APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (11.BÖLÜM)
TUTARLI MİLİTAN HALKININ KÖTÜ KADERİNİ ÇÖZENDİR
Biz öğretmeye varız, fakat siz öğrenmeye fazla gelemiyorsunuz. Burada sorun bizden kaynaklanmıyor. Sizin kafalarınız çok karışık, ruhlarınız, iradeleriniz çok gevşek ve adeta düzenin egemenliğini yansıtan bu kişilikleriniz bizi zorluyor. Bu durum, yaklaşım tarzından ve kişilik özelliklerinizden kaynaklanıyor. Devrimde komuta kesin gereklidir. Kadro sorunu çözümlenmeden, hiçbir sorun çözümlenemez. Kadro olarak karşımızdasınız, ancak onun gereklerini yerine getirmeye yanaşmıyorsunuz. Düşmanı değil, sizi çözmek daha yakıcı bir hal almıştır. Bu durumunuz karşısında hayretler içinde kalmamak mümkün değil. Bu nasıl halk çocukluğudur veya bu nasıl PKK‟dir ki, bunca çabaya ve yıllara rağmen kendi kadrosunu bir türlü kendi parti gerçekleri temelinde amansız yetiştiremiyor. Bu konuda kendinizi mutlaka sorgulayabilmelisiniz. Çünkü zaman sınırlı ve yaşam büyük tehlike altında. Benim düşünceme göre, kadro politikasında tarihi hata yapıyor, Önderlik gerçeğinin anlam ve önemini müthiş çarpıtıyor ve belki de tarihin lanetli gerçeğinin bir benzerini PKK içinde iyi niyetlice, hatta kendi tarzınıza göre büyük çaba harcayarak yaşıyorsunuz. Sizin bu kendinizi kandırma oyununuzu bozmak gerekiyor. Biz bu oyunu bozmazsak, fazla kaliteli bir kadroyu yaratamayız. Bu oyunu nasıl bozacağız? İşte onun üzerinde duruyoruz. Görebildiğim kadarıyla çok şeye razı edilmişsiniz. Hemen her türlü kayıplara, çok basit kazanmaya ve bir çok çirkinliğe razısınız.
Savaşta da her an kandırılmaya yatkınsınız. Sizde kesin derinlik ve yine fazla bir mantık gücü göremiyorum, bu da en büyük tehlike oluyor. Bizim parti okulumuzun öğrencileri böyle olmamalıdır. Her şeyden önce bu okula inanmamız gerekir. Belki düzen okulları gibi değil, size fazla çıkar da vaat etmiyor, ama tarihi bir okul. Halkımızın biricik okulu. Siz hazırlıksız öğrencilersiniz, okulun büyük değerini taktir edecek ne bir tecrübeniz, ne bir altyapı hazırlığınız var. Birden bire en üst düzeyde eğitim veriyoruz ve bunu da seviyeniz kaldıramıyor. Bu da bir etkendir. Ama tüm bunlara rağmen madem ki halkın kurtuluşuna inanılmış, o halde esirgeyeceğimiz bir şey olamaz ve başarmamak da düşünülemez. İçimizden önderi, militanı ve komutanı mutlaka çıkarmalıyız, kötü kaderinizi çözmeliyiz. Tutarlı militan, halkının kötü kaderini çözen militandır. Bunu hiçbir gerekçeyle savsaklayamayız. Bahanelerle bu işin altından kalkılmaz. Bu işleri başarmak, başta savaş gerçekliği olmak üzere tüm hayati gerçeklere bağlı yaşamaktan ve bunun gereklerine güç yetirmekten geçer. Adam olmanın başka hiçbir ölçütü yoktur. Bin defa şükredin ki, bunun önemli bir imkanını hizmetinize soktuk. Yoksa adam olmanız, bir an bile şereflice bir yaşamdan bahsetmeniz mümkün değildir. Bunun dışında her şey alçakça, haince ve şerefsizcedir. Bunun dışında veya bu anlamda bir Kürtlük en lanetli olmayı ifade ediyor. Bunu büyük bir dirençle karşılıyor ve kendimize layık görmüyoruz. Biraz şerefin, yiğitliğin yolunu aralıyoruz. Artık kim değerlendirecek, kim hakkını verecek diye bekliyoruz, çabalıyoruz. İşler bu kadar ağır.
Halen hatırımda, on yaş civarı, kişiliğini tanıma yıllarıdır. Ne mutlu ki, o yıllarda geleneksel anlayışa göre adam olup olmamayla karşı karşıya geldiğimde, kendimi sorgulama sürecine girdim. Ailem ve anam, beni geleneklere göre bir adam olma sürecine sokmaya çalışırken, onun pek de değerli olmadığını söyleme gücünü, dirayetini gösterdim. Sizin yaptığınız gibi adam yetiştirilemez, insana değer verilmez dedim. Ailenin dayatmalarını reddettim, kendimi adam etmenin değişik yol ve yöntemlerini bulmaya çalıştım. Bunun bütün sonuçlarına katlanarak bugüne kadar geldim. Oysa siz bu yaşlardan itibaren kaybettiniz. Adam olmayı geleneklere, aileye, düzen kurumlarına göre bellediniz ve kendinizi adam sandınız, ama maalesef adam olamadınız. Ancak düşmanın düzenine en iyi hizmet adamı olarak bunu da iliklerinize kadar işlediniz. Bizde büyük kişiliklerin ortaya çıkmayışının altında yatan neden, adam olamamak ancak geleneklere göre de kendini “adam” sanmaktır. Ben, “Kürt‟ten adam çıkmaz, Kürt bu kadardır, başkalarının askeridir, iyi hamallık yapar ve başkaları için çalışır” yaklaşımına inanmıyorum. Daha o yaşlardan itibaren bunu hiçbir zaman anlamlı bulmadım ve kabul de etmedim. Ne böyle adam olurum, ne böyle çalışırım, ne de böyle asker olurum dedim ve sözüme bağlı kaldım. Siz ne böyle dediniz, ne de sözünüze bağlı kaldınız. Hatanız burada. Çok kötü yetiştirildiğiniz için müthiş bir yaramazlık, çirkinlik, çaresizlik, anlayışsızlık ve terbiyesizlik sınırları içinde çalışıp durdunuz. Sonuçta kullanıldınız ve bize doğru geldiğinizde hayırsız, fazla iş yapamaz, beceremez durumdaydınız. Bunu itiraf etmekten çekinmemelisiniz. Eğer böyle olmasaydınız, kesinlikle büyük başarılara sahip olmanız gerekirdi. Hanginiz, “ben yaşarsam bu eşittir büyük başarıdır” diyebiliyor? Böyle diyen yok. Ve unutmayın ki, oldukça zavallı konumdasınız.
Bu halk bana dayanarak neden şandan, şereften ve özgürlükten bahsediyor. Hatta sizler bana dayanarak neden böbürleniyor, kendinizin savaştığını sanıyorsunuz ve ben buna neden yol açıyorum? Halbuki buna yol açacak durumda değilim. Düşünün, bu işin başındaki insan bile bunu uygun görmüyorsa, bu ne haldir. İşte burada abartılı kişilik, kendini yanıltan kişilik ortaya çıkıyor. Hata yapmamak veya sizin kendinize yakıştırdığınız durumlara düşmemek için kendimle her gün savaşıyorum. Bu konuda büyük tecrübem var ve milimi milimine kendimi ölçüp-biçiyorum. Yaşamın sorunlarına karşı savaşımda hem sorunları çözmek hem de başarı kazanmak için, en basit değerleri dahi kendim için müthiş ayarlıyor, çalıştırıyor, kararlaştırıyor ve yürütüyorum. Peki siz tüm bunlara nasıl katılıyorsunuz? Eğer bir vicdanınız ve gerçekten adam olma sözünüz varsa bunu sorgulamalısınız. Günlük davranışlarınıza baktığımızda, kendinizi bile sorun olmaktan çıkaramadığınızı görüyoruz. Sizleri sorguladığımda, savaşçılarımız kurtarma işine göre kendini ne kadar veriyor diyorum. Çoğunuzun durumu kurtarmalık. Yani “ben kurtarıcıyım, kurtarmaya geldim” değil de, “kurtarılmaya geldim” diyorsunuz. Kurtarılmayı da kendiniz gibi kurtarmalık olandan veya benden istiyorsunuz. Bu da büyük bir yanılgıdır. İşte çıkmaz buradadır. Halbuki yola ilk çıktığımda kurtarmalık adamları karşıma alıp onlarla savaştım. Alışkanlıklarınız, inadınız çok güçlüdür, çünkü elinizdeki tek savunma silahınız odur. Eğer akıllı olur, kendinizi değişime ve dönüşüme uğratırsanız, o silah da elinizden alınır. Onun için bütün alışkanlıkları yerle bir ettim. Değişken olmayı büyük bir gelişme nedeni saydım ve bu düzenin değişikliğe zorlanması da bu nedenledir.
Zayıflamış, kemikleri her an kırk yerden kırılacak zayıf bedenlere dönüşmüşsünüz. Bunun için en küçük bir değişiklik sizi kırıyor; küsüyor, alınıyorsunuz. Oysa ben bile kendimi beğenmiyorum. Kendimi daha fazla nasıl değiştirmeliyim, dönüştürmeliyim diye dövünüp duruyorum. Yerim dar aslında, eğer sizin gibi dolaşabilseydim neler yapmazdım. Halkın çocukları olarak, önemli oranda hastalıklı, çok sakat değerler temelinde, hatta bütün temel gelişme değerlerine karşıt biçimde büyütülmüşsünüz. Yeniden yapılmak için kırılın diyorum. O zaman da, “sağ kalabilir miyiz” diyorsunuz. Ama bu işin başka çaresi ve kanunu da yoktur. Her taraf sakat bağlandığına göre, kırıp yeniden bağlamak gerekiyor. Bir kemiğiniz kırıldığında, onu doğru bağlamazsanız sakat kalır ve yürüyemezsiniz. Sizin durumunuz ise, hem de kırk yerinden kırık bağlamaya benziyor. Bu durumunuza üzülüyorum. Kendini PKK'li sanıp da, bu savaşta ucuz düşen gençler var. Bu gençler cesareti de bizden aldıklarını sanıyor ve kendilerini tehlikeye atıyorlar. Halbuki biz böyle değiliz. Bizim savaşa nasıl yöneldiğimize bakın. Bizim hassasiyetlerimiz, bizim temkinliliğimiz, bizim hazırlıklılığımız, bizim düşmanı nefes nefese takip edişimiz inanılmazdır. Bizim almış olduğumuz tedbirlerle sizin aldığınız tedbirler arasında dağlar kadar fark var. Eminim ki, o görkemli dağlarda “bir savaş toplantısı yapalım, eksikliklerimiz neler, gerçekler nedir, nelere nasıl yaklaşmalıyız” demediniz ve hiç biriniz bir toplantı yapmadınız. Bunları açıklığa kavuşturmak için önde gelen bir komutanınız bile tek bir toplantı yapmamıştır. Gerçeklere bilimsel yaklaşım gücü göstermeden, alel usul kestirip atarak müthiş süreçleri boşa çıkardınız.
Zaten sizin ciddi bir talebiniz de yok. Savaş mantığı, savaş gerçeği, işlerin doğruluklarını, yanlışlıklarını ele alma, bu konuda kendini sorumlu görme ve hesap sorma aklınızdan bile geçmemiştir. Sözüm ona savaştasınız. Bir defa çareniz yok, gelin benim desteğim altında bir çalışma yürütün, bir toplantı yapın desem onu da yapmıyorsunuz. Halbuki ben, on binlerce toplantı yaptım, on binlerce kişiyi yönlendirdim. Bunların hepsini de düşman uykudayken yaptım. Kendinize bakın, yaptığınız her şey düşmanın kontrolü altında, her şey ufuktan, tedbirden uzak ve yine de rahatsınız. Bu konuda kendinizi sorgulamadınız, hatta bundan kaçtınız, “toplantıya, kolektivizme, örgütlülüğe gerek yok, hepsini tek başıma yürütebilirim” dediniz. Hatta çevrenizdekileri bastırarak, bazılarını da uzlaştırarak yaşayıp gittiniz. Böyle savaşçılık olmaz. Siz bu temelde savaşa nasıl gidersiniz? Örneğin, bir Türk teğmenine bakın; adam askerlerinin düğmelerinin bağlı olup olmadığını bile kontrol eder. Uykusunu ve attığı her adımı anı anına denetler. Oysa bizim en üst düzey komutanlarımızın işlerinin yüzde doksan dokuzu kendi kontrolleri dışındadır, laubalicedir, ancak bunun farkında bile değiller. Böyle halk ordusu kurulur mu? bizim komutanlarımızın gönlü ordu kurmayı istemez, başka şeylerle uğraşır ve onun yaşam felsefesi başka türlüdür. Onun için büyük bir işi planlama aklına bile gelmez. Bu kişi basit işlerin, bir sigaranın ve basit gündeliği kurtarmanın adamıdır. Büyük bir iş, tarihi bir iş bu kişiden son derece uzaktır.
Kendinizi yoklayın, siz de böylesiniz. Bu bir dram, bir çaresizlik. Ancak çoğunuz bunu “akıllı yaşam” olarak, kendisini fazla yormadan “yaşamanın” yolu olarak değerlendiriyorsunuz. Bu büyük bir hatadır. Bir Amerikalıya, hatta bir Çinliye bakın, dakiktirler ve her şeyleri planlıdır. Bunlar zengin uluslardır, büyük uluslardır. Bu uluslar o kadar zengindirler, yine de milim kadar fırsatı kaçırmak istemezler. Biz ise çok fakiriz, imkanlarımız çok sınırlı, ancak bizim hovardalığımız, bizim olanakları, zamanı tüketişimiz anlaşılmaz düzeydedir. İşte iflas eden kişilik, işte kazanan kişilik. Bunları görmeniz gerekir. Yok, “ben dünyadan anlamak istemem” derseniz, bu da sizin tarzınızdır. Ondan sonra “sonu ölüm olursa da olsun” deyip, kendi kendinizi bırakırsınız. Ben sadece böyle olmamak için bu direniş yolunu seçtim. Keşke biraz da insandan, yoldaştan anlayabilseydiniz. Acaba ben kendimi nasıl koşturdum? Siz de vicdan da, akıl da yok. Siz, hiçbir koşuşun kanunlarını anlamaya yanaşmayacaksınız. Halen hatırımdadır, sizden öncekiler de bütün koşullarımıza aynen sizin yaklaştığınız gibi yaklaştılar. Ben bütün insanları iyi tanırım. Bu insanların kimisini teşvik ettik, kimisine fırsat sunduk, ama yine de koşturamadık. Kimisi üç ay, kimisi bir gün dayandı, kimileri ise sadece seyretti, kimisi de yalpalanarak, sürüklenerek bugüne kadar geldi. Oysa biz tarihi bir koşuyu başlatmıştık. Size, öğrenmeye ve yaşamaya gerçekten inanıyor musunuz diye sormak istiyorum. Siz ki, ölümüne bize bağlısınız, ama bu soruyu sormazlık edemiyorum. Gerçekten öğrenmeye, bizimle yaşamaya ve bizimle birlikte mücadele etmeye var mısınız? Bana göre yoksunuz veya katılanlar da oldukça yanlışlıklarla dolu olarak katılıyorlar. “Bu işe varım” diyorsunuz, ama bizi ciddiye almama durumu çok yaygın. İnanılmaz bir şey, ama en etkili olduğum halde, en ciddiye alınmayan kişinin kendim olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Neden böyle olduğuna şaşırıyorum. Birbirinizi müthiş ciddiye alıyorsunuz, ama beni almıyorsunuz. Bunun anlamı da şudur; beni kendi gerçekliğiniz temelinde ciddiye alıyorsunuz. Bunlar da toplumsal gerçekliklerdir, düzen gerçeklikleridir. Benim gerçeklerim ve düzenim ise, devrim gerçeklerinin düzenidir. Bu anlamda beni ciddiye alamıyorsunuz, yoksa kendinizi çok ciddiye aldığınızı biliyorum. Durumunuza üzülüyorum, bizim gerçekleri biraz ciddiye aldığınızda ise, sadece iyi niyetin kurbanı oluyorsunuz. Düşmanın tabiriyle ölüme yatıyorsunuz. Ben bunu da istemezdim. Bizim arkadaşlığımızda buna yer yoktur. Sizin ucuz ölümleriniz üzerinde hesap yapmayız. Ancak kolay ölmeyen kişiler bizim yol arkadaşlarımız olabilir. Ucuz ölenler asla bize yaklaşmamalıdır. Canınızı aileniz, hatta düşmanınız için harcayın, ama bizim için kolay ölünemez. Kolay ölmenin ifade edilemeyeceği yer, bizim gerçeğimizdir, partimizdir. Partimizde kolay ölümler olmaz. Her gün kolay ölümler var. Ben kolay da yaşamam, ucuz da yaşamam. Ucuz yaşam her yerde olabilir, ama bizde olmaz. Maalesef sizde iflas halinde kolay yaşama var ve bu yaşamı bize de dayatıp duruyorsunuz. Neden böyle oldunuz? Vicdani olarak neden böyle zayıf kaldınız? Neden büyük söz ve büyük adımların sahibi olamadınız? Kendinizi bu konuda sürekli sorgulamalısınız. Etrafınızı bastırmaya, sahtekarlığa hiç gerek yok. Yiğitlik, gerçekçi olmaktan ve sözünüzün sahibi olmaktan geçer. Yaşam insanın eline bir defa geçer, ancak onu çok büyük sorumlulukla ele alanlar rol oynayabilirler. Biz bu rolle karşı karşıyayız, fakat onu da bir türlü doğru ele almaya yanaşmıyorsunuz. Kıyamet kadar bağırdık. Tarihte hiçbir kişinin benim kadar bağırdığını, çağrı yaptığını sanmıyorum. Ancak yine de sizi yola getiremiyoruz. Benim çağrılarım ve sizin ayak diretmeniz. Aslında bunun kitabı yazılmalı, romanı yazılsa ne kadar iyi olurdu. Çok ilginçtir, bu mücadeleyi nereden aldık, nereye götürüyoruz? Her birisi bir deliğe kaçmış ve her an dağılmayla yüz yüze. Bunları topla ve yürüt.
Komutanlarımız yapısını bir bekçi kadar bile koruyamıyor. Değil onlara önderlik yapmak, bekçilik bile yapamıyorlar. Şu anda bu ülkede büyük kaçış yaşanıyor. Oradaki koyunların, kuzuların içine adeta barbar sürüsü girmiş, yiyebildiğini yiyor, diğerleri de kaçabilirlerse kaçıyorlar. Yaşanan durum bu. Düşmanımız kendisine “Bozkurt” diyor. Girmiş, saldırıyor, bir oradan vuruyor düşürüyor, bir buradan. Sizin durumunuza bakalım, acaba koyun olmaktan kurtulabilmiş misiniz? Düşünün, hepiniz ne kadar kaçtınız, hem de nerelerden nerelere. Bu anlamda direnme nedir? Ben fiziki kaçışı fazla önemli görmüyorum. Ruhunuzdaki kaçış, bilincinizdeki kaçış tarumar edilmiş kişiliğinizde acaba ne kadar gelişmiştir? Kendinize bu konuda hiç soru bile sormamışsınız. Zaten bu yüzden savaşa, vatana ve zafere bağlanamıyorsunuz. Kaçış kişiliği asla zafere ve yüce duygulara bağlanamaz. O hep kaçar, hep anlık hareket eder ve kendini kurtarmaya çalışır. Onun için yaşamak, kendinden büyük bir kaçış kişiliğidir ve bu kişilik büyük düşünceye bağlanamaz. Kişiliği kendini kurtarmaktan veya kaçışı gerçekleştirmekten ibarettir. Bu konuda yine kendimi örnek olarak sunmalıyım: Belki büyük başaramıyordum, ama bütün kaçışlar bana çok zor gelmişti. Yaşamdan kaçış çok zordu, ama yaşamı da tam başaramıyorum. Köyden çıkış, okula gitme benim için çok zordu. Bunlardan kaçamıyordum, ama fazla da öğrenemiyordum. Her şey beni kaçmaya zorluyordu. Kendinizi göz önüne getirin, siz anında fırladınız, bin bir yüce değere sırtınızı dönüp, her türlü çirkinliğe balıklamasına dalıp, tüm olası güzelliklere ihanet edip ardınıza bakmadan kaçtınız. Bu kişilik neden vatansever olamıyor diye düşünüyorum. Bu biçimde davranmaya devam ederseniz, yüce değerler uğruna bir savaşçılığınız olamaz. Neyin savunusunu, neyin savaşımını yapacaksınız?
Bunları şimdi daha iyi anlıyorum. Öğrenme zorluklarına ve büyük değerleri esas almaya doğru yaklaşmadınız. Kaçış bile demeyeceğim, çünkü öyle şeyler hiç aklınıza bile gelmedi. Aslında kaçıştan da öteye, ben buna deli kişilik, delirtilmiş toplum diyorum. Beyinsiz ve bütün davranışları psikopati halini alan, ruhsal olarak hastalıklı kişilikler tabii ki bir değere bağlanamaz, deli gibi her tarafı dolaşırlar, bütün ilişkileri delicedir. Nitekim PKK içinde bile her şey yüzde doksan dokuz delicedir, akıllıca olan şey bana göre çok azdır. Her gün yaşanan delilikler insanı çıldırtıyor. Bir kendi öğrenme tarzıma, kendi yurtseverlik tarzıma bakıyorum, bir de sizinkine; şu anda ülkemizin en güzel alanlarında olması gerekenlere bakıyorum, “buradan ne zaman gideceğiz” diyorlar. Nereye gidiyorsunuz diyorum, “Kuzey‟e” diyorlar. Kuzey ile Güney birbirlerine terstir, zıt yönlüdür, ama ikisini de aynı anda istiyorlar. Savaşa veya daha rahat bir ortama gitme gibi yüzde yüz çelişkili şeyleri aynı kişi söylüyor. Bir haber geldi; birisi “beni ya hastaneye gönderirseniz ya Kuzey‟e savaşa” demiş. Arkadaşların, “bekle, yol açılsın gönderelim” demesine rağmen, “yok, ben canıma kıyarım” demiş ve bunu yapmış. Belki bu tek bir olaydır, ama sembolik bir durumu var. “Ya hastaneye, ya savaşa” diyor. Halbuki hastaneyle savaş birbiriyle bağdaşmaz. Ya daha Güney‟e ya daha Kuzey‟e gitmek istiyorlar. Halbuki bu da bir çelişki. İşin merkezinde, aslında o yaşam ve savaş gerçeğinden kaçmak var. Sözde Kuzey‟e gitmedikleri için rahatsız olmuşlar. Ertesi gün düşman oraya yürüyor, ancak bu sefer de savaşmasını bilmiyorlar. Genel tedbirlerimiz olmasa çil yavrusu gibi dağılacaklar. Hani siz savaş istiyordunuz? Hani siz Kuzey‟i istiyordunuz?
Düşmanınız burnunuzun dibinde, hani siz ona karşı bir şeyler yapacaktınız? Bu hiç aklına gelmiyor ve “hayır, savaş başka yerde olur” diyorlar. İşte bu deliliktir. Bunları ben uydurmuyorum, her şey gözler önünde. Bizim yanımıza geliyor, ülkeyi istiyorsunuz. Ülkeye gidiyor, bir an önce bizi buradan çıkarın diyorsunuz. Avrupa‟dakiler bizim yanımıza gelmeye can atıyor, burada ise kaç kişi Avrupa‟ya gitmek istiyor. İşte büyük delilik dediğim olay budur. Metropollerden koşarak yanımıza geliyorlar, ancak koşullarımıza bir gün tahammül edemiyor ve yeniden metropole gitmek istiyorlar. Bu tutumlar kaçış kişiliğinin açık göstergeleridir. Ben de şunu söylüyorum; peki sizi nereye koyayım? Bu dünyada kimse size sandığınız gibi yer bırakmamıştır. Bizim toplum toptan kaçış halinde. Herhalde Kuzey Kutbuna veya Güney Kutbuna sefer düzenlense birinci sırayı alırız. Kutuptur, orada her şey donar, ama bizimkiler için bu önemli değil. Önemli değil, yeter ki “orada iş var” desinler. Sizi ülkenize gönderelim, gerçekleri tanıyın, savaşı tanıyın dediğinizde ise, cin çarpılmışa dönüyorsunuz. “Bana göre değil” diyerek geri çekiliyor ve sağa-sola yatıyorsunuz. Gerçekliğinizi araştırın, böyle olduğunuz ortaya çıkar. Kutupları, kıtaları bırakın, sizi kabul edecek tek yer ülkenizdir. Fakat oradan da sanki kara yılandan kaçar gibi kaçıyorsunuz. Bu korkunç bir olay, ama yaşam gerçeğinizdir. Neden böyle olduğunuzu sorgulamalısınız. Bir an önce zaferi yaratması gerekenler, verdikleri söze göre o dağları yaşam yerine dönüştürmesi gerekenler, oradan ne zaman kurtulacağını düşünüyorlar. Hatta bazıları ölerek kurtulacağını düşünüyor. Nitekim bu da intihar mantığıdır. Gidip Kuzey‟de ölmek için ucuz savaşacak, yoksa yaşamı geliştirmek için değil. Bir toplantıdan kaçıyor, bir savaş planını geliştirme çabasına girmiyor, ama yine de savaş istiyorlar. Siz savaş için ciddi bir toplantı, ciddi bir plan yapmıyorken, nerede ve nasıl bir savaş istiyorsunuz? Savaş isteminizin yalan olduğu aslında buradan belli oluyor.
En sıradan bir hazırlığı yapmıyor, ama en zor alanda savaş istiyor, ondan sonra da ölecek. Eğer çoğunuzun durumu bu değilse, o zaman bana istediğinizi söyleyebilirsiniz. Eğer durumunuz buysa, o zaman deli değil de nesiniz? Demek ki, önce deliliğe karşı savaş vermeyi bilmeniz gerekir. Yiğitlik, deliliğe kendi kişiliğinizde set çekmektir. Yoksa her gün gözümüzün içine gire gire adam olduğunuzu da, akıllı olduğunuzu da kanıtlayamazsınız. Ben mi size böyle kalın dedim? Hayır, ben kendimi tanıdığımdan beri müthiş öğretmeye ve yürütmeye çalıştım. Bu yaşta olmama rağmen ben de kendimi kurtarmak için, düşünmek ve çalışmak zorundayım. Öyle dayanacağımız güçlü kudretler, kuvvetler de yok. Öz gücümüze dayanmaktan başka çaremiz yok. Bana dayanmayın, benim gerçeğim bu kadar. Anlamaya varsanız, tartışalım. Cesur olun, korkmayın, adam gibi anlamaya çalışın, ağlamayın da. Kimse sizi zorlamıyor. Bütün bunları şunun için söylüyorum; acaba içinizde bazıları yavaş yavaş vicdanlı, akıllı, sağduyulu ve anlayışlı olarak, “ben bu sefer doğruya varım” diyecek mi? Acaba içinizden bu yiğitliği, bu dürüstlüğü gösterecek olan kişi çıkar mı? Bu büyük eleştiriyle amacımız, açığa çıkardığımız gerçeği aşıp, kabul edilebilir, dolayısıyla başarılabilir tarza “varım” diyen gücü, kişiyi ortaya çıkarmaktır. Hepiniz için bu şansın değerlendirilmesi gerektiğini önemle vurguluyoruz. Aksi halde size yazık olur, sizi savaşa hiç göndermemek gerekir. Savaşa gideceğinize kaçın, eski sanatınıza devam edin. Bana güvenerek ya da yanlış temelde katılarak savaşmaya gelmeyin. Eğer benim tarzıma ulaşmışsanız, size onay verebilirim, aksi halde saflarımıza gelmeyin.
Bazılarıyla gece-gündüz konuşuyorum, “kendimizi esas aldık” diyorlar. Kendinizi esas almanız bitiştir, kendinizi esas almayı bırakın diyorum. Ancak kendilerini bir şey sanıyorlar. Çoğunuzun adam olma ve yiğitlik anlayışı, inanılmaz ölçüde kendi zavallılıklarına sevdalanma tarzındadır. Olmuyor, siz bu tarzınızla sınıfta kalmışsınız, niye bunda ısrar ediyorsunuz diyoruz, onlar ise “yiğitlik budur” diyorlar. İşte Kürt kişiliğinin çok tehlikeli bir özelliği daha; mal benim olsun, can benim olsun da nasıl olursa olsun. Bu tutum müthiş çirkin bir bencilliktir. Bu, bütün zenginlik değerleriyle, güzellik değerleriyle alay etmektir. Sizin yiğitlik tarzınız, böyle bir bencilliktir ve hastalıklıdır. Madem durumunuz böyledir, o halde hata neredeydi, ben bu durumunuza nasıl katlandım? Hem Önderim diyeceğim hem de bu durumunuzu önleyemeyeceğim, bunu nasıl anlamalıyız? İşte ben de her gün bunları kendime soruyorum. Fakat yine de tedbirimi aldım. Ben kendimi yaşatıyorum, fakat siz kendinizi yaşatamazsınız. Planlı olduğum şimdiye kadarki yaşamımdan anlaşılmıştır. Ne olursa olsun yoktan var ettim ve kendimi uzun süre yaşattım. Ama verdiğimiz tüm imkanlara rağmen, kendini yaşatamayan ve kolay kaybeden de sizsiniz. Şimdi sizi nasıl yaşatmak gerekir? Devrime girildi mi her şey olağanüstüleşir, ayaklanmaya geçer ve hem ideolojik hem düşünsel hem de ruhsal patlamaya dönüşür. Ancak sizde bu gelişmiyor. Görüyorsunuz, halen diriliğim, isyancılığım çok ileri düzeyde ve bende bıkma-usanma yok. Hele o dağlarda olsam, hareketli alanlarda olsam, daha fazla fırtına gibi olurum. Oysa sizler can çekişen varlıklara benziyorsunuz. Neden böylesiniz? Bir çok pratikte ortaya çıktı ki, şikayet edilmedik tek bir yanınız bile kalmamış. Vicdanlıysanız, bunun nedenlerini kendinize sorun ve cevaplandırın. Oysa bu sorulara verdiğiniz karşılık, “ben bu duruma karşı ancak ağlarım” demek oluyor. İnsan bu durumunuza üzülüyor. Halbuki yiğit adam ağlamaz.
Ağlayıp sızlamadan bu sorulara doğru cevap verin. Sizi gerçeklerle karşı karşıya getirmek istiyoruz, ama gerçekler sizi öldürüyor. Ulusal gerçekler, toplumsal gerçekler, savaş ve parti gerçekleri sizi öldürüyor. Halbuki gerçeklerimiz sizi yaşatmalıydı. Ben bunca çabaya rağmen, yoruldum, yapamıyorum demiyorum. Ve sürekli yaratıyorum. Ancak bütün bu çabalarımıza rağmen, neden bir adım ileri gidemiyorsunuz? Bu gencecik yaşta kurumuşsunuz. Size ne oldu? Neden bu kadar çaresizsiniz? “Çaresiziz çünkü çok kötü yetiştirildik, bizi kötü çarptılar” diyeceksiniz. Ne yapalım, bu bir kölelik kanunudur. Gerçekliğimiz bu ve bu gerçekliği parçalamaktan başka çaremiz yok. Onu da size öğretiyoruz, öğrenmeye gelin. Bir sigaraya gösterdiğiniz ilgiyi, altın değerindeki yaşamsal öğretiye gösterin diyoruz, ancak orada canınız sıkılıyor, yan yatıyorsunuz. O zaman sizi nasıl yaşatacağız? Bu kölelik gerçeğinden kurtulmanın başka yolu da yok. İnanılmaz ölçüde gerçeklere bağlıyım. Siz, bu kölelik gerçeğinden çıkış yolunu bana gösterin, ben size hem de inanılmaz ölçüde müthiş bağlanayım. “Ben yaşatırım, başarırım” deyin ve en büyük hizmeti benden bekleyin. Ama o gücünüz de yok. O açıdan acaba gerçekten anlamaya yanaşacak mısınız diyorum. Bu soruların cevabını vicdanınıza sorun veya vicdanınız yoksa edinin. Sorunlardan kaçmakla bir yere varılamaz. Eğer sorun, fedakarlıktan kaçınmanız olsaydı, bunu değişik ele alırdık. Ancak sorun bu değil, çünkü benden daha fazla cesur ve fedakar olduğunuzu biliyorum. Ama cesaretin de, fedakarlığın da yerinde olmayanı çok tehlikelidir. Sizde bunu görüyorum. Adeta “bizim büyük günahlarımız var, kurban olmamız gerekiyor, bunun için cesaret ve fedakarlık gösteriyoruz” şeklinde bir yaklaşımınız var. Sizde kurban olmanın cesareti ve fedakarlığı var.
Ancak biz bunu kabul etmiyoruz. Neye ve kime kurban olacaksınız? Bu anlayışlar yanlıştır. Ben bir damla kanımı sizin gibi kullanmam, boşa akıtmam. Kendi çizgim, kendi tarzım vardır. Nefes alış verişlerimi bile ona göre ayarlarım. Unutmayın ki, siz oluk oluk kanınızı akıtıyorsunuz, ama akıttığınız kan Önderlik tarzının gereklerine göre değil, kanınızı çoğunlukla da düşmanın oyununa gelmiş bir tarzda akıtıyorsunuz. Neden böyle yapıyorsunuz? Size kanınızı böyle akıtın diyen var mı? Ben size bunu dayatıyor muyum? Önderlik tarzı ortadadır, Önderliğin attığı her adım, söylediği her söz bellidir. Bütün bunları anlasaydınız, görkemli bir öğrenci olurdunuz. İçinizden bazı komutanlar da çıkardı ki, değil kendi ülkesinde bir köyünü fethetmemek, ülke bile ona dar ve yetersiz gelirdi. Oysa siz ilk çağlardan daha kötü durumdasınız. Bizim okul sistemimiz Eflatun‟un okuluna, Sokrat‟ın okuluna benzer. Yunanlı bütün komutanlar o okullardan geçmişlerdi. İskender de oradan çıktı, Aristoteles‟in öğrencisiydi. İskender otuz üç yaşında öldüğünde, üç kıtayı fethetmişti. Avrupa‟dan girdi, Asya‟dan çıktı, Afrikayı ve ulaşılması gereken uygarlık yollarını tuttu. Ancak siz daha kendi doğduğunuz köye bile fethedici bir tarzda yaklaşmıyorsunuz. Bir çoğunuzun yaşı da en az otuz civarındadır. Peki, kendi kendinize nasıl “komutanız” diyeceksiniz? O İskender ki, kölelik döneminde yaşıyordu ve Hindistan‟daki HindiKuş Dağlarını, bütün Torosları, bütün Kürdistan dağlarını, Arabistan çöllerini, Mısır çölünü, İran‟ı aştığında henüz otuz üç yaşındaydı. Peki, siz ne zaman bir köyü fethedeceksiniz? Aranızda bir köyü fethetme planını yapan kimse var mı? Bırakalım bir köyü, bir ilişkiyi fethetme, akıllı bir işi yapma planınız var mı? Neden ülkenizde bir karış yerde sağlıklı kalmayı beceremediniz? Bırakalım onu, neden sıradan bir göreve hakkını veremediniz? Bunlar önemli sorulardır ve cevabını vereceksiniz.
Delilik teorisiyle beni uzun süre oyalayamazsınız, artık yavaş yavaş akıllanmalısınız. Bu yalan dolan kişiliği aşmalısınız. Halen bunun gerekliliğini anlamayacak mısınız? Halen beni aldatmaya, kandırmaya mı çalışacaksınız? Düşman her tarafımızı sarmış, direnecek misiniz, kaçacak mısınız, yenilecek misiniz, başaracak mısınız? Birbirimize bağlı mıyız, birleşmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Düşmanımız var mı, yok mu? Bu değerleri savunmak istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Bu soruları kendinize sormadan mı, “ben varım” diyeceksiniz; o zaman siz neye varsınız? Düğünlere bile sizin gibi gidilmez. Aksi halde, “bırak yoldaş, bu iş başarılmaz, düşman mutlak egemendir ve o her şeye kadirdir, senin direnişin, senin davan başından beri kaybedilmiştir” diyeceksiniz ki, bu da düşmanın düşüncesidir. Eğer öyleyse “yiğitliğe toz kondurmamak için, el alem bu kadar ilerlemişken bizim de bir sesimiz olsun” diye mi burada geziyorsunuz? Bu, namusu en kötüsünden kurtarma tarzıdır. Bu Kürt tarzıdır ve hiçbir şey de yaratmaz. Lütfen bizi kandırmayın. Bu ülke için biraz akıllı olmayı başarabildiğime inanıyorum. Düşmana bunu gösterdim. Siz de bizi aldatmayın veya en az düşman kadar ciddi olun. Nitekim düşman, bizim günlük perspektiflerimizi dikkate alarak yöneliyor. En üst düzeyde Genelkurmay, karargahımızın dibine kadar savaşı yürütüyor. Bunu da bizim perspektiflerimizi esas alarak yapıyor. Maalesef bizimkiler hazırlıklarını henüz perspektiflere, talimatlara göre tamamlayamamışlar. Bu konuda eksiklik bizdedir, düşmanda değil.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER