PARTİ TARİHİ (19.BÖLÜM)
PARTİ TARİHİ (19.BÖLÜM)
0 Yorum
854
03-10-2021

Tabi ben gittikten sonra bunlar kendi aralarında değerlendiriyorlar. Akademi'den gruplar geliyor, yeni bilgiler geliyor, toplantı yapacağız. İşler biraz ciddi. Orada Faik gidiyor, Şener'i uygulamadan alıyor, güya “uygulamaya alacağım” diye. Nöbetçi arkadaşı bununla avutuyor. Zaten kampın tümünü boşaltmışlar, eşyaları sağa sola göndermişler. Ondan sonra bir de para vardı -örgütün parası, arkadaşların yanındaydı- arkadaşları oyalayarak bir kısım parayı da almışlardı. 130 bin Mark civarında. Bunlar kaçıyor ve daha sonra arkadaşların haberi oluyor. Haberi ilettiklerinde zaten gitmişlerdi. Adeta ikinci Süleyman olayı ortaya çıkmıştı. En çok dikkat ettiğimiz husus ve aynı sorunla bir daha karşı karşıya gelme. Tabi ki bunu Faik gerçekleştirdi. Belli ki adam bunun için o davranışları sergiliyormuş. Bizi aldatmak, Güven vermek ve bu kaçışı gerçekleştirmek için ve gerekleştirdi. O olmasaydı, diğerlerinin durumu zaten biliniyordu. Kaçma olasılıkları da biraz düşüktü. Beni aldatan, hem bunun bu tutumları, -hem Parti Önderliği burada da o broşürleri yazdı ve soruşturmaya girmek istedi- Parti Önderliği bunu kabul etmişti. ben de buna aldandım. Bu doğru değildi tabii. Buradan ne sonuç çıkar? Parti Önderliği'nin talimatlarının, perspektiflerinin, söylediklerinin iyi anlaşılması gerektiği. Bizde olmayan bu. Doğru anlayamama doğru hayata geçirememe, öngörülü olamama, yaratıcı olamama. Bunlar önemli hususlar. Taktik önderlik olayında bunlar olmadı mı, örgüte birçok sorun yaşatır. Sonuçta ortaya çıkan da bu oluyor. Tabii ki bunun da özeleştirisi verildi.

Mesele bunun özeleştirisini vermekte değil. Yani bu kadar şey olduktan sonra aslında bunun özeleştirisini verip vermemek de mesele değil. Önemli olan bu sonuçlara yol açmamak, örgüte bu sorunları yaşatmamak. Bunlar kaçıp KDP'nin yanına gitti. Gidişleri de önemli değildi aslında, zaten başarısızlıkları ortaya çıkınca, yapabilecekleri bir şey kalmayınca kaçmak zorunda kaldılar. Yoksa yapabilecekleri bir şey kalsaydı bunlar kaçmazdı. Mesele paranın götürülmesiydi. Bunlar örgütün, halkın değeridir. Yoksa kendilerinin gitmesi o kadar önemli değil. Canları cehenneme! Burada ortaya çıkan yine kendi tarz yaklaşımlarımızdı, olayı tüm boyutlarıyla kavrayamamamızdı. Bunun tedbirlerini almamaydı. Bu sonuç buradan çıktı, yoksa eğer kavransaydı bunun tedbirleri alınsaydı, böyle bir sonuca yol açılmazdı. Bunda tabii ki benim sorumluluğum var. Başkasının sorumluğunun aranmaması gerekiyor. Yani bu sonuç ortaya çıktıysa, benden kaynaklanıyor. 1991 sonunda yaptığımız bir toplantıda Ana Karargahın Botan'a oturtulması kararı alındı. Ki o zamana kadar iki merkez karargahla çalışılıyordu. Biri Xankurkê, biri de Haftanin. Bu Karargahlara bağlı olan yerler vardı. Kongre sonrasında daha çok eyaletler ve eyaletlerin Parti Önderliği'ne bağlı olması vardı. Daha sonra iki merkez karargah biçiminde bazı eyaletlere bakılması vardı. Ki o ’91 eylülünde yapılan toplantıda bir bütün olarak tüm eyaletlerde eyalet ve bölgelerin örgütlendirilmesi kararı vardı. Ki aslında o gecikmeli bir karardı. Daha erkenden o kararı almak gerekiyordu.

Fakat gecikmeli de olsa, olumlu bir karardı. Buna bağlı olarak, karargah örgütlendirilmesine geçildi. Ana karargahın da Botan'a oturtulması gerekiyordu. Bu amaçla Botan'a giriş yapıldı. Bunu taşırma, örgütleme gerçekleşmedi. Daha sonra Parti Önderliği'nin talimatıyla tekrar Haftanin'e dönmem söz konusu oldu. Çünkü Haftanin yönetimi zayıftı, zayıf kalmıştı. Ve birçok yeni güç gelmişti. Bu gücün örgütlendirilmesi, eğitilmesi yeterince sağlanamadığı için çok ciddi sonuçlar, durumlar ortaya çıkmıştı. Bunun için tekrar oraya geldim. 92'de gerillada bir atılım yapmak gerekiyordu. Aslında bu konuda geri bir yaklaşım, ki buna sağ yaklaşım demek gerekiyor ve bunun ürünü olarak bir türlü beklenen gelişme olmadı. Parti Önderliği'nin müdahaleleri, eleştirileri, uyarıları vardı. Bir nevi, savaş durdurulmuştu. Zamanın ilerlemesine rağmen -neredeyse bahar bitecek- ciddi bir eylemlilik, eyleme yönelme yoktu. Bu halkta da epey olumsuzluğa yol açıyordu. Düşman 92 Newroz'unda yönelmişti hatta bazı katliamlar da yapmıştı. Serhıldanların gerilla eylemleriyle tamamlanması, sürdürülmesi gerekirken, gerilla görevini yerine getirmemiş, kitle ve serhıldanlar baş başa bırakılmıştır. Bu dönemde Parti Önderliği'nin ülkeye yine gruplar, takviyeler, eleştiriler, uyarılarla müdahaleler süreci başladı. Örgüte adım attırmak, savaşa yeni bir boyut kazandırmak amacıyla Parti Önderliği yaşanan durumları ve taktikteki geriliği gördüğü için, taktik önderliğin yaşadığı durumu gördüğü için müdahale etti. Taktik gerilikler buradan kaynaklanıyordu. Taktiğin özellikle Güney sahasında uygulanamaması, taktikle oynama, hata durumları yaşanınca, bunları düzeltmek, taktiği yerine oturtmak için bu müdahalelerle çalışmaları, yoğunlaşmaları oluyor.

Bu süreçte Uludere'ye giden bir grubumuz düşman tarafından imha edildi. 23 arkadaşın şehadeti yaşandı, 7 arkadaş yakalandı. Bu olay yaşandığında, Parti Önderliği'nin talimatı geldi. 'Bu olayın araştırılması, soruşturulması, sorumluların ortaya çıkarılması gerekir.' Ki zaten bu olay öncesinde gelen gruplara çalışmaları rayına oturtmak, düzeltmek, amacıyla verilen perspektif ve talimatlar da vardı. Hatta soruşturmalık konuların olduğu, bu soruşturmalık konuların soruşturmaya tabi tutularak aydınlatılması, bu temelde gerekli düzenlemelerin yapılması belirtilmişti. Bu olay yaşandığında talimatın da bir gereği olarak soruşturma açıldı. Ve bu soruşturmaya ben de dahildim. Benim hakkımda da soruşturma açıldı. Kendim de zaten istedim. Sadece bu olaya ilişkin değil, hem bu olaya ilişkin hem bir bütün olarak, Ana Karargahın, Haftanin Karargahının ve tüm Eyalet Karargahlarının pratiğinin incelenmesinin gerektiğini söyledim. Aslında buna ihtiyacım olduğu için istemiştim. Ve yapılması da gerekiyordu. Eğer bu dönem böyle bir soruşturma gerçekleştirilmiş olsaydı, sanıyorum daha sonra 92'de yaşayacağımız birçok şey önceden görülüp, tedbirleri geliştirilebilirdi. Soruşturma aslında öyle geliştirilecekti fakat öyle gelişmedi. O zaman soruşturma açıldığında Parti Önderliği'ne yazdığım kısa bir rapor vardı. Hem bu konuda, hem diğer konularda soruşturmanın yürütülmesi, buna inandığım, buna her türlü desteği vereceğim ve soruşturmanın da sonuçlanıncaya kadar soruşturmanın sağlıklı yürütülmesi ve sonuçlanması açısından görevlerimin dondurulmasını istemiştim. Çünkü hem soruşturma, hem görev uygun olmuyordu. Ben kendi açımdan doğru görmüyorum en azından. Soruşturmanın sağlıklı yürüyebilmesi, sonuçlanması için; kendi açımdan değil tabi ki.

Soruşturma komisyonunun baskı altında kalmaması, değerlendirmelerde yanlış şeylere düşmemesi için. Çünkü 23 insanın şehadeti öyle basit bir olay değil. Hem de Taşdelen eyleminin hemen sonrası. Taşdelen eylemiyle olumlu bir izlenim yaratılmıştı kitlelerde. Bu olumluluk değerlendirileceğine, mücadelenin hizmetine sunulacağına, bunun peşi sıra hemen öyle bir olayın gerçekleşmesi olumsuzdu. Bu grubun şehadetinin çeşitli nedenleri var tabi. Eğitime dayanan ve tedbirsizlik durumu var. Birçok yönüyle ele alındığında en üst düzeyde, bu grubun şehadetinden benim sorumlu tutulmam gerektiği ortaya çıkıyordu. Çünkü benim sahamda, benim sorumluluğum altında oldu. Bunda da en çok benim sorumlu tutulmam gerekirdi. O zaman da olaya öyle yaklaştım. Sanırım doğru bir yaklaşımdı ve bu olay sonuçlandı. Diğer soruşturma başlıyordu, fakat bu Haftanin Karargahıyla, Ana Karargahtan sadece benimle sınırlı kalıyordu. Aslında bununla da sınırlı kalmadı, fazla sonuç çıkarılmadı. Yani yine de o kadar sağlıklı yürütülemedi. O dönemde Metina'ya gidilmesi, Ana Karargah çalışmalarının oturtulması gerekiyordu. Yapılan planlamaya göre Metina'ya gitmek, orada Ana Karargahı oturtmak, merkez okulu açmak, hatta meclis çalışmalarını yapmak gibi görevler vardı, bunların yapılması gerekiyordu. Orada bunlar yapılmadı. Bazı çalışmalar vardı ama zayıf ve geriydi. Bir de Güney Savaşı meselesi ortaya çıktı. Güney Savaşı önemli, mücadele tarihimizde bir 79 var. Yani örgütte krizin ortaya çıkması, örgütün bir yenilginin eşiğine gelmesi var, bir 85 var. Yine taktik önderlikten ötürü savaşın ve örgütün bir yenilginin eşiğine gelmesi var.

79'daki de taktik önderliğin ortaya çıkardığı bir sonuçtu, ’85’te de öyle. Güney Savaşında da partinin yenilginin eşiğine getirilmesi aynı şekilde taktik önderlikten kaynaklanıyordu. Parti tarihimizde ’79, ’85, ’92 bu anlamıyla birbirine benzer. Bu üç tarih önemlidir. 1992'ye girdiğimizde aslında Şırnak katliamıyla özel savaş hükümetinin taktiği netleşmişti, ne yapmak istediği çok açıktı. Parti üzerinde çok kapsamlı bir tasfiyenin planlandığı biliniyordu. Belki tüm boyutlarıyla, derinliğine görülmüyordu ama az çok biliniyordu. Parti Önderliği daha 91'in sonlarından itibaren geliştirdiği talimat ve değerlendirmelerde özellikle buna dikkat çekiyordu. Özellikle de Güney sahasına dikkat çekiyordu. Güneydeki, parti taktiğine dikkat çekiyordu, tehlikeye dikkat çekiyordu. Güneyde uygulanan taktiğin hiç de Parti taktiği olmadığı, bunun partiyi tehlikeye soktuğu, Güneydeki çalışmalarımızı sonuçsuz bıraktığı, yine hudut boylarındaki üslenme tarzlarının, yerleşim tarzlarının, orada yapılan eğitimlerin pek de taktiğe göre olmadığını, hatta taktiği, örgütü zorladığını, tehlikelerle karşı karşıya getirdiğini söyleyip eleştiriyor, uyarıyor, sürekli dikkat çekiyordu. Bu Güney hudut boylarına yerleşim, üslenme aslında hem Güney için, hem Kuzey içindi. Yani bir bütün olarak iki parçanın mücadelesini geliştirmek içindi. Oralar öyle cephe gerisi falan değildi, öyle rahatlama yerleri de değildi. Savaşın örgütlendirilip, beslenebileceği alanlardı. Fakat böyle kullanılmadı. Nasıl kullanıldı? Daha çok savaşmama, savaştan kaçma yerleri, rahat yaşama yerleri olarak ele alındı ve böyle yaklaşıldı. Onun için de oradaki üslenme ve mevzilenmeler savaşa göre değil, daha çok yaşamaya göre gelişti. Sonuçta böyle oldu... Yani niyetimiz ne olursa olsun. Aslında bu durum daha 91'de fark edilmişti. O Eylül toplantısında da bunları konuştuk. Biraz da bunu aşmak için Ana Karargahı Botan'a taşımayı kararlaştırdık fakat aşamadık.

Yani bu sahalar öyle oldu ki , ne kadar savaştan kaçan, savaşmak istemeyen tip varsa, oraya geliyordu. Ve orada tutturulan tarz, bir savaş karargahı değil, adeta hastaların, yaralıların, savaşmayanların bulunduğu rahat yaşama dayalı köyler... Savaşı oradan besleme, her yönüyle güçlendirme değil, tam tersine savaşın yarattığı imkânlar üzerine orada kurulup oturma. Biraz da rahatına bakma ortaya çıktı. Bu tabi ki ciddi bir tehlikeyi, yozlaşmayı, savaştan uzaklaşma, savaşmama, taktikten uzaklaşma, her türlü keyfi, disiplinsiz yaşamın ortaya çıkmasına yol açtı. Yozlaşma dediğimiz şey bu. Savaşmama, kendini yaşama, orduya, disipline, örgüte gelmeme, değerlerin üzerine oturup yeme, sonuçta böyle bir durum ortaya çıktı. Güney Savaşının gelişeceği çok açıktı. İki cepheden savaşacağımız da çok netti, Parti Önderliği'nin talimatları da çok açıktı. Eğer o talimatlar gerçekten uygulansaydı, Güney Savaşından çok farklı sonuçlar elde ederdik. Eğer elde edemediysek, bu talimatları uygulamamamızın bir sonucuydu. Talimatları hep anladık dedik, ki kimimiz ya anladık uygulamadık, kimimiz gerçekten anlamadığı halde anladım dedi ki, kimimiz de anladık, kendimize göre, kendi yorumlarımıza göre yaklaştık, pratiğe öyle aktırdık, yani işimize geldiği gibi. Onun için de bu talimatlar uygulanmadı ve boşa çıktı. Boşa çıktığı, uygulanmadığı için, kendimizi uyguladığımız için o bilinen sonuçlar ortaya çıktı. Yoksa Parti Önderliği'nin değerlendirme ve talimatlarına göre hareket etseydik, o durumlar kesinlikle yaşanmayacaktı. Madem tehlike görülüyordu, buna karşı yapılması gereken neydi? Bir kere o köyleri, yani o kampları dağıtmaktı. Bir askeri kamptan ziyade, bir köy oluşumuna benziyorlardı. Hele hele savaş, 'Geliyorum' dediğinde bunu hızla yapmaktı. Kampları ortadan kaldırmak, gücü gerillaya göre hareketli kılmak, sabit olmaktan kurtarmak, erzaktır, askeri malzemedir, araziye uygun depolamaktı. Savaşacak gücün gerilla düzenine göre örgütlendirilip araziye göre yine yerleştirilmesi gerekiyordu. Savaşmayacak gücün de oradan çıkarılması gerekiyordu. Bu tedbir alınmalıydı.

Yani kamp savunması, kampı koruma, alanı savunma durumuna geçmek kesinlikle doğru değildi. Bu yapılmadığı için bir askeri kamptan çok köye benziyor. Tüm askeri malzeme, erzaklar orada, savaşmayan bir sürü insan orada. Bir de tabi durumları değerlendirmeme var, yanlış değerlendirmeler biraz bizim o yaşamımızı pekiştiriyor. Biraz da aslında o tutulan tarzın teorisidir. O değerlendirmelerde, zaman ilerlemiştir, TC karadan saldıramaz, havadan saldırır. Havadan saldırılsa da zaten ona göre tedbir alınmış, yeraltı sistemleri var, sorun olmaz. Güneyliler bize saldırsa da bizimle savaşamaz, tüm Güneyliler bize saldıramaz. Halk bizimledir. Peşmergenin de hepsi saldıramaz. Saldırsa da bir kesimi saldırır. Bunun için bizimle savaşamazlar. Değerlendirme bu. Bu olunca tabii kampları bırakmaya da gerek yok. Bunlar yeter, biz savunuruz, gelirler vururuz, bizimle savaşamazlar. O zaman da buraları kampları bırakmanın, gerilla düzenine geçmenin bir anlamı yok. Aslında değerlendirme bu. O tedbirler buna göre. Parti Önderliği'nin değerlendirmeleri bu değil tabi. KDP-YNK, Güney işbirlikçileri tehlikesinden, emperyalizmin tehlikesinden, savaştan bahsediyor. Buna göre arazinin tutulmasından bahsediyor, birçok şeyden bahsediyor.

Fakat bizlerin değerlendirmesi Parti Önderliği'nin değerlendirmesiyle çelişiyor ve kendi değerlendirmemizi esas alarak tedbirleri geliştiriyoruz. O yaşamımızı bozmak istemiyoruz, yeterli görüyoruz. Bununla da bu savaşı kazanacağımızı söylüyoruz. Daha iyi anlaşılması için o zaman Xakurke'deki arkadaşlarla tartıştığımızda, Ferhat'ın düşüncesi şuydu: 'Xakurke'ye saldırı gelişmez, çünkü zaman çok ilerlemiş, mevsim elvermez. Daha çok Haftanin ve Çukurca'dır. Esasta Haftanin'dir. Eğer Xakurkeye olursa, biz hazırız, karşılarız.' Xakurke'nin yaklaşımı, değerlendirmesi buydu. Hatta savaşın olmayacağı bir diğer düşünceleriydi. Yani, “Bunlar propaganda, şantajdır. Bizi biraz da sonbahar atılımından alıkoymak içindir.” Yaklaşım bu. Zaten evet, Güney Savaşının çıkış amacı bahar atılımımızı engellemekti gerçekten. Ama sadece onunla sınırlı değil, bir yönüydü bu. Çukurca'nın fazla bir şeyi yoktu. 'Olabilir, hazırlıklarımız vardır, biz hazırız' diyordu. “İki cepheden de savaş gelişse, biz hazırlıklıyız.” Haftanin’in değerlendirmesi bu.

CEMİL BAYIK (HEVAL CUMA) 19.BÖLÜM

YORUM GÖNDER

ZİYARETÇİ YORUMLARI

BENZER KONULAR

PARTİ TARİHİ (1.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (2.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (3.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 4.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 5.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 6.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 7.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ (8.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (9. BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 10.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ (11.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 12.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (13.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 14.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 15.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 16.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ (17.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (18.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (19.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (20.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (21.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (22.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 23.BÖLÜM (SON)

BÜYÜK ÖLÜM ORUCU DİRENİŞ GERÇEĞİ