KIZILDERE ŞEHİTLERİNE BAĞLILIĞIMIZI TÜRKİYE DEVRİMİ’NE YENİDEN SARILARAK GÖSTERELİM (1.BÖLÜM)
PKK Önderlik gerçeğinin de fiilen başlamasının yirmi beşinci yılına girerken, bunun Kızıldere şehitlerinin anısıyla bağlantılarını söylerken, aynı zamanda dönemin güçlü Türkiye devrimciliğinin bu şahadetle büyük kaybını değerlendiriyor ve en önemlisi de, günümüzde nasıl ileri bir atılımla cevap vermemiz gerektiğini, devrimci sorumluluğumuzun bir gereği olarak, tarihe karşı görevlerimizi gözler önüne getirerek cevap verme gereğini duyuyoruz.
Türkiye devrimciliği, günümüzde çok cılız, zavallıca durumdadır. Halbuki biz fiilen başladığımızda bu devrimcilik, öldürücü bir darbe yemesine rağmen, güçlüydü ve sıcağı sıcağına biz de bu etki altındaydık. Hiç şüphesiz bir darbeyle bir devrimcilik eğer bu kadar öldürücü bir etkiye maruz kalıyorsa, bunun temelinde, o devrimin ve önderlerinin bazı zayıflıkları, hataları aranmalıdır.
Türkiye devrimciliği 1970'lerde teorik olduğu kadar, pratikte de birçok yanlışlığı ve en önemlisi de eksikliği, hazırlıksızlığı içeriyordu. Ama devrime inançlılık, kararlılık da bazı kişiliklerde ve hatta örgütlenmelerde kahramanca düzeydeydi. Öyle ki, bu bizi oldukça etkilemişti.
Bugün yürüttüğümüz Kürdistan Ulusal Demokratik ve Sosyalist Devrimi, büyük bir aşama kaydetmiştir ve Ortadoğu’da büyük bir etkiye ulaşmıştır. Ama Türkiye devrimciliğini dalga geçmek için burjuvazi ağzına almaktadır. Eski devrimciler şimdi nasıl basit bir iş karşılığında kendilerine hizmet ediyorlar. Ancak anılarını şenlendirmek için, eğlendirmek için kullanıyorlar. Kendini bu duruma düşüren devrimcilik, hem öfkelenmesi, hem de gülünmesi gereken devrimciliktir. O direnmeler, o şahadetler, bu işkenceler böylesine karşılıksız kalmamalıydı.
Biz Türkiye devrimciliği üzerine epey değerlendirme sunduk. Onları tekrarlayacak değiliz. Ama bir çeyrek asrın yakıcı derslerini de göz önüne getirmek hayli önemlidir. Türkiye’de bugün devrimci hareketler vardır. Ama o kadar cılız, ideolojik içerikten ve devrimci atılımdan yoksun ki veya en azından, bunlara yol göstermekle yükümlü olan sözüm ona tecrübeli kişilikler o kadar düzene boyun eğmiş ki, 1970'lerin şahlanışını beklemek hayaldir. 70'ler devrimciliği gerçekten bütün kusurlarına ve yanlışlıklarına rağmen kahramancaydı, inançlıydılar, oldukça düzene de kafa tutuyorlardı ve çok iyi de öğrenmek istiyorlardı. Ama zaman bulamadılar ve en önemlisi de kişiliklerinin oluştuğu zemin onları her türlü hata yapmaya adeta teşvik ediyordu. O zemin, dayanılır bir zemin değildi. O zemin üzerinde savaş da fazla yükseltilebilirdi, ama başarıya götürecek bir savaş değildi.
Bu anlamda o kahramanları da kesinlikle suçlamıyoruz. Bu zemine rağmen bu büyük başkaldırı soyludur ve halkların belleğinden asla silinemez. Ve bizim mücadelemizin tarihinde de her zaman saygıyla, minnetle anılacak bir baş kaldırıştır. Ama buna rağmen bu kadar kısa sürede tasfiyeleri, adlarının tarihin karanlıklarında anılmaz oluşları üzerinde burjuvazinin çok çeşitli partilerinin en faşistinden en sağda Müslüman’ına kadar hesap sormaları, bu mirası yemeleri hayli üzüntülüdür. Ve en önemlisi de devrimciliği bir gayri-ciddiyet, bir alay konusu olarak belleyenlerin bu miras üzerinde hâlâ oynamaları da o denli öfkelendiricidir. O halde yapılması gereken; bu kahramanca başkaldırının dayandığı zemini ve eğer illa ders çıkarılacaksa, onun başarısının nelere bağlı olduğunu gösterebilmektir.
PKK devriminin çözümlenmesinde de ortaya çıkan, düzene ne kadar isyanla baş kaldırılırsa kaldırılsın, düzenden etkilenen kişilikler, düzenin tuzaklarını yenemezler. Militan savaşımını düzenin tüm etkilerine karşı amansız veremeyenler; er geç bu düzenin dolaylı veya direkt tuzaklarına düşüp amaçlarına, inançlarına ters düşmeye veya en azından miraslarının çarçur edilmesine uğramaktan kurtulamazlar. Bunun için şunu çok açıkça görüyoruz; PKK deneyimi başına da yüzlerce böylesine olumsuz gelişme kendisini dayatabilirdi, ama bizim hem çözümleme, hem de inatçı pratiğimiz, zemini öz zeminimiz haline getirme savaşı, kişilikleri tamamen devrime teslim olmuş, onunla bütünleşmiş kişilikler haline getirme savaşımımız; bu zaaflara da, onun zeminine de en büyük cevap olmuştur.
Denilebilir ki, PKK’nin büyüklüğü bu zaaflı, kaypak ve yiğit insanları bile rahatlıkla götürebilecek zemini kendi somutunda kırmak, bunun yerine devrimci bir zemini her düzeyde egemen kılmak için derinlik savaşımını ve bundan çıkarak kişilik savaşımını en ileri düzeye getirmektir. Bunu başardığı oranda da kendi gelişmesini sürdürmektir. İşte cevap buydu, başarının da temelinde bu yatıyordu.
Tekrar Türkiye devrimciliği bu gücü gösterebilecek mi? Öyle anlaşılıyor ki, bu çok zor olacak ve verilen birçok sözün de hayat bulması Kürt-Kürdistan kişiliğinden daha etkili bir biçimde kendi kişiliğini yaratmış, günde bin defa kendi yaşamını “Amentü” gibi belletmiş, adeta onsuz yaşam olamaz, alternatif yaşam tipi olamaz biçiminde bir egemenliği ruhlara, beyinlere sonuna kadar egemen kılmış ve alternatif adına, söz adına söylenen her şeyi havada kalmaya mahkum bırakmıştır.
Devrimcilik, Türkiye koşullarında bir lafazanlık örneği olarak incelenir. Yaşamda yeri olan, yeni yaşamın iddialı bir kimliği, kişiliği olarak asla değerlendirilemez. Bu gerçeklik en iddialı başkaldırı kişiliklerini bile kısa bir süre sonra karikatürize olmak durumunda bırakmıştır. Bu çok acıdır, ama bir gerçektir. Buna rağmen devrime inananlar, devrimle yaşamak gerektiğine karar verenler, eğer samimilerse, bu talihsizlik zincirini kırmak zorundadırlar. Bu yiğitliği gösteremeyenler eylemde, örgütlenmede sürekli başarı sağlamayacaklarını da başından bilmek durumundadırlar.
Her koşul altında ideolojik-siyasi gerçekliği başarıyla tüm koşullarına uyarlanacak kadar sürekli geliştiremeyenler devrimde alternatif olamazlar. Arada-sırada devrimci lafazanlıklarla genelde olduğu gibi Türkiye devrimciliğinde de milim kadar adım atılamayacağını peşinen bilmek zorundadırlar. Devrimcilik bir kişilik düzeyinde de olsa, kendini en kudretli bir biçimde düzene alternatif kılmaktan geçer.
Yanı başındaki yaşama karşı, düşmüş, bitmiş, yenilmiş yaşama karşı kendini alternatif haline getirmeyenler, onun inancını, onun ruhunu, onun bizzat yaşam gücünü gösteremeyenler, asla düzene başkaldırıda bulunamaz, bir anlam ifade edemezler.
PKK Önderliğinin bu konuda en bariz yönü; kendi içinde düzene teslim olmama, düzenin zeminine yaklaşmama, tek de kalsa kendi zeminini esas alma ve bu zemini başarısı için olağanüstü bir duyarlılıkla kitleye ulaşma, örgüte ulaşma eylemi yaratma olarak da tarif edilebilir. Hiçbir şey yapamıyorsan, kendi kişilik zemininde sağlam kal, düzene teslim olma, etkisi altında kalma. Yapabilirsen düşüncenle başkaldır. Daha da güçlü isen eylemini, örgütünü geliştir, savaşını geliştir. Yoksa ağır düzen etkileriyle, iki de bir düzenin şu veya bu etkisi, ailenin, toplumun gerici etkileri demekle hiç kimse kendini aldatmamalıdır. Artık bu tip sözleri bırakmak gerekir.
Madem düzenin bu kadar etkisi altındaysan, madem ilk adımda devrime başlarken yapman gereken ilk işin olan bıçakla keser gibi düzenle ilişkilerini kesmesini ruhta, düşüncede yapamıyorsan; o zaman ayak bağı olma, kendini aldatma! Halen utanılası etkilerden bahsediyorsunuz. İşte bundan bahsetmek, bizde binlerce örneğinde olduğu gibi, Kızıldere'de olduğu gibi, kan revan içinde kalmak gibi bir sonuca götürür. Devrimci militan kişilik, kendini büyük hesabın sahibi yapmak zorundadır. Kaba bir isyancılık yetmiyor, daha da kötüsünün başa gelmesine karşılık olamıyor.
O günleri hatırlıyorum, 31 Mart’ta biz bir boykotla karşılık vermiştik. O gün bugündür, bu fiili Önderlik sorumluluğu bizim omzumuza yıkıldı. Biz o anılara ters düşmek istemedik. Devrimciliğin sorumluluk anlayışıyla elimizden geldiğince bir şeyler yapalım dedik. İlk günü bir boykot gerçekleştirdik. İşte bugün yirmi beşinci yılındayız. En kapsamlı bir savaşı, her şeyin bittiği, yenilgiye gittiği günlerden günümüze doğru getirdik ki; bize de, adımıza hareket edenler de binlerce Kızıldere'yi dayattılar. Onların yenilgi anlayışına karşı direnerek, bugün yenilmez bir savaşım düzeyini ortaya çıkardık. PKK Önderlik gerçeğinin en belirgin yönü budur. Türkiye tarihinde de, Kürt tarihinde de yenilmiş eylem anlayışını aşmak, başkaldırı anlayışını aşmaktır. Hep buna daha fazla büyük bir tepkiyle karşılık verdik.
Kızıldere'de çıkarılması gereken önemli bir ders de, bizde artık anılmak bile istenilmeyen bu intihar pratiğini geliştirmektir. Bunu mahkum etmeye çalışıyoruz. Bunu anlamanız gerekir. Varsa şahadetlerden bir ders çıkarma, bunun yolunu bulmak zorundasınız. Anlayışla, saygıyla anarak, minnet duyarak, yoksa kendi kaprisli, çoktan yenilmiş, bitmiş kişiliğini ölüm çizgisinde tutarak hiç kimse şahadetlere layık olamaz, hatta o şahadetlerin karikatürü bile olamazsınız. Maalesef bizim başımıza gelen, böyle ucuz şahadetler gerçeği oluyor.
O ilk şahadetlerin anlamı büyüktür. Biz onun ürünüyüz. Ama daha sonraki şahadetlerin anlamı küçüktür, kıymeti yoktur. Çünkü karikatürün karikatürü oluyor. Şahadetlerden ders çıkarmasını bilenler ordu kurar, yeni toplum kurar. Ama onların anısına doğru karşılık vermeyenler er-geç ihanete, yenilgiye gider. Sorumlu olmak zorundayız. Bu şahadetleri kesinlikle küçük göremeyiz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER