APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (45.BÖLÜM)
DEVRİM KENDİ İÇİNİ NETLEŞTİRME HAREKETİDİR
İktidar Savaşı Bilimsel Bir Çabayı ve Uğruna Mücadele Etmeyi Gerektirir;
Yükselen bir iktidar var ve bu çok önemlidir. İktidar, oldukça baştan çıkarıcı bir gelişmedir. İnsanı asar, keser duruma da getirebilir, bir çırpıda kahraman düzeyine de çıkarabilir. Şunu düşünün; bir aile veya bir birey çıkarı için ömür boyu çalışır. Para buldu mu, zenginlik ve güç buldu mu “ben zengin oldum, ağa oldum, şöyle güçlü oldum” der ve kendini yitirmeye başlar. Etrafını dağıtır, evde çocuklarını, kadını köle gibi kullanır, köylüsünü bastırır, yani kısaca bey olur ve gittikçe daha da acımasız olur. Kürt tarihindeki bu tip örnekler bilinmektedir; astığı astık ne kadar bey ya da beylik vardır. Kavga, dövüşleri halen dillere destandır. Şimdi bu gerçeklerin farkındayız. Bazılarınız o kadar iktidar cazibesine kapılmış ve onun etkisine girmiş ki, adeta kendini yitirmiş. Osmanlı geleneği fazla çağdaş değil, çok ilkel. Aşiret durumundan çıkıp Bizans‟ın mirasına konuyor. Roma-Bizans mirası, çok büyük, cezbedici ve baştan çıkartıcı bir miras. Osmanoğulları da güçlü bir aşiret kültürüne sahip. Bu iki güç karşılaştığında, en ufak bir karşı kıpırtı bile “asalım” şeklinde bir karşılık bulur. Çelebi Mehmet, kardeşi Musa Çelebi‟yi
nasıl idam etti? Daha da ötesi var; Fatih Sultan iktidara gelir gelmez ilk yaptığı iş, bunu hemen bir kanunname haline getirmektir. Fatih Sultan, “devletin selameti ve bekası için, bütün kardeşlerin katli vaciptir” biçiminde bir fetva hazırlar. Neden buna yöneldi, özellikle neden bir kanunname haline getirdi? Fatih, Bizans‟ı en son zapt eden ve başkentini alan kişidir.
İstanbul son derece büyük bir uygarlık merkezidir, çok cezbedicidir ve Fatih‟in gözlerini kamaştırır. Ama diğer yandan da baş veziri Çandarlı Halil vardır. Çok tecrübeli bir vezir ve Osmanlıların güç kazanmasında oldukça etkilidir. Fakat kendisi de biraz iktidar kazanmış, oldukça söz sahibi biridir. Fatih İstanbul‟u alır almaz, iktidarını biraz pekiştirir pekiştirmez, derhal onun kellesini vurdurtur. Bu bir iktidar olayıdır. Osmanlı ailesinden değil, ama ikinci büyük aileyi temsil ediyor. Dolayısıyla Fatih, onun soyunu sopunu ortadan kaldırır. Bir iktidar alternatifi kalmasın diye o aileden hiç kimseyi sağ bırakmaz. Bu sefer kendi ailesine yönelir. Ufak bebeler olan kardeşlerini kendisi için tehlike olarak görür. Onların da hepsini ortadan kaldırır. İktidar için altı aylık bebekleri bile vurdurabiliyor, böylece alternatif belirtilerini bile ortadan kaldırıyor. Daha sonra da bunu bir kanunname haline getiriyor. Mustafa Kemal‟de de bu devam eder, en son Güreş Paşa‟ya kadar da gelir. Biraz saygılı olup bunları anlayacaksınız, eğer anlayamazsanız içimizde bir dakika bile kalamazsınız. Size iktidarın can alıcı noktalarını öğretiyorum, çünkü sizi anı anına koruyan benim. Eğer sen güçlü çıkarsan sen onu boğarsın, o güçlü çıkarsa o seni boğar. Fakat zayıf olduğunuz için, düşman hepinizi boğar. Bu tip çok çağ dışı, geri ve kuralsız durumlara düşmemeniz için bunları belirtiyorum. Deliyseniz kaçıp gidin, ama akıllıysanız iktidar sürecini biraz kavrayacaksınız. Söylediğiniz her şey, attığınız her adım
bilinçli gelişmek, yeterli ve cevap verici olmak zorundadır.
Türklerde bu tamamen bir gelenek haline gelmiş ve halen de işliyor. Peki biz niye böyle yapıyoruz? Veya benim başıma gelen nedir? Onu biraz iyi anlamanız gerekir. Kürdistan‟da yükselen otoriteye bayılıyorsunuz, onun karşısında gözleriniz kamaşıyor. Hepinizi de, kendimi de iyi tanıyorum. Kendimi bu kadar boş yere ortaya koymuyorum. Ne kadar Allah‟ın fukarası bir kişiydim, ama kendimi nasıl geliştirdim? Etkili ve yetkiliyim, fakat bunun emekle, üslupla bağlantısını çok iyi kurdum. Örgütlülükle bir kişiyi ilişkiye çekmek için ne kadar dil döktüm? Bir teori sahibi olmak için, yıllarca nasıl kütüphaneleri aşındırdım? Bunları size anlattım, çünkü yükselen iradenin, otoritenin neye dayanarak böyle olduğunu anlamanızı istedim. Bunu bilemezseniz PKK‟yi anlayamazsınız, ulusal otoriteyi anlayamazsınız. “Babadan kalma yöntemlerimiz” diyorsunuz. Babadan kalma neyiniz var? Osmanlı da, TC de hepinize yapabileceği bütün kötülükleri yapmış. Bir hayvana verdiği değer kadar bile değer vermemiş. Türklerin merkeziyetçilik fikrinin çok güçlü olduğunu da biliyorsunuz. Halen dünyadaki en merkeziyetçi iktidardır. Bu, bir kişi dışında veya merkezi irade dışında, hiç kimseye şans vermemek demektir. Kürt söz konusu olduğunda bir mezar bile vermemektir, nefes bile alamayacak uygulama altında tutması demektir. Tüm bunlar temel gerçekliklerdir. Bunları anlamadan güç gösterisinde bulunamaz, ucuz laf sarf edemezsiniz. Ben iktidarın ruhunu, kanunlarını size anlatıyorum. Fransız Devrimi‟ndeki, gibi onlarca kitabın neden yazıldığını bilmelisiniz. Bu kitapları yazanlar akıllı insanlar ya da iktidar sürecini kan pahasına yaşayanlardır. Bunları okumanız gerekiyor. Madem iktidarla uğraşıyorsunuz, ilk yapacağınız bu klasikleri biraz gözden geçirmek olmalıdır. Eğer anlama kabiliyetiniz sınırlıysa veya bizden anlamak istemiyorsanız, başka şeylerden anlayın.
Kürtlere iktidar olma, güç olma, siyaset yapma, belirli adımlar attırma durumunu biraz sağladık. Siyaset yapmada belli adımlar attırma yaşandı ve bunu belli bir aşamaya kadar getirdik. Hepinizde iktidar çatışmasını görüyorum, siz de bunu söylüyorsunuz. Yeni yönetimlerle eski yaklaşımlar arasında küçük iktidar çatışmaları her yerde var ve bu doğaldır da. Ama doğal olmayan yönleri de var. Çılgınca iktidar heveslerine kapılıyorsunuz. Keşke Çandarlı Halil gibi veya Osmanlı şehzadeleri gibi çarpışarak iktidar olabilseydiniz gam yemezdim. Teslim olarak iktidar olmaya çalışıyorsunuz. Fırsat bulsanız gözü kara bir biçimde düşmana gidebilirsiniz, ama biraz da çekiniyorsunuz. Çünkü giderseniz “acaba öldürürler mi” diye kaygılanıyorsunuz. Bunu düşünecek kadar birer zavallısınız. Parti içinde yaşayamıyorsunuz, kaldı ki dışarıya gitseniz hiç yaşayamazsınız. Ortalıkta yığılıp kalırsınız. Bunun ne anlama geldiğini iyi bilince çıkarmak gerekiyor. Lafla “ben öyle değildim, aslında ruhi dengem bozulmuştu, aslında önümde diktatörlük vardı” demek ucuz kelimelerdir. Dikta bile olsak, acımasız bile olsak, önce tanıyacaksın. Kaldı ki böyle bir dikta da yok. Kaldı ki, kimse
ricayla, minnetle “gelin, ulusal harekete katılın” demedi. Kendilerine bilmem kaç yıllık savaşçıyız diyorlar. Madem ki bu kadar yıl düşmana karşı savaşmışsın o zaman bu savaşımı bir günde nasıl durdurabilirsin? Bu, acaba geriye nasıl döneriz, işbirlikçilerle nasıl şöyle şöyle siyaset yaparız anlamına gelmektedir. Osmanlı‟da altı aylık bebeğin bir suçu da yoktu, Çandarlı Halil veya başka bir şehzadenin direkt devlete yönelmesi de yoktu. Sadece payını biraz büyük istedi. Benim için pay da önemli değil, eğer yemesini, kullanmasını bilirseniz alın size bu kadar yetki, hatta alın bu kadar para, imkan, ne isterseniz. Ama bir Osmanlı şehzadesinden, paşasından daha tehlikeli kullanırsanız, bir halkın umutlarını bir çırpıda sağa yatırırsanız, ben de sizden hesap sormak zorundayım. Siz beni çok mu geri buluyorsunuz? Bu halk bana bu kadar umut bağlayacak, benim de sizden hesap sormayacağımı mı sanıyorsunuz.
Kürt feodalitesi, Kürt ailesi çok namussuzdur, çok fanatiktir. Kürt isyanlarına bakın; hemen hepsinde başlangıçta akrabalık esas alınır, ama ikinci gün en tehlikeli şekilde, en can alıcı yerinden ihanet etme gerçekleşir. Aslında bu bir Kürt kanunu, Kürt gerçekliğidir! “Ağacın kurdu ağaçtan olur” atasözü tam da bunu anlatıyor. Öyle bir kemirme noktası var ki, halen çok etkili. Hastalıklı bünye devam ettikçe, bu böyle olacaktır. Kurt kemiriyor, hem de için için, ama bunları da ilaçla yok ederler. Bağımsızlık ağacını kurutmak istersen, o zaman onun için çalıştığını söyleyemezsin, çünkü sen ağacın içini oyuyorsun. Örgüt birliğinin içini oymak, ağacın kurdu olmak demektir; örgütü geliştirmemek demektir. Örgütün genel normlarına gübre ol, su ol, hava ol, ama kurdu olup kemirme! Her gün bir damarı kesebiliriz, ilaç varsa ilaçla, ilaç yoksa kurdu çekip atabiliriz. Bağımsızlık ağacı, soy ağacı eğer doğruysa, onun kurdu değil, bir yönüyle ona hizmet eden, onu geliştiren bir özelliğini esas almak gerekir. Bunlar önemlidir. Sizi çok iyi tanıyorum. Osmanlı oğullarının suçlarının bu kadar büyük olduğunu sanmıyorum. Hatta Türk olayına bakıyorum; M. Kemal‟in hikayesini de size boşuna anlatmadım, çevresindekilerin hepsi cephe savaşı kazanmış adamlardır. Örneğin, Kazım Karabekir olmazsa, Mustafa Kemal adım atamaz. Ali Fuat Cebesoy olmazsa, otoritesi sıfırdır. Rauf Orbay olmazsa, onu kimse ciddiye almaz. Ama hepsine idam verildi, sanıyorum bazılarını zorla, o da denge hesapları nedeniyle bıraktı. Bunlar başarıda katkısı olan kişilerdi, ama sonları bu oldu. Şimdi kendinize bakın; herhangi ciddi bir katkınız olmadığı halde talepleriniz beni bile aşıyor. Kürt olayı! Talepleriniz deveyi havuduyla yutmaktır veya hiç oralı olmamaktır.
PKK Önderliğinin klasik önderliklerle, otorite anlayışıyla ve eski yöntemlerle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Yöneten olsun, yönetilen olsun kendinizi bu gerçeğe katmazsanız, eskiyi tekrarlamış olursunuz. Çok küçük örneklerden sonuç çıkartabiliriz. Yapmanız gereken; son derece büyük bir hassasiyetle kendini eğitme vermek, varsa gücün veya bazı yeteneklerin, bazı başarılarla mutlaka bunu kanıtlamaktır. Bunu kanıtlamadıktan sonra, içine girdiğiniz tutum; kendi yenilmiş durumunu partiye dayatmak, eğer bu kabul görmezse olay çıkarmaktır. Bu da kesin bozgunculuktur. Oldukça yenilmiş, sonuç alamayan birçok şeyinizin hesabını vermek yerine, bizim iyi niyetimizi, yoldaşça yaklaşımlarımızı fırsat bilip PKK yoldaşlık tarzının son derece uzağında, altında feodalizm yatan bir yaklaşım sergiliyorsunuz. Gözü kara Kürt beyliği, gözü kara küçük burjuva yaklaşımının canlanması söz konusudur. Bunlarla atağa geçmeniz sizi ilk günde bitirir. PKK‟de sınıf mücadelesi yok mudur? Elbette ki var. Tanıyanlar bizi tanır ve büyük mücadele verdiğimizi bilir. Barzanilere karşı yirmi beş yıl, Talabani‟ye karşı bir o kadar süredir mücadele veriyoruz. Bunların birisi küçük burjuvazinin, birisi feodalizmin temsilcisidir. Siz küçük beyninizle tüm bunları göremeyeceksiniz ve onların bile karikatürü olamayacak birtakım yaklaşımlar içine gireceksiniz, bu mümkün değildir. Tabii tam böylesiniz demiyorum, ama buna zemin ve fırsat bulsanız böyle yaklaşımlara girebilirsiniz. Neredeyse bu tip önderlikleri bizim önümüze örnek diye koyup, bizi de diktatör ilan edecek olanlar var. Hepinizin durumu da ortadadır. Bu duruma nasıl adapte oldunuz? Beni ne kadar esas aldınız? Bizim temsil ettiğimiz bir otorite, bir hareket var.
Buna ne kadar güç getirdiğiniz ortada. Ben halen büyük bir sabırla öğrenmeye, ne yaptığımı, içinde bulunduğum durumu kavramaya çalışıyorum. Yanı başınızda Saddam ölçüleri var, Türkiye‟de M. Kemal ölçüleri, Osmanlı ölçüleri var, hatta Sovyetlerde Stalin ölçüleri var. Ama bu demek değildir ki en yaramaz çocuklar gibi her bildiğinizi yapacaksınız, bütün yaramaz, yetmez yanlarınızı fırsat buldunuz mu dayatacaksınız. Bu olmaz, fakat yeni Kürt de adam olmasını bilecek. Hepiniz yeterliliği az çok yakalayacaksınız, yoksa çatışırız, ki savaşa hiç gerek yok. Sizi denerim, sınarım, kaldı ki, yirmi yıldır sizi kontrol ediyorum, bundan sonra da ederim. Bunu anlayacaksınız. Eğer deli olmasaydınız, kesin birbirinize daha anlamlı yaklaşım gösterebilirdiniz. Eleştirmeyin demiyorum, daha fazla acımasız eleştirin, ama eleştiri tarzında, hiçbir emek vermeden “bizim çabalarımız var” denilemez. Ben de eğitiyorum, bu insanlara hemen her gün bin bir türlü iş veriyorum. Hatta dikkat edin, benim TC‟nin amansızlığı karşısında nefes alış verişimi sürdürmem bile başarıdır. Halk bana “sen sağ kal yeterdir” diyor. Sağ kalmadan da öte ben, günlük olarak siyasi, askeri anlamda son derece yeterlilik sınırlarını zorlayan bir çalışma temposu içindeyim. Düşmanın kendisi bile bunu görüyor ve söylüyor. Eğer kendinizi sıradan bir kişi olarak bile eğitemezseniz, birer miras yedici konumuna düşersiniz. Evde büyük ağabey çalışır, mirası biriktirir, günü gelince küçük kardeş alır, hatta çoğunuzun aklından bunun geçtiğini biliyorum. Geçmişte bir çoğu benim burada tıkandığımı, felçli olduğumu düşünüyordu. Bu, “mirasa konalım, sen orada kal, biz bu işi götürürüz” demektir. Bunlar yanlış hesaplardır. Böyle güç kazanamazsınız. Ben olmayabilirdim de, hatta felçli de olabilirim. Akıllı olan bir seviye edinir ve hareketin, otoritenin bütün yönlerini alarak ona göre pay alır. Ama ortada kaynağımız olan, anamız olan, hazinemiz olan bir otorite varsa, onun esenliğini koruyalım. Çünkü o giderse, kaynak kesilir. Bu arkadaşların hepsi, “sen olmasan biz yaşamayız” diyorlar. Beni en çok tüketen tipler bile “sen orada yaşa, bize ölüm yoktur” diyorlar. Bu da genel bir tavırdır.
Çünkü benim olduğum yerde ağırlık vardır, itibar vardır, imkan vardır. “Sen ne kazandırıyorsun” diyorum, o ise hiç oralı bile olmuyor. “Ben tüketiciyim, ben kurutuyorum, ama sen alttan bana para yolla, kadro yolla, cesaret yolla, savaşçı yolla. Sen bize lazımsın” demenin altında yatan gerçeklik budur. Kendilerinin yaptığı ise; kötü hesap yapma, çıkar için ayarlama yapmadır; fakat “ben hazineyi büyüteyim, kaynağa yol açayım” hesabı yok, işler o noktaya geldi mi ölü gibidir. Fırsat kollar, PKK‟nin nerede itibarı var, nerede olanağı varsa onu kullanmak ister. Kendisi hiç çalışmaz veya çalışsa bile kendine ayarlama biçiminde bir çalışma olur. Tüm bunlar örgüt çalışması değil, bireyin kendi kendisini büyütme ve etkin kılma çalışmasıdır. İçimizde inanılmaz ölçüde bir hastalık var. Geri önderlik hastalığı veya Osmanlı aile hastalığı, buna aşiret hastalığı da diyebiliriz. “Biz böyle oynamak istiyoruz, böyle oynamak hoşumuza gidiyor” diyorsunuz. Tabii bu hoşunuza gider! Çünkü biraz miras biriktirildi mi, onun üzerinde hesap yapmak bir Kürt geleneğidir. Bir tanesi çalışır çabalar, on tanesi de onu miras edinir. O olmasa bile, madem biriktirilmiş “gelin paylaşalım” derler. Diğer bir yönüyle bu, ailecilik mantığıdır. Hepsi çalışabilir, hepsi iyi niyetli olabilir, değer de biriktirebilirler, ama biz iktidarı aile veya kardeşlik tarzıyla paylaşamayız. “Eski arkadaşız” demek de ahbap çavuşluğa girer, öyle de paylaşamayız. Veya birkaç eylem yaptınız diye, “ben etkili oldum, kudretli oldum” da diyemezsiniz ve öyle de paylaşamayız. Çünkü binlerce şehidin, bir halkın emeği var, içimizde yoğun bir miras birikimi var. Sen bunların hesabını didik didik etmezsen, nasıl PKK‟nin adaletçisi olabilirsin? Nasıl PKK‟nin güç dağıtıcısı, yetki dağıtıcısı olabilirsin? Bunu hiç biriniz anlamıyorsunuz? Ailedeki yetişme tarzı veya memur tarzıyla yaklaşamazsınız. Memura bir yetki verilir, onunla sopa sallar. Sizde de otorite anlamında bundan fazla bir şey yok. Diğeri de aile içinde “kardeş çalışmış, paylaşalım” anlayışıdır.
Çünkü diğer değerler belli bir aşamaya geldikten sonra miras olarak paylaşılmak durumundadır ki, siz bunun ötesine geçemiyorsunuz. Ben de iddia ediyorum ki, bizim geliştirmek istediğimiz hareket, aileciliği, memurluğu aşan bir harekettir, bir ulusal harekettir; ailecilik, aşiretçilik değerlerini paramparça eden bir ulusal hareket. Memurluk ve jandarma yöntemlerini paramparça eden bir harekettir. “Sen böyleysen, ben de böyleyim, ben de ulusal orduyum, haydi gelin birbirimize savaşı dayatalım” demek ne demektir? O zaman gelin dayatalım, el mi yaman, bey mi yaman; aşiret oğlu mu yaman, ulusun oğlu mu yaman? “Ben partiyi tanımıyorum” diyor; sen partiyi tanımıyorsan, parti kendini sana tanıtır. Karşı savaşı çok şiddetlendirirsen ben de “alın bunu atın bir köşeye” derim. Bunun dışında başka bir şey bekleyemezsiniz. Devrimci hareketin kanunları vardır, onları çiğnedin mi, çok zorlarsan, savaşı daha da içinden çıkılamaz hale getirirsen kaçınılmaz bir sonun olur. Bütün eğitici çabalara rağmen bir şey veremezsen kaybedersin. “Ben hem rahat yaptım, hem kelleyi
koltuğa almışım” dersen o zaman sana yazık olur. Kendi canınızı bunun için ortaya koymamanız gerekiyor. Yüce dediğiniz bazı değerler var, her gün bunlar üzerinden söz veriyorsunuz. O değerlere karşı böyle yaklaşılamaz ve bu da bir cesaret gösterisi değildir. Yiğitlik, düşmana karşı gösterilmek durumunda, başarılı pratik düşmana karşı sergilenmek durumundadır. İşiniz gücünüz aile içi ilişkileri çekiştirmektir. Bu iyi bir politikacılık değil. Barzani ve Talabani‟yi yorumlasam, bütün yaptıkları ulusal hareketin içinde hiç çalışmadan pay arttırmaktır. Zaten Barzani hükümdar sıfatını bırakmak istemiyor. Talabani, “Veliaht benim, kesin sıra bana geldi” diyor. Onların altında daha alt düzeyde ağalık ve beylikler var. Gel de halkı bunların elinden kurtarmaya, bunları önlemeye çalış! Yeni yetme birçok küçük burjuva oluşum var, bunlar da bir siyaset diye ortaya çıkıyor. Düşman karşısında bitmişler, vurdukları tek bir darbe yok, tek bir kuruş parası yok, ama benimle karşı karşıya geldiler mi, bizi bile bastırmaya çalışıyorlar.
Ben çok mütevazı bir insanım. Geçen yıllarda on üç Kürt örgütü yanımıza geldi. Onlara doğru kararlar çıkartalım, doğru iş bölümü yapalım dedik. Kendi görevinizi de kendiniz tayin edin, ama ulusal harekete çalışalım, bunun protokolünü siz yazın, iş bölümünü de yapın dedik. Sonunda nereye getirdiler? TC‟nin yol açtığı bir eğilim var; bu, devrimci hareketin geçmişini suçlama eğilimidir. Aslında düşmandan değer koparmayı bilen yöntemleri kötüleme, bunun yanında devrimci hareketin yol açtığı siyasi kazanımları bir hırsızdan da beter bir tarzda, hiç çalışmadığı halde, belki de bir koyup bin, on bin, hatta yüz bin alma yöntemiyle kendine mal etme yaklaşımını gösterdiler. Beni de “çulsuz, fakir fukara, amele”, hatta “hamal” gibi kullanmaya kalkıştılar. Kaldı ki ben kendim, halen bir kuru ekmeğe her zaman razı olurum, isterlerse hamal olmaya da varım, ama ortada fakir fukara bir halk, bu kadar kan ter dökenler var, peki onlara ne olacak? Onların adı bile söz konusu edilmiyor. Zaten burjuvazinin, feodalizmin egemenlik sistemi böyledir. Senin yaptığın ise bunun daha silik bir biçimidir, fakat bunu anlamıyorlar. Ama ben biraz iktidar sanatında yol aldığım için iyi biliyorum. Demokrasi, örgütlerin eşit temsili tabii güzel laflar. Peki emekle, savaşla bağlantısı nerede kalıyor? “Oralar kötü, savaş ve terör gibi şeyler zaten sancılı, siz de, devlet de zarar görüyorsunuz” deniliyor. O kadar ucuz kahramanlık, bu kadar keskin akıllılık olur mu? Bırakalım onları, içimizde dahi iktidar savaşçıları var. Geliyorsunuz, ilk günden çoğunuz çok fedakar, ölümüne hayatınızı ortaya koyuyorsunuz. Bana göre bu büyük bir fedakarlıktır. Fakat
ikinci gün bakıyorsun, “acaba emeğimin karşılığı ne olmalı”diyerek ya bire sıfır ya da bire bin istiyor.
Burada dengesiz bir karşılık isteme var. Ne adalet yeterli, ne değer göreni dayatabiliyor, ne de alabiliyor. Aslında her şeyini veriyor, ama hiçbir şey alamıyor. Veya çok az şeyini ortaya koymuş, ama çok şey istiyor. Oldukça dengesizlik söz konusu. Örgütün ölçüleri; emeğe göre değer vermedir. Sosyalizm de herkese emeğine göre bir şeyler verme bilimidir. Bu da örgüte ve siyasete çaba kadar yetki, yetki kadar görev biçiminde yansır. Zaten bir proleter örgütten, “bu kadar mal istiyorum, bu kadar despotizm istiyorum” diye bir beklentiniz olamaz. Benim sosyalist örgütlenmeden anladığım, kendini karşılıksız adamadır. Burjuva ve feodal, yarı feodal örgütlerde bastırma, o oranda da gasp etme olayı yaşanır. Proleter örgütlerde veya sosyalist örgütlenmelerde tam tersine, mütevazı bir yaşam karşılığında bütün yeteneklerini halkın hizmetine sunma vardır. Katılım kanunu budur, böyle başlar, böyle işler. Acaba bu hususları kendi kişiliğinizde işletebiliyor musunuz? İşletemezseniz çok akıllı olduğunuzu mu söyleyeceksiniz? Hepsi aynı; sıkılacaksınız, “ben gittim” diyeceksiniz. Küseceksiniz, ki çoğu kendini bu şekilde yere atıyor, “ben hastayım” diyor. Nitekim toplumumuz bu tiplerle dolu. Bütün bunlar çözüm değildir. Bir önder orta yerdedir, muğlak, hasta ya da psikolojik hasta diyelim, böyle bir tip en fazla ne yapar? Başkaları daha iyisini sunarsa oraya kaçar veya ölür, intihar eder. Bunlar “bu işte iddialıyım” diyenlerin içine gireceği durumlar değildir. İktidar savaşı böyle çözümlenemez. İktidar savaşı, çok zor bir bilimsel çabayı ve uğruna mücadele etmeyi gerektirir. Bir de yeterlilik çok önemlidir. Bir yerde yeterliliği gördünüz, hepinizin yetersizliğini ben de görüyorum. Ne kadar büyük yetersizliklerinizin olduğunu görüyorsunuz.
Ama ben size nasıl hizmet sunuyorum. Kendiliğinizden mi bu bilinci kazandınız, kendiliğinizden mi az çok iktidar oldunuz? Hayır! Kendinize birtakım sıfatlar yakıştırıyorsunuz, ama amansız bir çabanın ürünü olduğunuzu da unutmayın. Tam da burada miras yedicilik değil de, kadir, kıymet bilme şeklinde bir kavramdan bahsetmek gerekir. Bu konularda henüz toysunuz demeyeceğim. Bazıları çok toy, bazıları çok bilinçsiz, bazılarının da kavrayışları sınırlı. Bazıları yeni yeni kavrıyor. Bazı yerlerde de miras yedici, şımarık, ailenin şımarık çocuğu yaklaşımı ve bunun beklentisi içindedirler. Bazısı da keyfi davranıyor, yeni oluşan ulusal hareketi, gerçek doğruları ve onu değerlendirmesini bilmiyor. İşlerden fazla anlamayan bir biçimde sallanıp duruyorsunuz. Bütün bu özellikler şu veya bu oranda var, yönetimlerimizde de var. Yönetenin ve yönetilenin bu kavramın fazla farkında olduğunu sanmıyorum. Buna rağmen sizi, yine de ilerletmek gerekiyor. Sizi daha da çözümleyebilirim, ama siz kendi gerçeğinizi dile getiremiyorsunuz. Siyaset sanatı amansız bir sanattır. Bu sürece kendiniz katıldınız, zorla katılmanız istenmedi. Ben de son derece gönüllü gelişinize hizmet ediyorum. Kanunları var, ortamı var, dikkat edin dedim. İlgi duymanıza karşı da çıkabilirdim; yapma, etme, tehlikelidir, uzaklaş sana göre değil diyebilirdim. Bu da bir yöntem olabilirdi. Ama katılıyorsanız düşmana dikkat edin, bize dikkat edin, bu adımın kendine has özellikleri var. Bu bir hizmettir, sana düşen de bunu kavrayabilmek, bunun hakkını verebilmektir. Bazıları da bunun üzerinde ucuz hesaplar yapıyor. Emeğini götürüp şu, bu partiye satıp karşılığında bakanlık alıyor. Salih Sümer bunun en son örneğidir. Düşünün, onun bakanlığı neye bağlı? HEP-DEP olayının veya genelde halkımızın ilgisinin bir sonucudur, yoksa milletvekili olamazdı. Çok iyi bilindiği gibi kesin o sürecin bir ürünüdür. Kaldı ki onu özel olarak bakan yapmalarının nedeni DEP‟lileri idamla yargılamalarının bir sonucudur. DEP‟lilere idam; Sümer de onların kanununa uyduğu için, ona da bakanlık.
Bu adam yarın halk mahkemesine çıkarılırsa, nasıl hesap verecek? Veya süreç sana Kürt halkının bazı talepleri temelinde yol açtı, sen bu temelde söz verdin konuşmaların var, ne yaptın denilmeyecek mi? Bazıları idam altına alınırken, o vezirliğe yükseldi. Bunun hiçbir ayrımı olmayacak mı? Bunun hiçbir hesap alıp vermesi olamayacak mı? Bir halk bunun hesabını bile sormazsa, o halk ölmüştür. Ya o çok kurnazdır, ya çok büyük ağa, beydir ya da hesap verecek. Halk varsa, iradesi varsa, kendine ihanet edeni en azından sorgulayacaktır. Bu doğru bir iktidar yükselişi midir? Tamamen özel savaşın emrindedir. Bütün köyler boşaltırken, herkes kıyımdan geçirilirken o da vezirdir. Vezir, nezaret etmekten gelir, Kürt halkının katliamı onun gözetimi altında gelişiyor. Bu, doğru bir iktidar yükselişi değildir. Birileri katledilirken onun yükselmesi ihanet temelindedir ve bir gün mutlaka hesap soracak duruma geleceğiz. Halk, “bunu bize sen niye yaptın? Biz seni seçtik, hiçbir şey yapmadan evinde otursaydın, idamımızı seyretmeseydin, katliamımıza göz yummasaydın, ama sen onun bir numaralı veziri oluyorsun” diyecek. Ben size şunu söyleyeyim, bunları unutmayın; sizin de içinizden çıkan ihanetler var. İçinizden çıkan hainleri doğru değerlendiremezseniz, halk yarın size de hesap soracaktır. Onları savunamazsınız, tutamazsınız. Bu halk eğer bir halksa, bir gün birileri onun adına hesap sormasını bilecektir. Her ihanet, yapanın yanında kar kalsa, o zaman o mücadeleyi ne diye veriyoruz? Herkes gelsin, bizi istediği gibi kullansın, götürsün. O zaman bir kocakarıdan farkımız kalmaz. Karşı koyacağız ve buna mecburuz. İyi bir iktidar mücadelesini vermiyor ve kendini de akıllı sanıyor. Yani şunu demeye getirir; “ben nasıl sivrildim? Ben dışarı kaçtım, kimisi içeri girdi, işte ben de buyum” der. Peki bu sağlıklı bir büyüme midir? Elbette ki değildir. Ama o, öyle sanıyor. Bu, haince bir yükseliştir, umarım bir gün bunun hesabı sorulur. Bu örneği bunun için verdim.
Aynı şekilde içimizdeki sivrilmeler de iyi bir iktidarlaşma yöntemi değildir. Kürt gerçeği ortada, büyük bir kısmı böyledir. İçimizde öyle bir mevkicilik, şan, şöhret sahibi olma söz konusu bile değildir. Kendini öyle sananlardan desteğimizi çeksek acaba onlara kim bir merhaba verir? Madem bu kadar “güçlüsünüz”, “şerefiniz”, “onurunuz” var, madem bu kadar “akıllısınız”, “otoritersiniz” o zaman haydi Barzani‟nin yanına gidin; eğer size kahyası yerine bile koyarsa sizi alkışlarım. Size paspasçı görevini versin, yine sizi alkışlarım. Ama bütün gücünüzü, otoritenizi benden alacaksınız, ondan sonra böbürleneceksiniz, “biz ne kadar etkiliyiz” diyeceksiniz! Yapmayın, bu köylü kurnazlığını bırakın. Bu, Salih Sümer‟in yükselişine, Hikmet Çetin‟in otoritesine benzer. Bana bağlı olan otorite demek, gerçekten benden gücünü alan demek bana biraz saygılı olmasını bilmek demektir. Ben sana nasıl hizmet ettiysem, şunu da sana sormaya hakkım var; sen hizmete layık mısın, sana niçin hizmet edildiğini biliyor musun? Yükselen bir hareket var, sen onun içindesin ve onun bir sözcüsü olacaksın. Eğer bunu yapmazsan başına geleceklerden ben sorumlu değilim. Kanun, ulusal hareketin kesin dikkat edilmesi gereken bazı esaslarıdır. Bu da PKK‟dir. Osmanlı geleneğindeki gibi kardeş kardeşi idam eder mi? Kardeş kardeşi idam etmemeli, ama sen de bir halkın iradesiyle bu kadar oynamamalısın. Kaldı ki siyasette, ulusal harekette ailecilik, ahbap çavuşluk, kardeşlik anlayışlarının hiçbir anlamı yoktur. Sadece yoldaşlığın anlamı vardır, siyasi görev içinde olmanın anlamı vardır. Kardeşliği kullanıyor, koca karılığı kullanıyor, özel ilişkiyi kullanıyor, ahbap çavuşluğu kullanıyor, eski-yeni ayrımı yapıyor, şunu, bunu yapıyor.
Bunlar eski hikaye. Kürdün eski oyunlarını oynamaya çalışıyor, ondan sonra da “iktidarda gelişme var, benim kişiliğimde epey büyük bir gelişme var” diyor. İktidar olayı bize gerekli ve iktidar olmayı bilmeliyiz, ama nasıl? Bu, çingene misali olamaz. Çingene paşası gibi, bindiği dalı kesmek biçiminde olmaz. Başında olduğu kaynağı kurutmak da iyi bir iktidar sanatı olarak değerlendirilemez. Tek doğru dürüst kadro yetiştirmeyeceksin, örgütü geliştirmeyeceksin, bir ordu birimini oluşturamayacaksın, ama adın çok tanınsın, çok çıksın isteyeceksin. Bu mümkün değildir ve artık bunların modası geçti. Size doğru örgütsel iktidar işleyiş esaslarını sunamıyorsam, anlaşılır değilse söyleyin. Kendi doğrularınız, kanunlarınız kaç para ediyor, kendi kişiliğiniz kaç para ediyor? Ölçün, biçin ve göreceksiniz ki, düşman bile sizin kadar bize ağırlık teşkil etmiyor. Öyleyse bana istediğinizi yapabilirsiniz. Benden daha güçlü otoriteyseniz bunu kanıtlayın, işte düşman karşınızda. Düşman karşısında yöntemlerinizle, taktiklerinizle örgüt içinde bir hiçsiniz, ama örgüt değerlerine konmaya gelince onlara gözü kara bir şekilde konuyorsunuz veya bir hamal gibi yaklaşıyorsunuz. Bunları asla kabul etmiyoruz. Bunu, özellikle kendisini bir türlü geliştiremeyenlere söylüyoruz. Bir çoğunuz ağır, hantal, sağına vursan solunu gösterir tiplersiniz. Böyle de olmaz. İktidar olayında bu tip tutumlara yer yoktur. Biz ulusal hareketin iktidarını geliştirmek istiyoruz. Bunun için bir ölüm kalım sürecindeyiz. Bu süreç, hem felsefik hem de siyasi anlam verdiğim bir ölüm kalım sürecidir. Ruhsal açıdan da moral bulma sürecidir. Sen bunları hiçe sayacaksın, ondan sonra da “kafamı şöyle vururum” diyeceksin. Bu ne demektir? Sende biraz saygı varsa, bu kişiliği dayatabilir misin? Bu bencilliğin, bu ölçüsüzlüğün, bu hamallığın nedir? Bunları halen aşmadınız mı? Dürüstsünüz, söz vermiştiniz, o zaman doğruyu biraz kavrayın. Kimseye sille tokat girişmiyorum, kötü yaklaşmıyorum diye mi böyle yapıyorsunuz? Yeni bir Çeçen başkanı çıkmış, suçlu, suçsuz herkese karşı ilginç bir cinayet yöntemi var. Bir mahzene kellesi kopuk leşleri, bir yere de kelleleri topluyor. Birkaç yıldır öyle idare ediyormuş. Üç, dört yıllık iktidar deneyimi de var.
Bu bir eski aşiret, kabile usulüdür. Siz de geri tarzda savaştırdınız, birçok gerilla bu geri tarzınızdan dolayı imha oldu. Bunun ardından gerillayı geliştirdiniz mi, üstün gerilla birliklerini oluşturdunuz mu, onlara moral verdiniz mi, yeni adaylar bulup çıkarabildiniz mi? Yok. Benim gönderdiklerimi, bana umut bağlayanları imhaya gönderdiniz. Bunun dışında sizin ciddi bir eyleminiz yok. Bunu tek tek kanıtlayabilirim, fakat bunlardan çıkaracağınız sonuç nedir? “Bizi anlamadı, ben kendimi iyi ayarladım, suçum aslında anlaşılmadı” diyenler var. Her gün bir tanesini bir yerden çıkartıyorum. Şunu demek istiyorum; ben dolaylı eleştirdim, senin üzerine açık gelmedim. Ama ben, git beterin beterini başımıza getir demedim. Devrimciler onurludur, başkalarının itibarlarını kırmamak için, çok zorunlu olmadıkça tek acı bir söz bile söylemezler. Ben de size bu temelde yaklaştım, ama siz geriliğinizi konuşturdunuz, hem de oldukça alçakça bir biçimde. Bu durumda seni niye görmek isteyeyim, nereye istiyorsan oraya git. Örgüte saldırdığın zaman asla seni kabul etmem, içimizde bir dakika bile tutmam. O zaman af dileme, biraz saygılı ol. Ben daha ölmedim, ben öldükten sonra arkamdan her türlü numarayı çevirebilirsiniz. Ama henüz kolum bazı yerlere ulaşıyor ve herhalde biraz etkinliğimiz de var. Bu etkinliği hesaplayın ve adımınızı ona göre atın. “Çocukluk yapacağız, psikolojik hastalık dayatacağız, kendimizi ölü gibi, yarı ölü gibi yapacağız” dersen, ben de sana bu yöntemini git anana dayat derim. Bunları yutmam, bu yaramazlıklarınıza boyun eğmem asla söz konusu olamaz. Eminim ki, ezici bir kesiminiz böyle yapıyordur; ölü gibi kişiliklerini dayatıp, çalışmıyor, kendilerini bile eğitmiyorlar. Bu, bir intihar yaklaşımıdır. Bunun yaşamla hiçbir ilgisi yoktur. Sadece dilediği gibi bir yaşam istiyormuş. Dilediğin gibi yaşam ne yaşamıdır? Düşmana karşı kendini ayaklandırmayan kişi yaşamayı bilir mi? Size yaşamın tanımını yaptım, yaşamın felsefesini ortaya koydum. Bunlar çok önemlidir. Ama siz yine kendinizi bildiğimiz veya gördüğümüz tarzınızla yaşatın.
Fakat o yaşamı da düşman bitiriyor, onu da kanıtlamışım. Senin bildiğin tarzda yaşamak, düşmana hizmet temelinde yaşamaktır. İktidar bilimi, özgürlük bilimi, bunu kabul etmiyor. “Bildiğimiz gibi olsun, bir gün paşa gibi yaşayalım da, düşman gelsin, ölürüz” demeniz için sizi dağa çıkartmadım. Benim tarzım apayrıdır. Sen silahı benden aldın, sözünü de bana verdin, öyleyse bunlara bağlı olmayı bileceksin. Sizde keyfiyet, kendini konuşturma değim olaylar müthiş gelişmiş. “İstediğim gibi savaşır ölürüm, bu can benim değil mi, nerede neyi patlatırsam patlatırım sana ne” diyemezsiniz. Sen bu canı bu temelde adamadın. Örgüt normları var, örgütün kural ve kaideleri var, taktiği var, bunları esas alacaksın. Yani canını öyle kolay vermek bile akıllı bir şey değil. Biz yaşam hareketiyiz, sanırım şimdiye kadar bundan bir şey anlamamışsınız. O halde böyle ölü gibi yaşamak, yaşamak mıdır? Dağda yaşamak biraz örgütsel, eğitsel olmayı gerektirmiyor mu? Orada en eski arkadaşlarımız var, fakat insanlar o kadar eğitimsiz bırakılmış. Hiç eğitmeden yaşanılabilir mi? Nasıl yaşayacaksınız? Sizi neden öyle yaşatalım ki? Git düşmanın bir bekçisi ol, bu daha değerlidir. Düşmanın bekçisi olmanın kıymetini bilirim, ama dağda eğitimsiz, örgütsüz bir bela gibi yaşamaya yaşam demem. Siz daha yaşamın ne olduğunu bilmiyorsunuz, hiç biriniz bunu anlamadı. Düşman sana o kadar zorbalık da yapabilir. Peki sen düşmana etkili bir darbe vurabildin mi? Ben sana silah verdim, bu silahla intikamını aldın mı? Senin emrine parti verdik sen bu partiyi düşmana karşı savaştırdın mı? Yok, o halde insan kendini biraz doğru tanımlamalıdır.
Bazılarınız uzun süre zindanda kalmış ve sıkılmış, bunun için biz de diyoruz ki, amansız vurun. Kaldı ki bırakalım arkadaşları, gerekli olan her şeyi ben her gün veriyorum. Bunları bütün yönleriyle kavramaya, varsa çelişkileriniz onları çözmeye çalışmalısınız. Ben size zindana girin demedim ve zindandaki uygulamaları size ben dayatmadım. Bana kalsaydı, kolay kolay zindana girmezdim. Zindana giren birisi de direnmesini iyi bilir. Özellikle özgürlük silahına bir kez daha kavuştu mu, en iyi savaşan kadro o olur. Bana göre zindan kadrosu eğer tutarlıysa, kendini bela yapmak istemiyorsa, PKK‟de en amansız kişilik olması gerekir. Ben bunun dışında zindan tanımı yapamam. Bunu ilk günde de söyledim. Ben de altı ay zindanda yattım, bir dakikalık tokat yedim. Aldığım bir sonuç var; asla bir daha zindana girmemek ve bunun intikamını almak. Bir dakikalık tokat ve altı ayda zindanda tutuldum ve bir daha girmemeliyim dedim. En önemlisi de kendi kendime, intikam almanın hesabını yap dedim Doğru olan bu değil mi? Düşman bu kadar vuracak, siz geleceksiniz “ben partileşemem” deyip partiyi boşa çıkaracaksınız; bu düşmanın rehabilitesine ses vermedir. Tam düşmanın istediği gibi birisi olup çıkmadır. Yani böylelikle düşmanın politikası tamamen uygulanmış oluyor. Örgütlenmemek, partileşememek demek; düşmanın kişilikte kazandığı zafer demektir. Çünkü en fazla savaşan örgüt PKK‟dir. Sen bu silahla savaşamıyorsan, düşman sana her şeyi kabul ettirmiş demektir. Belki de bir ajansın. Örgütlenemiyorsan, savaşamıyorsan, iki de bir örgütlenmeye gelemiyorsan, tüm bu işlere en küçük bir ilgi duymuyorsan, o zaman sen zindanda kurulan, “önderliği” bile olan farklı bir “PKK” örgütündensin! Bunun böyle olmadığını ancak amansız partileşmekle kanıtlayabilirsiniz. Bana göre bir dakika bile küfür yemek, dayak yemek amansız intikam için yeterlidir, artar bile. Benim hayat felsefesinden çıkarttığım tek sonuç bu ve doğrusu da budur! Madem düşman bu kadar sana çektirdi, senin de örgütten isteyeceğin şudur; “ben daha iyi ve daha etkili savaşmak istiyorum, daha etkili hesaplarım, kitaplarım var, buna göre parti olanak sunsun.” Doğru yaklaşım budur.
Düşman size dayatmış, vurmuş, siz de partiye dayatıyorsunuz. Anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Kaldı ki ben günlük olarak hepinizi eğitiyorum. Bütün taktik incelikleri her gün size sunuyorum. Eğer çelişkileriniz varsa birlikte yoldaşça çözelim. Mücadeleden de vazgeçebilirsiniz, ama bu da yoldaşça olmalıdır. Bana ne entrika, ne şantaj, ne provokasyon yapın; yüreğinizde dua edin, bu da yeter. “Biz Kürt yaramazlığını konuşturacağız” derseniz, ben de size söylüyorum; ben öyle bir Kürt‟üm ki, asla buna cesaret etmeseniz iyi olur. Anamın örneğini hatırlayın, hiç kimse bana, “ben dökülmüş bir haldeyim, lümpenim, serseriyim, kabadayıyım, delirmişim, bilmem neyin oğlu, neyin kızıyım” diye kendisini dayatmasın. Ben sapasağlam ayaktayım. Anama daha on yaşındayken, anlamlı bir şey yaptım, hesabını verdim ve çıktım. Herkesle hemen hemen böyleyim. Biraz bizi anlayacaksınız. “Zindandan çıkmışız, bize dokunmayın” şeklindeki bebeklikleri bırakalım. En zorlu görevi biz yürütüyoruz ve bin defa şükredin ki, size bu özgürlük ortamını sunmuşuz. Bana kimse emrediyor mu, bana kimse bir kuruş verdi mi? Bunu emekle yapmadım mı? Bu diyarlarda tek bir olanak var mıydı? Hepsini böyle tırnakla söküp almadık mı? Bu yoldaşlık değil de nedir? Bu halkın güvenini size sunmadık mı? Bu halkın güvenini, bu örgütlenmeyi yaratarak size yaşam imkanını açmadık mı? Size, yemenizden, içmenizden tutalım silahınıza kadar, hepsini bulmakla düşmanınıza karşı koyma olanağını sunmadık mı? Bütün bunlar yalan mı, bunları hiçe mi sayacaksınız, bütün bunların gökten indiğini mi sanıyorsunuz? İnsan biraz hesabını kitabını iyi yapmalıdır. Ölçüyü kaçırıyorsunuz, ailecilik yapıyorsunuz, Kürt aymazlığını, kafa karışıklığını yaşıyorsunuz, bir de kendinizi kurnaz sanıyorsunuz. Bizi çok daraltıyorsunuz, anlamazlıktan geliyorsunuz. Kendi bildiğinize veya zavallılığınıza çok sevdalıca bağlanıyorsunuz.
Artık bunlar aşılmalıdır. Yaşadığımız tarihi süreç bu yönüyle sizin için de bir çözümleme, kendini yeniden yapılandırma imkanıdır. 15 Ağustos Atılımı‟nın onuncu yıldönümünü yaşıyoruz. Bu kadar şehit var, bu kadar acı var, bu kadar korkunç çabamız var, hepiniz bundan sorumlusunuz. Tekrar sizi böyle bir imkana kavuşturmamıza şükredin ve bu sefer kendinizde en anlamlısını yapma kararlılığını geliştirin. Bu en doğrusudur ve son derece gereklidir. Başka türlü iflah olunmaz, başka türlü Türkiye için de en küçük namuslu bir pratik adım atılamaz. Türkiye devrimcilerinin anısına da bunu yaptık, bütün Kürdistan şehitlerinin anısına da yaptık ve doğrusu buydu. Saygı gören, desteklenen bu oldu. Bunları, sizin durumunuzu fazla abartarak söylemiyorum. Bunları genel bir yaklaşım temelinde belirtiyoruz. Bunları, özellikle ulusal hareket içinde, parti içinde, doğru mücadele, doğru iktidarlaşma, eskinin, yeninin doğru katılımının nasıl olması gerektiği ve bu özellikleri kazandırmak için belirttik. Umarım bir şeyler öğrenirsiniz. Öğrenmek için de kendinizi yetkin kılın. Özellikle böylesine önemli dönemeçlerde kendinizi yanılgılarınızdan kurtarın. Bizi güç duruma düşüren birçok hususlarınız var. Bunların üzerine cesaretle gidin. Yenilikler başlangıçta insana zor gelir, ama insan ancak bu yeniliklerle büyüyebilir, ulusal hareket kesinlikle bununla mesafe alabilir. Sizi ancak partileşmek güçlendirebilir. Bunun dışında yol, yöntem görmüyorum. Olsaydı, ben size sunardım. İmkanımız, çaremiz budur, buna layık olmayı bileceksiniz. Verdiklerimiz aynı zamanda partileşmenin esaslarıdır. Benim partileşmeden anlayabildiğim budur. Fakat siz halen işin ciddiyetinin farkında değilsiniz. Kürt insanı ayrı bir kişiliğe sahip. Ruanda‟da da Tutsi aşireti önce vurdu, sonra vuruluyor. Onlar için de o bir çözüm. Bizimkiler Ruanda‟daki Tutsi aşireti kadar bile kaçamıyorlar, vuramıyorlar, vurulamıyorlar. Bizimki daha sancılı. Bunlar benim hayret ettiğim noktalardır. Sizdeki duygular, tutkular yanlış mı? Duygularınız, düşünceleriniz niye böyle? Bunu kavrayamıyorum. Yaşam eğilimleriniz niye böyle? Hangi yaşamın esirisiniz? İnsan bazen bunun karşısında ürküyor.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (45.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER