ÖNDERLİK GERÇEĞİ-28.BÖLÜM
1975’de artık devrimci Apo’cu grup var, şekillenmiştir. Gençlik Hareketi içerisinde bahsediliyor. Apo’cularda bir dükkân kuruyorlar veya Apo’cular diye yeni bir dükkân kurulmuş. Bu şaka şeyler söylüyorlar. Değişik gruplar oluşuyor birde Apo’cular dükkân açmış. Biri bana dedi: Sizde yeni bir dükkân açmışsınız. Ben dedim: Dükkân açmak sadece size mi mahsus, bir tanede biz Kürt’ler açalım. İbrahim Kaypakkaya anılacak, bütün grupların temsilcileri bir araya geliyor. Bir tane TİKKO’cu arıyorlar bulamıyorlar. Bir tanesi benim için diyor ki, o TİKKO’cudur. Bir başka arkadaş diyor ki aynı evde kaldığım, kesin değildir, o Apo’cudur. Fakat yine de çağıralım diyorlar. Ben de gittim toplantıya katıldım. TİKKO’cu bulamamışlar. Ankara’da TİKKO’cu yoktu. İbrahim’i anacağız, dediler. Ben de grup adına çağırıyorlar, bilmiyorum dedim. Sonuç olarak bir bildiri metni hazırlayalım denildi. Bu görevin bana düştüğünü söylediler. Ben sorgulamadan kabul ettim. Sana düşer derken, Dersim’de yakalanıyor ya İbrahim dedim ondan dolayı olabilir. Başka ne yakınlığım olabilir. Ben bildiriyi hazırladım. O zaman Mihri Belli “Emekçi” diye bir dergi çıkarıyordu. İbrahim üzerine bir yazı vardı, karşılaştırma yapıyordu. İbrahim ve Perinçek, İbrahim ne yaptı, Perinçek ne yaptı? Onu da okumuştum, bir metin hazırladım. Ertesi gün götürdüm herkes dedi uygundur, kabul ettiler. Bu Aydınlıkçılar biz katılmıyoruz, dediler. Burada bizim ile TİKKO arasındaki sorunlara işaret ediyor.
Hiç unutmuyorum, o zaman dedim ki: Ben TİKKO’cu falan değilim, ama sizin burada söylediğiniz şeylerden de ortaya çıkıyor. Bu kadar İbrahim’e karşıtlığınız varsa o zaman İbrahim’i anmaya katılmanız bir sahtekarlıktır. Siz sahtekarsınız. Ben TİKKO’cu değilim ama sizin yaptığınızda sahtekârlıktır. Diğer grup hemen anladı, ben TİKKO’cu değilim, dedim. Gerçekten de sahtekarca davranıyorlardı. Solun diğer kesimleri en azından biraz daha farklıydı, o koşullarda hala o hareketin temel özelliklerini koruyorlar. 1971’ler ve giderek 1972’ler devrimci hareketin bastırılmak istendiği, bu konuda sistemin önemli adımlar attığı ama bir savaşta sonuç almadığı yani devrimci hareketin itibarını sarsmada asla ve asla başarı kazanamadığı bir süreçtir. Ne yaparsa yapsın gençlik içerisindeki o devrimci hareketin itibarını sarsamıyor. Gençliğin iradesi kıramıyor. Her gün tutuklamalar oluyor. Ve öyle bir psikoloji var ki insanlara da şunu diyorsun: Biz de bir şeyler yapıyoruz, ama bunlar niye bizi tutuklamıyorlar? Mesela benim zoruma gidiyordu tutuklanmamak. Biz de kendimize iş yapıyoruz, ama neden tutuklanmıyoruz, diyordum. Arkadaşlarımız tutuklanıyorlar ama bize karışmıyorlar. Bir itibar meselesi gibi adeta, gençlikte o heyecan vardır her zaman için. O dönemde de var. Zaten 12 Mart darbesi niye geri adım attı? Niye erkenden askeri rejim yerini sivil yönetime terk etti? Şundan: Çünkü hazırlıklı değildi, psikolojik ve özel savaş konusunda çok fazla yetkinlikleri yoktu, tecrübeleri zayıftı. O kadar tecrübesizler ki, bir örnek vereyim.
Mesela, Deniz Gemerek’te yakalandı. Şimdi Deniz yakalanınca dönemin içişleri bakanının zaferi oluyor ya, içişleri bakanı basın toplantısı yapıyor, Deniz’i de getirtiyor, basın toplantısının yerine. Deniz için bulunmaz bir fırsattır, o kadar gazetecinin önüdür. Deniz orada yaptığı çıkışla, bakanı kaçırtıyor. Yani bakan bulunduğu basın ortamını terk ediyor. Gazeteciler ile Deniz baş başa kalıyor. Elleri kelepçelidir. Böyle bir şeyi ancak bir avanak, bir enayi yapar. Bir devrimciyi hatta Deniz Gezmiş gibi birini o kadar basının karşısında Deniz ile boy ölçüşecek. Yapabilir mi? Gerçektende yapamaz. Deniz’in düşmanda bile yarattığı hava çok farklı. Denizler yola motosikletle çıkıyorlar. Deni’lerin motosikletleri yolda bozuluyor. Gemerek’e girince düşmanla çatışma çıkıyor ve ilk çatışmada Yusuf bir yerden atlamak isterken vuruluyor. Deniz fark ediyor. Bir de Deniz, Yusuf’u çok seviyor. Yusuf’un öldüğüne inanıyor, o açıdan acısı çok büyüktür. Deniz, Gemerek içerisinde çatışmayı sürdürüyor. Tabi belediye başkanı o zaman belediye binasından hoparlörle anons yapıyor, Gemerek halkına. Vatan düşmanı, millet düşmanı, İslam düşmanı teröristler şehirlerimize gelmişler. Halkın hepsinin silahlanması, güvenlik kuvvetlerine yardımcı olması gerekir. Böyle devrimcileri kötüleyen, aşağılayan, halkı da ona karşı savaşa çağıran çağrılar yapıyor. Deniz o sokak aralarında çatışıyor ya, çocuklar gençler Deniz’in etrafında dolaşıyorlar. Tanımıyorlar da önceden tanıdıkları, karşılaştıkları biri değil.
Fakat Deniz’i sima olarak tanıyorlar. Deniz bir gence soruyor? ‘Belediye başkanının evini biliyor musun?’ Genç biliyorum diyor. Deniz ağabey. Deniz diyor: Beni oraya götür. Deniz kapıyı kırıp, belediye başkanın evine giriyor. Belediye başkanı diz çöküyor, ağlamaya başlıyor. Beni çocuklarıma bağışla, çocukları, eşi de oradadır. Deniz vazgeçiyor. ‘Allah belanı versin’ diyor, karışmıyor. En son büyük bir meydanda, derin bir yerde Deniz mevzileniyor. Arabalarla oranın etrafını kuşatıyorlar. Bütün arabaların projektörleri o noktaya doğrudur. Deniz’e teslim ol çağrısı yapıyorlar. Deniz’in mermileri de bitiyor. Deniz elindeki silahını doğrultarak dışarı çıkıyor. Fakat subay ateş emri vermiyor. Tam tersine birliğin komutanı yüksek rütbeli bir subayın kendisi Deniz’in yanına gidiyor. Diyor: Deniz, silahını ver. Deniz silahını teslim ediyor ve öyle götürüyor. Bir saygı şeyidir. Cenevre sözleşmelerinde şöyle bir sözleşme var. Mesela, bizim ordumuzdan bir tabur komutanı çatışma ortamında baktı, tabur tümden imha olacak, çatışmadan vazgeçip, teslim olacağım diyebilir. Onu ancak bir tabur komutanı, kendi rütbesinde olan biri teslim alabilir. Savaşta Cenevre anlaşmaları bu tür şeyleri düzenliyor. Deniz’e de adeta bir savaş esiri muamelesi yapılıyor. Savaş esiri olarak da alınmak istenirken de her hangi bir asker gönderilmiyor, teslim olması için. Komutanın kendisi gidiyor ve kendisini teslim alıyor. O dönemin devrimcilerinin düşman nezdinde de, ordu içerisinde de yarattığı bir saygınlık var. Hiç unutmuyorum arkadaşlar, Lenin’in devrimci tanımını yaparken, düşmanının bile saygınlığını kazanan insan belirlemesinden yola çıkarak…
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER