SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (63.BÖLÜM)
Ortadoğu’nun yeniden doğuş (Renaissance) devriminde yapılması gereken en temel işlerden birisi, Hz. Muhammed’i tarihi ve güncel dogmatikler ve despotların elinden kurtarmaktır. Bu tarih, kişiliğiyle en ters dogma ve uygulamaları onun adına gösterme tarihidir. Ehli - beyt dediği yakın çevresinin başına gelenler, daha vefat ettiğinde bile cenazesinin üç gün yerde kalması, ihanetin ilk günden beri nasıl bir eğilim ve cüretkarlık içinde olduğunu iyi kanıtlamaktadır. Kerbela vakası yalnız bir tarih trajedisi değil, İslamiyet’in bağrındaki ihanetin en erken patlaması ve gerçek gücüdür. Daha doğuş sürecinde, kutsal tutulması gereken değerlere böyle saldıran ihanetin, daha sonraki tarihi süreçlerde ne tür bir fanatizme ve vahşete yol açacağına bir örnek olarak da göstermek mümkündür. Sıradan bir bilimsel uyanış bile, İslam gerçeğini ve tarihçesini yeniden ve bütün yönleriyle didik didik çözümlemeyi şart kılmaktadır. Bu betonlaştırılmış ve tüm Ortadoğu’nun ve İslam ülkelerinin zihniyetini kaplamış kireçlenme ayıklanmadan, çağdaş bireyin oluşması mümkün değildir. Gerçek bir laiklik veya İslam yenilikçisi, bu gerçek karşısında rolünün bilincinde olduğunda ve gerekenleri yaptığında anlam kazanacaktır.
Hz. Muhammed kişiliğine anlamlı bir saygı da, ancak bu gerçeği bir türlü görmeyen, tersine habire zihni betonlaştıran ve baskıyı çağdaş Nemrut ve Firavunlar olarak katmerleştiren despotların ve dogmatiklerin aşılmasıyla mümkün olabilecektir. Bu saygının ve şimdiye kadar bu doğrultuda çok büyük emek sahiplerine bağlılığın bir gereği olarak İslamiyet’i çözümleme çabalarına katkılarımızı sunmaya çalışacağız.
1 - Aydınlatılması öncelik taşıyan en temel kavram tevhid, yani Allah’ın birliği sorunudur. Daha tam şekliyle, Allah’ın varlığı ve birliği ile Hz. Muhammed’in son elçisi olması, bu haliyle kavrama kilit bir önem atfetmektedir. Neye, kime karşı varlık ve birlik, neden son elçi? İslam teologları şimdiye kadar hep dini sınırlar içinde kalarak cevap aradılar. Yapılan bilimsel analizler ise, özellikle Sümer mitolojisinden habersiz olduğu ve Avrupa uygarlık merkezli bir bencilliği aşamadığı için, sınırlı izahlar getirmekten öteye gidemediler. Ortadoğu aydınlanması, bunu öz yetenekleriyle sağlamak görevinden kaçınamaz. Tabuları parçalamadan da bu görev başarıyla yerine getirilemez. Neolitiğin kadın ağırlıklı ve çok tanrılı dinsel gelişimi sürecinde, Sümer ve Mısır uygarlığıyla önemli bir sıçramaya ve dönüşüme uğradığı, eldeki belgelerden izlenmektedir. Toplumun hem sınıflaşması hem cinsiyet ayrımına dayalı yapısı, üretimde büyük bir verimlilikle kendini kanıtlayınca, rahiplerin oluşturduğu mitolojiye büyük bir güven gelişti.
Rahip tapınaklarının aynı zamanda üretim merkezleri rolünde olmaları, bunda büyük pay sahibidir. Semavi, göğe dayalı dinlerin çıkışı, bu süreçle birlikte dinsel inançlarda köklü bir aşamaya yol açar. Gök düzenindeki istikrar ve değişmezlik, temel inanç olarak örnek alınır. Ortadoğu inançlarındaki bağnazlığın gelişmesinde, bu göksel düzendeki istikrarın temel bir etkisi vardır. Değişmezlik, ebedi, ezeli gibi kavramlar hep bu etkiyle bağlantılıdır. Bu değişmezlik düşüncesinin insanlığın zihniyet yapısı ve gelişimi açısından en büyük yararı ise, kalıcı yasa fikrine açık bir yapıda olmasıdır. Gökteki düzen yerde de aranmaya çalışılır. Yeni dini inançlar hep bunu arayacak ve zihniyet dünyasına hakim kılmaya çalışacaktır. Çok tanrılık yapısı korunmakla birlikte, sayıları giderek azalmakta ve içlerinde yer, gök, su, hava, fırtına gibi olguları temsil eden bazıları en büyük tanrılar olarak sivrilmektedir. İnsan biçimli olmaya devam etmekle birlikte, sınıf ayrışmasının doğal sonucu olarak, insanlığı efendi tanrılarla kul hizmetçileri biçiminde yeniden yaratmak işlevine soyunmaktadır. Özellikle bilge ve kurnaz tanrı Enki, efendi-kul yaratımının büyük ustasıdır. Diğer tanrılara bunun akıl hocalığını yapar. Kabul ettirir.
Tanrı Ninhursag (dağlık bölgenin tanrıçası) ve son aldığı biçim İnanna’nın rolü en aza indirgenir. Sessiz bir uzlaşmayla yarattığı erkek ağırlıklı ve kullarını dışlayan tanrılar kuruluyla (Pantheon), gök sisteminin bir versiyonu olarak yeryüzü düzeni kurulmuş gibidir. Adem’le Havva’nın cennetten atılması ile edebi hizmetçiliğe mahkumiyet, insanlığın kaderi olarak çizilmektedir. Sümer rahipleri, efendi-köle ayrımına dayalı bu sınıflı toplum yapısını mitolojik ve dini kurallara bağlayarak, tüm Ortadoğu’nun, hatta dünyanın dinsel gelişmesinin temelini çok güçlü bir biçiminde atmış bulunmaktadır. Dinler tarihinin bu gerçekliği kabul etmesi gerekmektedir. Bu kabul edilmedikçe, hiçbir dini yorumlama doğru bir tarihi temele, dolayısıyla gerçekliğe dayalı olarak izah edilemeyecektir. Eksik kalacak ve birçok yanlış anlamı taşırmaktan kurtulamayacaktır. Semavi dinlerin temelinin Sümer rahiplerinin tasarımlarına çok şey borçlu oldukları inkar edilemez. Rahip tapınakları, hem maddi üretim alanında hem ideolojik yaratımlarında bir ana rahmi görevini görmekte; burada ya ratılan uygarlık insanlık evriminde ve tarihin başlamasında en temel rolü oynamaktadır. Sümer rahiplerinin tanrı kavramına getirdikleri en önemli katkı onu göğe yüceltme, doğanın temel kuvvetlerini ona yükleme; toplumda ise efendi-sahip sıfatları yüceltilirken, insanları onun kulları statüsüne tabi kılma olmuştur. Politik iktidarın ideolojik temelinin kurulduğu çok açıktır. Sümer ilahiyatında tanrı, toplumun politikleşme ihtiyacıyla at başı geliştirilmekte, yüceltilmektedir.
Diğer bir deyişle maddi bir olgu olan politik iktidarın ideolojik yansıması veya karşılığı, insanları hizmetkarı olarak yaratan tanrıdır. Böylelikle tanrı kavramı politika olgusuyla özdeşleşmektedir. Politikanın ideolojik karşılığı olmaktadır. İdeolojik karşılık yaratmadan hiçbir politik düzenin yürüme şansı yoktur. Politikanın yürümesi her zaman tanrıların gölgesi altında mümkün olmuştur. Politikanın kendisi, ideolojisinin zihniyetlerdeki dogmasıyla etle tırnak gibi iç içedir. Klasik politik güç çözülmeden laikliğin asla gerçekleşememesi de bununla bağlantılıdır. Hz. İbrahim atalığına bağlanan tevhid, birlik ilkesi, daha önce yorumlandığı gibi coğrafyanın yeknesaklığı ve kabilelerin birlik ihtiyacıyla sıkı bir özdeşlik içinde gelişmektedir. Arabistan’daki kabile düzenlerinde totemik aşamadan sonra tanrı kavramının, Sümerlerin yüceltilmiş tanrı kavramının genel ifadesi olan El ile karşılanmaya çalışıldığı gözlenmektedir. Ama birçok kabilenin kendi El’i vardır. Bu durum kargaşaya yol açtığı gibi, birlik ihtiyacının giderek kendini dayatmasına yol açmaktadır. Tevhid ilkesinin sosyolojik izahını bu birlik ihtiyacında görmek en doğrusudur. Neden herhangi bir zamanda değil de, yakın kabilelerin hem savunma hem saldırı ihtiyacıyla birliğe en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde El için tevhid düşünülmektedir? İbrahim’in kendi yakın akraba kabileleri içinde bile şiddetli bir birliğe ihtiyaç olduğu Eski Ahit’ten rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Çevredeki çok sayıda kabilelerin farklı El’i varoldukça, birlik gerçekleşmeyecektir. İbrahim’in misyonunu gerçekleştirebilmesi için, çok tanrılı dönemden kalma kabile El’lerini tekleştirmesi gerekmektedir. En azından kendi kabileleri için bunu sağlaması ve kendini de ona göre tek El’in en yakın, yani elçisi olarak kurumlaştırması, ideolojik oluşumdaki kilit öğedir. Bu ideolojik operasyonla hem El’i özelleştiriyor, hem de kendisiyle yakın bağ –elçilik– içinde tutarak, beklenen sıçramayı gerçekleştiriyor. Buna dinler tarihinde ikinci büyük kırılma veya dönüşüm demek mümkündür. Yeni tanrısal kimlik hem tevhid sıfatıyla tekleşmekte, hem de insanın tanrı olamayacağı ilkesiyle elçiliğe geçiş yaptırmaktadır. Bunun politik ve toplumsal anlamı, kabile aristokrasisinde şeyhlik kurumuna ulaşmadır. Şeyh, Sümerlerdeki gibi tanrı-kral olamaz. Çünkü kabile tam bir sınıflaşmaya ayrışmamıştır. Şeyhin kabileden olduğu, günlük yaşamda iç içe yaşadıkları toplumun geri kalanlarıyla arasında mesafenin henüz tam açılmadığı bir sosyal gerçeklik egemendir. Tanrılaştırılacak durumda değildir.
Tanrılaşma ancak krallara ait bir özellik olarak dönem kültüründe yer etmiştir. Bunun ideolojisi ve uygulaması, Mısır ve Sümer toplumunda çok önceden ve çarpıcı olarak gerçekleştirilmiştir. Zaten kendisi de bir şeyh olan İbrahim, Tanrı Nemrut’a isyanı sembolize etmektedir. İdeolojik kökeni, insandan tanrı olamayacağı biçimindedir. İnsan tanrıya karşıtlık temelinde ideolojisini, yeni tanrısal kimliğini belirlemeye çalışmaktadır. Sonuçta bu ideolojik savaşım tevhidle, yani tanrının birliğiyle ve ona en yakın olanın ancak elçisi olabileceğiyle, dinler tarihinin büyük bir aşamasını gerçekleştirmektedir. Köleliğe göre daha insancıl ve yumuşak bir dönüşüm sağlanıyor. Sümer ve Mısır mitolojik etkileriyle kabile totemciliğinin çarpışmasından, tez ve antitezinden yeni bir sentez oluşmaktadır. Tevhid gerçekliği budur. Sosyolojik olarak birleşmek zorunda olan akraba kabilelerin kavimsel birliğine denk gelmektedir. Politik olarak ise şeyhin otoritesinin sınırlılığını ifade etmektedir.
Tevhid, Allah ve şeyhin yönetiminde birleşen kabilelerin büyük, heyecanlı ideolojik kimliğidir. Allah artık kavmin soyadı gibidir. Bir güç kaynağıdır. “Ya Allah” demek, “İmdadıma yetiş, güç ver” anlamındadır. Bir nevi birlik için yaşam sloganıdır. Çağları dolduran “Ya Allah” sesleri, birleşelim-güçlenelim-kazanalım formülünün sihirli, mucizevi anahtarıdır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER