SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (51.BÖLÜM)
b- Olgunlasma ve yayilma zaman: Bu dönem, her önemli merkez için farklı olmakla birlikte, yaklaşık olarak M.Ö 2500-500 dönemini kapsamaktadır. Bu zaman diliminin en belirgin özelliği, kendini kanıtlayan sistemin oturması ve yayılmasıdır. Sümer toplumu bu dönemde yerini (M.Ö 2000) Babil ve Asurlulara bırakır. Babil ve Asurluların egemenlik dönemi biraz iç içe geçmekle ve çelişkili yürümekle birlikte, bir bütünlük arz etmektedir. M.Ö 2000-1600 doğuş ve gelişme, M.Ö 1600-1000 orta olgunluk, M.Ö 1000-M.S 100 doruk ve çöküş biçiminde yaşanmıştır. Mısır’da M.Ö 3000-2350 doğuş ve gelişme, M.Ö 2000-1800 orta olgunluk, M.Ö 1500-0 doruk ve çöküş biçiminde dönümleştirilebilir. Harapa kendini sürdüremez; M.Ö 2000’lerde söner. Çin’de bu kronoloji, M.Ö 1500-1000 doğuş ve gelişme, M.Ö 1000-500 orta olgunluk ve M.Ö 500-M.S 500 doruk ve 206 Sümer Rahip Devletinden çöküş olarak düzenlenebilir.
Hintler için M.Ö 1000-500 doğuş ve gelişme, M.Ö 500-M.S 500 orta olgunluk, M.S 500-1000 doruk ve çöküş olarak dönemleştirilebilir. Greko-Romen uygarlığı daha çok genel olarak doruk ve çöküş döneminin ürünleridir. Daha alt düzeyde ana modele benzeyen Hitit, Mitani, Fenike, İbrani ve Girit bu dönemin uygarlıkları olup, bunların kendi içlerinde benzer dönemleri ya kısmen ya tamamen yaşamaya çalıştıkları gözlemlenmektedir. Bu dönemin en belirgin özelliği büyüme ve yayılarak çoğalmadır. Daha önceki dönemin birçok kolonisi ve bağımlı kenti, kent devletçiği düzeyine yükselmekte ve yeni ana merkezler doğmaktadır. Kentler Ortadoğu coğrafyasında adeta bir yıldızlar haritası dağılımı göstermektedirler. Devlet yönetiminin rahip karakterleri ikinci plana düşmüştür. Daha çok ideolojik işlevi olan kurum niteliğindedir. Politik otoritenin kendini tanrıya yakın güçte hissetmesi ve uygulatması söz konusudur. Saray ve tapınaklar büyümüş ve çoğalmışlardır. Krallık kurumu daha da yetkinleşmiştir. Sosyal gelişmede bu dönemin en temel özelliği, orta sınıfın doğması ve kişilik kazanmasıdır. Tüccarlar ve zanaatkarlar, kentlerin büyümesinin çekirdeği olup, kentler arası ve kent-kır ilişkilerinde ekonomik ve sosyal gelişmenin motor gücü konumundadır. Zanaatkar bağımsızlaşmakta, tüccar küçük bir kent devletçiği kadar etkili olmaktadır.
Başlangıçta Asurlular, sonradan Fenike, Girit, Kartaca, İbraniler ve Anadolu kıyısında birçok devletçik, esasında tüccar ve zanaatkar karakterindedir. Bunlar, uygarlığın rahip ve kral kurumlarından sonraki en önemli sosyal sınıfları olarak rol oynayacak güçlerdir. Ekonomide metalaşma gelişmiştir. Ticarete konu olan maddelerde sürekli artış vardır. Köle ticareti yoğunlaşmıştır. Fabrikaya yakın atölyeler doğmaktadır. Devletin denetimi dışında bir ekonomik işleyiş kendi yolunda gelişmektedir. Özellikle M.Ö 1500’de köleci uygarlığın bir “ küreselleşme ” süreci yaşanmaktadır. Buna tunç çağının küreselleşmesi de denebilir. Sistem olgunlaşmanın keyfini çıkarmaktadır. İlk defa bol hediyeli diplomasi kurumu devreye sokulmuştur. Ortadoğu uygarlığı, en sarsılmaz ve kendine güvenli çağını yaşamaktadır. İlkçağ mitolojisi kırılmaya uğramıştır. İnsanların tanrı olamayacağı ve tanrının putlaştırılamayacağına dayalı tek tanrılı dini gelişme, bu kırılmada başı çekmektedir. Bütünleşen ekonomi ve ticaretin zihinsel ifadesi olan yeni tek ilah kavramı daha bütünleştiricidir ve tüm insanlara hitap edebilecek bir ideolojik yapılanmanın temel taşı olarak döşenmektedir. Kabile ve kent koruyucu tanrıları dönemi aşılırken, tüm insanlığı kucaklayan tek tanrılı din geleneği olarak tarihsel gelişmede “Allah” en önemli rollerden birini oynamaya başlamıştır. En az maddi koşullar kadar manevi yansımaların da tarihsel rolünden bahsetmek gerçekçidir. Bu dönemin diğer önemli bir kurumlaşması, at gücünün devreye girmesi ve savaş arabalarına koşturulmasıdır. İlk defa askeri kurum atlı arabalar sayesinde adeta şahlanmakta ve yeri göğü inletmektedir. Tarihin en önemli hızlandırıcı gücü devrededir. Üst tabakanın hakimiyetindeki bu teknik, tunç silahlarla birlikte askeri komutanlığın güçlü çağını haber vermektedir. Bu hakimiyet, Babil kralı Hammurabi’nin şahsında en çarpıcı ifadeye kavuşmaktadır.
c- Uygarligin klasik dönemi veya doruk ve çöküs çagi: Bu dönem, M.Ö 500-M.S 500 zaman diliminde geçerliliğini sürdürmektedir. Mezopotamya merkezli uygarlık yerini Doğu’da Medya-Persya İmparatorluğu’na bırakırken, Batı’da Mısır ve Anadolu merkezli uygarlıklar yerini Greko-Romen uygarlığına bırakmıştır. Med-Pers imparatorluk dönemi Babil ve Asur’un aşırılıklarını aşıp daha adil ve barışçıl bir dönemi temsil ederken, sarsılmaz bir imaj bırakan Nemrut ve Firavunlar dönemini de geride bırakmaktadır. Köleliğin kader olmadığı, özgürlüğün, kurtuluşun mümkün olacağı zamanın haberi verilmektedir. İnsanlığı gırtlağına kadar sarmış kölelik zincirinin parçalanabileceği ifade edilmektedir. Batı’da Grek ve Roma arkalarına akıl gücü ve felsefeyi de alarak sistemi doruğa tırmandırırken, düşüşün tüm unsurlarını da kendi içine ekmektedir. Köleci Roma cumhuriyeti ile Atina demokrasisi, felsefenin gücünü kanıtlarken, bu sistemle bağdaşmazlığını da itiraf ettirmektedirler. Köleci uygarlığın temel özelliği olan otoritenin tanrısallaştırmaya kadar abartılması, özgürleşen inanç, irade ve düşünceyle uzun süre bir arada olamaz.
Bir sistemin doruğa tırmanması, çözülüş öncesi çelişkilerin varlığından ötürü olduğu kadar, düşüşü de aynı çelişkinin zıt kutbunun işleyişe geçmesinden ötürür. Çelişkinin bir ucu tırmandırırken, diğer ucu düşürmektedir. Zaman sistemin en hızlı sürecine girmiştir. Hızlanma, zamanın artan rolü demektir. Hız hem yıkıcı hem yapıcıdır. Bir yapıdaki hızlanma, çöküş ve yeniden kuruluş öğelerinin harekete, oluşa geçtiği bir dönemi ifade etmektedir. Bu anlamda tarih M.Ö 500’lerden itibaren hızlanma sürecine girmiştir. Uygarlığı Batı ucundan Doğu ucuna at sırtında en hızlı kat etme sürecine girilmiştir. Mal ve fikir ticareti bir uçtan diğerine aynı hızla dolaşıma girmektedir. Doğu-Batı ayrımı gelişirken, aynı zamanda aralarında her düzeyde bir hareketlilik sürüp gitmektedir. Daha önceki Pers-Grek çekişme ve çatışması, yerini Roma-Sasani çatışmasına bırakmıştır. Denge diplomasisi beraberinde birçok yeni oluşuma yol açmaktadır. Hayvan enerjisi yanında, rüzgar ve su enerjisinden daha fazla yararlanma imkanı gelişim halindedir. Para dolaşıma girmiştir. Camcılık ve yazarlık gelişen zanaatlardır. Klasik kent mimarisi eşsiz bir dönemi yaşamaktadır. Laik hukuk kök salmaktadır. Orta sınıf nicel ve nitel gelişmesini sürdürmektedir.
Evrensel insanlık dini olarak İsa Mesihçilik, en büyük inanç ve ahlaki hareket olarak, dönemin en güçlü sosyal partisi olma yolundadır. Manicilik başta olmak üzere çığ gibi mistik tarikatlar türemektedir. Başta Stoacılık olmak üzere, felsefi okullar giderek yaygınlaşmaktadır. Evrenselleşen Roma’yla uygarlık her sahada evrenselleşmeye sürüklenmektedir. Köleci uygarlığın hiçbir kurumu, anlayış ve uygulamalarında harekete geçen insanlığı durduracak güçte değildir. Zaman çatlama ve yeniyi doğurma zamanıdır. Sönen kölecilik zamanı uzun bir yavaşlamadan sonra tekrar hızlanacak, en güçlü ve hızlı uygarlık zamanını yaratmak üzere ortaçağı doğuracaktır. Uygarlık ve coğrafya ilişkisi de mekanik olmaktan öteye, özle ilgili diyalektik bir anlam içermektedir. Verimli Hilal olmadan, asla Sümer ve Mısır olamazdı. Mısır ve Sümer olmadan Ortadoğu olamazdı. Ortadoğu olmadan Hint ve Çin Doğu’da, Grek ve Roma uygarlıkları Batı’da gelişmezlerdi. Grek ve Roma olmadan, Avrupa uygarlığı ve günümüz olamazdı. Tarih zincirlemesinin zaman boyutu kadar, böylesine birbiriyle kopmazcasına bağlantılı mekansal bir zincirlemesi de vardır. Coğrafya ve tarih arasındaki bağlantıyı, salt fiziki ve elverişli doğa parçaları olarak dar ele almamak gerekir. Coğrafyanın iklim, bitki ve hayvan örtüsüyle neolitik toplum şekillenmesi arasında kopmaz bir ilişki vardır. Tarih ve doğa bu şansı Verimli Hilal coğrafyasına vermiştir. Bu coğrafyayı neolitik topluma, büyük tarım devrimine ve çağına açanlar, aslında tarihi ana rahminde doğuranlar ve insanlığın beşiğini ilk sallayan gerçek kahramanlar durumundadır.
Bunlar tarihin adsız ana tanrıçaları ve emek kahramanlarıdır. Tarih bu temelde başladı, ama yalan yazıldı. Çocuk burada büyüdü, ama başka isim kondu. Tüm uygarlığın dayanakları burada yaratıldı, ama başkaları el koydu. Halen uygarlığı bunlar besliyor, ama başkaları yaşıyor. Verimli Hilal’in tarihe verdikleri itiraf edilmedikçe ve hakkı geri verilmedikçe, bu tarih köksüz ve yalanların tarihi olmaktan kurtulamayacaktır. Mısır’ın Nil’in hediyesi olduğunu Heredot kendi çağında tespit etmiştir. İndus ve Pencap Hint uygarlığını doğururken, Sarı Irmak Çin’i doğurur. Anadolu’nun doğal sulama özelliği, beslediği tüm uygarlıkları doğurur. Uygarlık merkezleri oluştuğunda hızlanan ticaret, en elverişli coğrafi noktalarda art arda uygarlık adaları doğurur. Akdeniz coğrafyası hem kıyıları hem suyuyla en büyük ve en eski uygarlık denizi olma özelliğine sahiptir. Elverişli iklim ve toprak yapısı, tüm Avrupa’yı en büyük uygarlık merkezine dönüştürür. Her coğrafyanın toplum ve tarih açısından incelenmesi önemini korumaktadır. Olumlu ve olumsuz yönleriyle coğrafya, uygarlığın, daha genel olarak da toplumun yapısı ve gelişmesi üzerinde sürekli ve temelli bir etkiye sahiptir. Eğer bugün çevre sorunları tam bir felakete götürmüşse; bu, çok bilimsel geçinen çağımızın, coğrafya ve toplum ilişkisindeki körlüğüyle ve buna yol açan doğaya ters uygarlık yönleriyle bağlantılıdır. Coğrafya, toplum gerçekliğinde beşik rolünü oynar. İnsanlığın, hiçbir zaman onsuz edemeyeceğini, yaşayamayacağını bilerek, kendi beşiğini tahrip etmemesi gerekir. Uygarlık çözümlemelerinde bulabileceğimiz en önemli sonuçlardan biri budur.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER