmaktan çıkarmayı hedeflemektedir. Özü zihniyet savaşıdır. Çünkü insan düşünen, tasarlayan, planlayan ve yapan bir varlıktır. Bu da zihniyetle ilgilidir. Bu olmadan insan ne tasarı yapar ne de eyleme geçebilir. Hemen hemen her edinimin başında zihniyet veya düşünme ve eyleme geçme vardır. Dolayısıyla egemenler, özel savaşta önceliği zihniyete vermektedir. Köleleştirme de buradan başlıyor. Zihniyet köleleştirildikten sonra diğerleri peşi sıra gelir. Onun için özgürlük arayışçıları ve halklar da önceliğini egemenin saptırmaya çalıştığı zihniyet inşasına vermelidir. Özgürlük mücadelesinin başarılarının temelinde de dejenere edilen Kürt zihniyetini kendine getirme ve öze dönüştürme mücadelesi olmuştur, olmaya da devam ediyor.
Çin Devrimi’nin Önderi Mao, şöyle bir belirleme yapıyor: “Halk denizdir, gerilla balıktır.” Yani gerilla halkı örgütlemesi durumunda onun derinliklerinde gizlenir, mücadele eder ve savaşır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1949 yılında kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) bünyesinde ve ABD öncülüğündeki özel savaş kuramcıları ise, “Halk deniz, gerilla balık ise o halde suyun veya denizin vasfını değiştirmek gerekir” der. Bu, halkın direnişçi zihniyetini değiştirme, devrimci/gerilla-halk ilişkini olanaksız kılmaya çalışması oluyor. Özel savaş kuramı bu esasa dayandırılır. Buradan hareketle özel savaşın askeri yanının olmasına karşın esas aktivitesi zihin ve yaşam üzerinde olmaktadır. Askeri/polisiye yaptırımlarla halkı korkutma, sindirme amaçlanır. Sonuçta özel savaş biyolojik bünye üzerinde yürütülür. Her canlıda olduğu gibi insanın da olmazsa olmazı organik yapısıdır. Biyolojik bünyenin ortadan kaldırılması insanın hayatının sonudur, ölümdür. Ölüm en korkutucu olandır. İnsan çok şeyinden vazgeçebilir ama biyolojik yaşamında vazgeçmeyebilir. Şiddet, işkence ve ölümle korkutarak sindirme en yaygın yöntemlerinin başında gelmektedir. Elbette ölüm tehditleriyle vazgeçmeyenler olabilir. Ancak bunun için çok anlamlı bir amaç veya kutsiyete ihtiyaç vardır. Ona içten inanması ve başarılması halinde insanlık açısında ortaya çıkaracağı kazanımların büyüklüğüyle doğru orantılıdır. Amaç büyüklüğü ona kutsiyet kazandırır. Buna inanan insan her tür zorluğa, işkenceye, vahşete ve katliama dirençli hal kazanır. İnsanlık tarihi bu tarz kahramanlıklarla doludur. İnsanı insan yapan, toplumsallığını koruyan bu kahramanlıklardır. Yaşamın kendisi, bu kahramanların yüzü suyu hürmetine gerçekleşmiş ve gerçekleşmektedir. Onlar olmasaydı günümüzde bir toplumsal varlıktan ve insandan söz edilemezdi.
Toplumsallaşmayan insan, doğamızda yaşanan jeolojik değişim ve dönüşümler sonucu gerçekleşen yeni koşullara uyum sağlayamaz ve tür olarak yok olacağını belirtmek bilimsel bir tespit olur. Nitekim dinozorlar uyum sağlayamadıklarından nesilleri tükendi. Toplumsallaşmayan insanın sonu da dinozorlardan farklı olmazdı. Onu var eden, yaşanan toplumsal karakterde ortak yaşamı örgütlemesi; savunma, neslini sürdürme ve beslenmesinin tümünü güvence altına almasıdır. Toplumsal yaşam gücü, üretim ve paylaşımın güvencesi olmaktadır. Esnek bir zeka ve yaşama dayanan toplumsal yapı, oluşan yeni koşullara uygun değişim, dönüşüm ve yeniden varlığın oluşumunu sağlamaktadır. Toplum varlığını, yaşam döngüsünün sürekli oluşum halinden gücünü almaktadır. Tarihsel akış bu döngünün kendi mecrasında seyretmesidir. Toplum ve birey özgürlüğü de bu döngünün kendi iç işleyişinin devam edebilmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Bundan sapması veya saptırılması, hem özgürlük hem de toplum tehlike altına girer ve yok olmakla karşı karşıya gelebilir.
Son beş bin yıllık tarihte çok sayıda toplumsal varlık yok olmuştur. Çoğuna tarih kitaplarında rastlanmamaktadır. Bu yok oluşların büyük çoğunluğu doğadaki değişimlere ayak uyduramadıklarından değil, dış saldırılardan; işgal, istila ve sömürgecilik sonucu soykırıma uğrayıp yok edilmişlerdir. Tarihte soykırımlar yaşandı, ama en çok da kapitalist modernist zamanda yaşanmıştır. Soykırım konusunda hiçbir dönem bu dönemin eline su dökemez. Kapitalizmin tarihi soykırımlar tarihidir. Çıkarlarına ters düşen, güdümlerine girmeyen toplumsal tüm yapıları yok etmeye yönelmiştir. Sistemi önünde engel gördüğü her yapıyı bölmüş, parçalamış ve imha etmiştir. Kapitalizm neden toplumu bu kadar hedef almıştır. Çünkü, kapitalizm toplum dışıdır. Toplum-birey ilişkisi binlerce yıl içinde iktidar-devlet öncesi oluşmuş ahlaki ve politiktir. Yaşamda ilke var, ölçü var. İhtiyaç kadar üretmeyi ve paylaşımı esas alan, sömürü ve talanın olmadığı yapılardır. Kapitalizm ise kar temelli azami sömürüyü amaçlar. Doğal topluma dayanan komünal oluşum buna karşıdır. Komünal toplum, mülkiyetin her türünü reddeder, ortak yaşamı savunur; doğadaki diğer canlılarla birlikte uyum içinde yaşar.
Başlangıç itibariyle komünal yaşamın tasfiye süreci, prekapitalist dönemde başlasa da, kapitalizm doğası gereği bunu hızlandırmıştır. Sümer devletiyle başlayan toplumsal varlığın tasfiyesi kapitalist aşamayla doruğa çıkarılmıştır. İktidarın-devletin karakteri, anti toplumculuktur. Kapitalizme de can simidi olan bu karakterin ruhudur. Kapitalizm, geçmişin birikimini her türlü araçla gasp etti, bilim-tekniği de kullanarak biyoiktidarını kurmaya başladı. İşte bu anlar özel savaşın devreye girdiği anlar oluyor. Hiçbir dönem hiçbir erk toplumu-bireyi bu kadar özünden koparmadı; ne köleci ne feodal dönemde. Zaten bu erkler o dönem toplumsal bağlar ve değerler çok güçlü olduğu için istedikleri sonucu alamamıştır. Kentlere yoğunlaştıklarından dolayı mülkiyetçiliklerini, birer ucubeye dönüşen yaşamlarını köylere yeterince taşıyamıyorlardı. Köyler neolitikten kalma çekirdek yapılardır. Neolitik komünal değerlerin hala buralarda temsil bulmasının temelinde bu çekirdek özellik yatıyor. Toros-Zagroslar, Mezopotamya ve Ortadoğu’nun gücü de buna dayanmaktadır. Kapitalist modernite son 200 yıldır bu topraklara oynamasına rağmen egemenliğini bir türlü kuramamasının nedeni de bu köktür. Çünkü neolitik, toplumsal bünyenin derinliklerine nüfuz etmiş, bir kültür ve yaşam oluşturmuştur. Günümüze kadar hiçbir silah bu hakikati yok edememiştir.
İktidarlı, devletli yapıların toplumsal değerlere saldırıları bugüne dek hiç eksik olmadı. Neolitik değerleri sömürerek kendini var eden devlet, bu topraklardan yer küreye yayıldı. İktidar-devletin varlığı bu tarihsel yarılmaya dayanıyor. Sapma buradan başladı ve toplumsal akış bu andan itibaren baş aşağı gitti. Bütün sorunların ve çelişkilerin anası bu sapma ve yarılmadır. Toplumsal akışı kendi ayakları üzerinde oturmak için sistem içinde ve dışında birçok mücadele verilirse de kapitalizme ömür olmaktan öteye gidilememiştir. Kapitalizmin “son sınıflı uygarlık” olduğunu tüm kesimler kabul ediyor. Buradan hareketle tarihin sonunun geldiğini ileri sürenler de vardır. Tarihi kendinde başlatanlar, “son” da kendileri olduğunu düşünürler. Eşyanın tabiatına aykırı olsa da hakikat böyle tersyüz edilmiştir. Evrende her şeyin bir evveliyatı ve sonrası vardır. Kapitalizmin öncesi olduğu gibi sonrası da olacaktır. Hakikat olan, tarih yürüyüşünü sürdürmektedir. Doğal topluma dayanan demokratik uygarlık, tarihin “son” gidişatına dur demiştir. Kapitalizmin önemli araçlarından olan özel savaşın her çeşidine karşı amansız mücadele etmiştir, ediyor.
Özel savaş, toplumsal varlığın tasfiye edilmesi üzerine kurulu olduğu açıktır. İktidar-devlet, toplumsal değerlerin güçlü olduğu zeminde yeşerme sansı bulmaz. Gelişebilmesi için o değerlerden toplumun arındırılması zorunludur. Beş bin yıldır da yapılan bu olmuştur. Sümerlerin tapınak kuleleri zigguratlarda yapılan da toplumsal tasfiye ayinleridir. Zigguratlar ideolojik, yani zihinsel ve yaşamsal inşanın döl yataklarıdır. Dolaysıyla zigguratları “ilk özel savaşın zihinsel başlangıç yeri” olarak ele almak yerinde olur. Özel savaş özünde, toplumsal zihniyet ve yaşam üzerinde oynama, toplumu ahlak ölçülerinde koparma, bireycileştirme ve bencilleştirme çalışmasıdır. Bu yolla toplum ve birey, irade kırımıyla teslim alınması amaçlanmaktadır. Her ne kadar özel savaş teori ve pratiği, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD öncülüğünde NATO bünyesinde oluşturulmuş olsa da, kökleri zigguratlara dayanmaktadır. En az beş bin yıllık tarihsel egemenlik silsilesinin oluşum ve birikimine dayanan bir savaş türü olmaktadır. Onu ABD, kapitalizmin güncel çıkarlarını gözeterek teorileştirmiş ve pratik uygulamalarını şartlara göre geliştirmiştir, geliştiriyor. Yani özel savaş, egemenlerin toplumları tasfiye sürecinde teori ve pratiğini oluşturma halidir. Dünyaya da ABD öncülüğünde yayılmıştır.
Özel savaş çok boyutludur. Siyasi, askeri, sosyal, kültürel ve ekonomik boyutu vardır. Ancak biz özel savaşın daha çok ideolojik, zihinsel ve yaşam üzerindeki saptırmalarına vurgu yaparak, ona karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiği üzerinde duracağız. Zihinsel durumun kimi halleri vardır. Ki insan, maddi-ekonomiden daha çok manevi ve metafizik bir varlıktır. Özel savaş, zihinsel ve yaşamsal saptırma üzerinde durarak, biyolojik varlığı sona erdirecek edinimleri öne çıkararak ve korku iklimini hep diri tutarak biyolojik bünyeye hükmetme ortamına insanları sürüklemeyi esas alır. Biyoloji üzerinde kurulacak bir erk, yönetme rahatlığına ulaşır. Bu bir süreç içerisinde gerçekleşir. Kökleri iktidar-devlet oluşumuna dayanan özel savaş, güncelde her toplumun farklılıklarına göre yol almaktadır. Zaman ve mekan bağlamı içinde değişik uygulamaları söz konusudur. Tarihsel süreç içinde toplumlar farklı özelliklere sahip olmuştur. Zaten toplumların birbirlerinden farklı olmaları bu geçmişten ileri gelmektedir. Farklı dillerin oluşu, kültürlerin varlığı bununla ilgilidir. Toplumlar, evrenin çok renkli ve çeşitliliğinin insanda dile gelmesidir. Çünkü insan mikro evrendir. Onun hücresidir demek hakikatin ifadesidir.
Toplumu dağıtmaya çalışmak özünde evrene savaş açmaktır. Kapitalizmin azamı kâr amacıyla açtı savaş, insan ve topluma karşı açılmıştır. Bu anlamda gayrimeşrudur. Özel savaşla da bunu en hileli şekilde yapıyor. Kuralsızdır, gizlidir ve sapkınlığın çukurlaşmış biçimidir. Amacı; çeşitli küme ve sınıflara parçaladığı toplumu devlet karşısında güçsüz kılma, savunmasız bırakma, maddi ve manevi her türlü sömürüye açık hale getirmektir. Bireycileşen insan, toplumdan kopar, yalnızlaşır, güçsüzleşir; yönetilmesi ve sömürülmesi kolay hale gelir. Daha doğrusu güçlü olana biat etmek kaçınılmaz olur. Bir de buna aşırı tüketim zihniyeti zerk edildiğinde güdü ve bireysel zevkini tatmin etmek için içine girmeyeceği sapkınlık kalmaz. Ahlaksızlık, tutarsızlık gibi insani değerlerden yoksunluk bireyi tutsak alır. İradesi kırılan birey nesneye dönüşür. Nesne, bir anlamda alınıp satılan ürün halini almaktır. Özcesi toplumsal varlığın tasfiyesi ve bireyin özneleşmesi adına köleleştirilmesi sonucu kişiliksiz kimlik(siz)ler yaratılmaktadır. Savaşın, sömürünün temelini toplum tasfiyesi şeklinde gerçekleştirilmektedir.
HAYDAR ERGÜL
YORUM GÖNDER