SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (12.BÖLÜM)
E- KÖLECİ UYGARLIĞIN YAYILMA VE OLGUNLAŞMA DÖNEMİ
1- Mısır uygarlığı Sümerlerden hemen sonra ortaya çıkan ilk köleci toplumlardan biri de Mısır-Nil uygarlığıdır. Mısır uygarlığını değerlendirirken, bunun dayandığı bir Kuzey Afrika neolitiği pek kanıtlanamamakta, orijinalitesi ve yaygınlığı gözlemlenememektedir. En yüksek olasılık, Verimli Hilal’de olgunlaşan tarım devriminin, her tarafa yayıldığı gibi, M.Ö 6000 yıllarında bu yöreye de ulaştığı yönündedir. Kronolojik açıdan bu değerlendirme yayılma mantığına da uygun düşmektedir. Nil’in çok verimli alüvyonları benzeri bir şehir devrimine imkân vermektedir. Yine de orijinalinde Sümer şehir devriminin izleri görülmektedir. Fakat yüksek verimlilik oranı, Mısır’da en erkenden bir özümseme süreciyle kendi özgün yapısını ortaya çıkarmaya yol açmaktadır. Gerek daha erkenden neolitik kültüre dayanması, gerekse hızlı özümseme yeteneği, Mısır’ın bir koloni olarak değil, özgün bir uygarlık, bir sınıf toplumu olarak şekillenmesine olanak sağlamaktadır. Ama bu özgünlüğüne rağmen, Verimli Hilal’deki tarım devrimiyle Sümer şehir devrimi olmadan, Mısır uygarlığının kendi başına ortaya çıkamayacağı bir tarihsel gerçektir. Nasıl ki Nil olmadan Mısır uygarlığı düşünülemezse, Verimli Hilal ve Sümer’deki kent ve köy devrimi düşünülmeden de Nil verimi ve Mısır uygarlığı düşünülemez. Bunun en önemli kanıtı, Nil’i çevreleyen coğrafya ve iklim koşullarının, daha da önemlisi kendi başına bir bitki ve hayvan kültürünün neolitik tarım devrimine imkân vermemesidir. Mısır’da özgün tarım devriminin koşulları bulunmamaktadır.
Bu olsaydı, değişmeyen koşullarından ötürü, Nil vadisi çok önceden bir tarım ve kent devrimine beşiklik eder, Mezopotamya tarım ve kent devriminden sonra değil, önce gelişme gösterirdi. Nil’in asıl rolü, sulama ile çok müsait ve çok verimli toprak özelliğinden kaynaklanmaktadır. Gerekli olan tarım teknolojisine ulaşınca, bilinen hem özgün hem hızlı uygarlık sürecini yaşamıştır. Mısır uygarlığı yaklaşık M.Ö 3000’den itibaren başlamış, Milat başlarına kadar fazla değişmeden varlığını sürdürmüştür. Geometri, mimari, değişik yazı türü alanlarında Sümer’den daha farklı gelişim göstermiştir. Özellikle mimaride ancak Roma’yla kıyaslanabilecek bir üstünlüğe sahiptir. Yelkenli gemi taşımacılığı da oldukça gelişkindir. Yıldızlara dayalı yıl ve mevsim hesapları daha düzgündür. Devlet kurumlaşması daha merkezi olmakla birlikte, çok fazla sayıda şehir devletine imkân vermemektedir. Daha çok eyalet türü bir idari bölünme vardır. O da Sümerler gibi erken, orta ve geç dönemler biçiminde otuzu aşkın hanedan tarafından yönetilmiştir. Önce rahip ağırlıklı iken, daha sonra kral rahipliğe göre üstünlüğü sağlamıştır. Tanrı-krallık anlayışı egemendir. Mitolojik yapı Sümerlere göre daha fakir ve sınırlı bir yansıma şeklinde gelişme göstermiştir. Burada baba-ana-oğul üçlüsüne yakın bir tanrısal odak söz konusudur. Gök düzeninin katı bir yeryüzü yansıması olarak kendini idealize etmektedir. Bu temelde çok güçlü bir ideolojik hegemonya yapısı kuruyor. Mısır rahip geleneği bu kaynaktan ötürü günümüze kadar çok güçlü yaşıyor. Emperyal kolonileştirme çabası çok sınırlı kalıyor. Ticari amaçlı bir Girit-Fenike ilişkisi, buralarda alt uygarlığın gelişmesine etkide bulunuyor. Uygarlık ana nehrinin beslenmesinde ancak güçlü bir kol olma rolündedir.
Sümerlerin ana kaynağı yanında, Mısır’ın besleyen bir kol olmanın ötesinde rol sahibi olarak değerlendirilmesin de abartma payı güçlüdür. Ama yine de köleci uygarlığın ana çizgi halinde M.Ö 3000’den Milad’a kadar gelişiminde ana pay sahiplerinden biridir. Grek uygarlığını, daha az ve dolaylı olarak Roma uygarlığını beslemedeki rolü göz ardı edilemez. Afrika’yı uygarlığa açamadığı gibi, içlerine doğru ticareti geliştirebilmiştir. Yelkenliyle ticaret, Nil, Kızıldeniz ve Akdeniz’de gelişiminin başlangıcı itibariyle Mısır uygarlığına çok şey borçludur. Mısır, mitoloji tasarımında Sümer’e göre fakir olmakla birlikte, tek tanrılı dinlerin gelişmesinde önemli bir konuma sahiptir. Tek tanrılı din denemesine girişmekle birlikte sınırlı kalmıştır. Mısır rahip sınıfı, çok güçlü eğitici rolleriyle Grek mitoloji ve dininde kadroların yetiştiği merkez konumundadır. M.Ö 5. yüzyıla kadar Grek rahip ve filozof öncüleri gıdalarını önemli ölçüde Mısır ve Babil’deki eğitimlerden almışlardır. Mısır uygarlığı köleci uygarlığın gelişiminde Sümerlerden sonra gerek erken ve özgün bir temelde gelişimi, gerekse büyüklüğü itibariyle ikinci sırada bir ağırlığa sahiptir. Sistemin beslenmesinde üretken ve süreklidir. Köleliğin derinliğine işlenmesinde o kadar ileri gitmiştir ki, özellikle piramitler için harcanan köle emeğinin korkunçluğu o kadar çarpıcıdır ki, ondan cesaret alan başta Roma olmak üzere birçok imparatorluğun kalıtımında temel pay sahibidir. Ortadoğu despotizminin halen çok güçlü olmasında Mısır sisteminin ektiği toplumsal genlerin payı kesinlikle göz ardı edilemez. Köleliği çok derinden bir işlevselliğe kavuşturduğu gibi, siyasi ve dini otoriteyi de o denli kudretli bir işlevsellikle yetkin kılmıştır. Tarihte köleci sistemin doğup gelişmesinde Sümerlerin rolü ne kadar belirleyiciyse, olgunlaşma ve sürekli kılınmasında Mısır’ın rolü de o denli önemlidir.
2- Hindistan Pencap ve ‹ndus Vadisi’nde Harapa ve Mohenjadaro uygarlığı M.Ö 2500’lerde yerden mantar bitercesine biten görkemli bir uygarlık koluyla karşı karşıyayız. Bu, Mısır’ın biraz daha tecrit edilmiş bir biçimine benzemektedir. Mimaride ve yazıda sınırlı bir gelişmesi kanıtlanmıştır. Sümerlerle Hint Okyanusu yoluyla bağlantısı tahmin edilmektedir. Bölgenin İran üzerinden M.Ö 5000’li yıllarda neolitik biçimlerle tanışmaya başlaması, ama buradan kaynaklanan bir tarım devriminin ürünü olmaktan ziyade, Sümerlerle bağlantılı bir ticaret kolonisi tarzında gelişmiş olması olasılık dahilindedir. Uygarlığın bu kolunun M.Ö 2000’lere geldiğimizde genelde yaşanan kuraklıkla birlikte, her uygarlık bölgesinde görülen bir bunalıma dayanamayarak tarih dışında kalıp söndüğü ve henüz bilmediğimiz bir kopukluğu yaşadığı varsayılmaktadır. Bir Mısır kolu kadar özgünlük ve süreklilik kazanamadığı görülmektedir. Hindistan uygarlığı bu sürekliliği ve özgünleşmeyi güçlü Aryen grupların yerleşikliğine bağlılığın sonucu olarak M.Ö 1000’li yıllardan itibaren yaşamaya başlayacaktır.
3- Çin uygarlığı Asya’nın doğu sınırındaki Çin, Verimli Hilal’e dayalı neolitik çağla M.Ö 4000’lerde tanışmıştır. Tarımsal devrimde bir içsel gelişmenin izi görülmemektedir. Sarı Irmak, verimliliği ve sulamaya uygun düzenliliğiyle Mısır Nil’inin oynadığı rolü oynamaktadır. Coğrafya ve iklim, suni sulamanın da dışında, bitki kültürlerinin tarımına elverişlidir. Çin’de M.Ö 1500’lerde sınıflı toplumun gelişimine dayalı güçlü bir köleci imparatorluk doğuyor ve Mısır hanedanları kadar sert merkezci bir konumda gelişiyor. Hindistan örneğinde görüldüğü gibi bir kesintiye uğramıyor. Birçok parçalanma ve merkezileşme evresini geçirerek kendini günümüze kadar taşırıyor. Uygarlığa çok özgün bir katkısı tespit edilmemekle birlikte, kendi kendine beslenen bir iç özgünlüğü de sürekli kılabiliyor. Uygarlık ana kanalına Milad’ın başlangıcında Roma döneminde giderek artan bir akışkanlıkla katılabiliyor. Asya ve Avrupa’nın uygarlık çizgisinde birleşmesiyle irili ufaklı birçok toplumsal uygarlık kolunun ana nehre katılması hız kazanıyor. Ana nehir büyüyor, hızlanıyor. Atlas Okyanusu’ndan Büyük Okyanus’a doğru uygarlık alanlarından geçen çizgiye kuzeyden ve güneyden sürekli akan toplumsal güçler, çizginin temel özelliklerini sürekli alt ve üst kurumlaşmalarına taşırarak ve kendi özlerinden bazı renkler de katarak, tarih dediğimiz zenginliğe katkıda bulunuyorlar. Tarihi İpek Yolu gerçekliğinin efsanevi anlamı da bu zenginleşmede oynadığı rolden ileri gelmektedir. Uygarlığın kıtasal ayrılmasında Amerika’nın payına düşen, M.Ö 3000’lerde neolitikle tanışma ve M.Ö 5. yüzyılda kent devrimine geçiştir. Kendi içinde sınırlı bir gelişmeyi yaşayan kıta, dünya çapındaki rolünü ancak Avrupa kapitalizminin kolonileştirmesine dayalı olarak çok geç ve en son 20. yüzyılda ABD öncülüğünde oynamaya başlayacaktır.
4- Sümer uygarlığının yayılmasında ve karşı konulmasında asıl gelişmeler komşu alanlarında yaşanmaktadır. Doğuda ve kuzeyde Aryen kökenli Horritler , batı ve güneyden Semitik kökenli Amorit adlı gruplar, ortalarında yükselen Sümer zenginliği ve gücü karşısında büyük bir hareketlilik içine sokulmuşlardır. Tarımsal yerleşik köy düzeniyle çobansı göçebe düzeninin eski kendiliğinden sakin yaşamları büyük bir sarsıntı içindedir. Aryen topluluklar derinliğine yaşadıkları tarımsal ve hayvancılık düzenini aşacak durumda değildir. Bu üstünlüğü Sümerler çoktan ele geçirmiştir. Amorit çoban kabileler, hem tarımın hem de kent yaşamının çok daha uzağında, çölün zorlu koşullarında kuraklığın zaman zaman artmasıyla çetin bir yaşam savaşı vermektedir. Yanı başlarında bir cennet yükseliyor. Ya hizmetçi köleler ya da işgalci fatihler olarak kaderlerini oynamakla yüz yüzeler. Daha batıda Mısır uygarlığı da benzer gelişmelerle karşı karşıyadır. Uygarlık sınavı ya barbarlık karşısında kazanıp yayılacak ya da boğulup sönecektir. Tarih belirleyici bir diyalektik sürecin kritik anlarıyla karşı karşıyadır. Aslında Sümer’i başlatan süreç de bu kabilelerin hareketiyle bağlantılıdır. Fakat kendisi üstünlük kazanınca, farklılık çelişki doğuruyor.
M.Ö 2500’lerde şehirleşmenin doğal sınırlarına varıp aralarındaki rekabet ve mülkiyet savaşı kızışınca, aradan sıyrılan Semitik kökenli Sargon Hanedanlığı, çelişkileri zorla bastırıp dışa seferber etmeyi temel politikası haline getirmiştir. Sargon’un farkı, daha önce zaman zaman bir kahramanlık eylemi gibi yaşanan dışa açılmaları –Gılgameş Destanı bu gelişmelerin ürünüdür– tekil olaylar olmaktan çıkarıp, sistemli ve planlı bir yayılma ve kolonileştirme sürecine sokmasıdır. Dört tarafa hem kara, hem deniz, hem de nehir yoluyla ticaretle iç içe bir hakimiyet dönemi açılmıştır. Yazıtlarda bu süreç büyük bir gururla anlatılmaktadır. Ticaret kolonileri M.Ö 2500-2000 yılları arasında Doğu Akdeniz’den Karadeniz’e, İran içlerinden Basra Körfezi ada ve kıyılarına kadar çığ gibi yayılmıştır. Doğu Akdeniz’de Fenikeliler , İç Anadolu’da Hititler, Yukarı ve Orta Mezopotamya’da Mitaniler , İran’da Doğu Zagroslarda Elamlılar ilk kolonileştirme uygulamalarından sonra özgünleşerek, belki de içyüzlerini bilemediğimiz, ama kanlı geçtiği dikilen yazıtlardan anlaşılan uzun direnmeler sonucunda siyasi güce ulaşıp devletleşmişlerdir. Tıpkı kapitalist sömürgeleştirme sürecinde tepki olarak doğan direnme savaşları sonrasında oluşan ve devlete benzeyen yerel devletler ve federasyonların oluşması gibi. Sümer emperyalist koloniciliğinin ve bundan etkilenerek özgünleşen yerel yapıların güçlenmesiyle birlikte, oluşan yeni tarih süreci önemli gelişmelere yol açmaktadır. Hem özümseme, özgünleşerek sınıflı topluma ulaşma, hem de artan rekabet sonucu çatışma ve yerel küçük devletler olarak tarih sahnesine çıkma, bu dönemin tipik özelliğidir.
Sümer’e dayalı kolonileştirme, yaklaşık M.Ö 2500-2000 yıllarında hakim eğilim iken, M.Ö 2000 sonrası yılları ağırlıklı olarak kolonilerin etrafında gelişen siyasi oluşumların ağırlık kazandığı yeni bir dönemin giderek güç kazandığı görülmektedir. M.Ö 2000’lerden M.Ö 5. yüzyıla kadar ağırlıklı olarak yaşanan bu dönem, Ortadoğu tarihinde büyük bir anlama sahiptir. İnsanlık tarihinde de en azından klasik Sümer ve Mısır katkıları kadar birçok gelişmeye yol açmaları, yerel zenginlikleri katmaları söz konusudur. Bu, köleci sistemin tam bir kadermişçesine insanlığın başına çöreklenmesi ve en olgun dönemini yaşaması anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla köleci uygarlığın bu yeni sürecini çok yönlü çözümlemek büyük önem taşımaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER