ÖNDERLİK GERÇEĞİ-3.BÖLÜM
Nedir hassasiyet, insan nasıl hassas olur? İnsanı hassas olmaya götüren şey nedir? Kürdistan gerçeğini ele alın. Ülkeniz yok. İşgal altındadır. Bunu görüyorsunuz değil mi? Toplumsal gerçekliğiniz tahrip edilmiş durumda ve üzerinizde korkunç bir imha ve inkâr sistemi var. Gerçek çok çarpıcı bir şekilde ortadadır. Ve öylesi bir şeye karar veriyor. Ki düşman sizi yok etmek istiyor. Bunu boşa çıkartmak bir duyarlılık gerektirir. O zaman yaşama saygının en yüksek ölçütü kesinlikle duyarlılıktır. Duyarlılık yaşama saygı demektir veya yaşama saygının ön koşuludur. Duyarsız olan yaşam karşısında saygısızdır. Yaşam eğer kutsalsa o zaman bu duyarsızlık kutsal olan karsında olan bir duyarsızlık anlamına geliyor. Duyarlılığı biraz daha o çerçevede ele almak gerekir. Halk arasında bir söz var: “Kendi gözündeki merteği görmez, ama başkasının gözündeki çöpü görür.” Önderlik şöyle ifade ediyordu: “Tehlike sizin gözünüz önünde koca bir mertek haline gelse bile görmüyorsunuz.” Yani o duyarlılığınız yok. Demek ki duyarlılık, hassasiyet dediğimiz olgu gerçekten de Önderliğin en temel özelliklerinden biri olarak ortaya çıkar. Hassasiyet duygu gücüdür. Duygularınız da yetkinliğe bağlıdır. Derinliğe bağlıdır. Onların kazandığı doğrultuya bağlıdır. Eğer bunlar varsa siz en üst düzeyde duyarlılığı mutlaka sergilersiniz. Duyarlılık ile duygu arasında doğrudan bağ vardır. Duyarlılık, duyguların en üst düzeyde seyrettiği hallerde en görkemli halini ortaya koyar. Bu aynı zamanda duygusal zekanın en üst düzeyde gelişimi, kişinin duygu dehası haline gelmesi ve buna paralel olarak kuşkusuz aynı şekilde duygusal zekayla, analitik zekanın el ele vermesi demektir. Çocuk bir analitik zeka gücü olamaz. Ama bazen çocuğun hissettiği öyle şeyler vardı ki, büyükler bile hissedemeyebilir. Çocuk kesinlikle duygusal zekanın ağır bastığı bir varlıktır, güçtür. Onun için çocukluk özlemleri, istemleri denir ya. Bunlar aynı zamanda duyguların da ifadesidir. Onlara ihanet etmemek önemlidir. Onlar çocukların duygularını ortaya koyar.
Önderlik “ben hiçbir zaman çocukluk özlemlerime, hayallerime ihanet etmedim” diyor. Demek ki her çocuğun hayalleri vardır. Ben çocukluğumu hayalsiz yaşadım, denemez. Ama çoğu çocuğun ya da ezici çoğunlukla çocukların içine girdiği durum kendi hayallerini gerçekleştirecek zeminin olmadığını görerek, zamanla hayallerinden uzaklaşmalarıdır. Hayallerinden uzaklaşmak, sistemin içine girmektir. Hayallerinde ısrarlı olan bu hayallerinin katili olan sistemin içine girmez. Bunlar da bir gerçektir. O açıdan önderlikler, başlangıçta duygusal zeka yanı ağır basan Önderlikler olarak doğarlar. Önderlikler başlangıçta belki de duygu dehası olarak doğarlar. Önderlikler birer dehadır, dahidirler. Onlarda bir deha vardır, yani duygusal ve analitik zekanın gelişiminde zirveleşmeyi ifade ederler. Ama bunlardan öncelikli olanı, kesinlikle duygu dehası boyutudur. Önderlikte de başlangıçta ön plana çıkan budur. Baba da şey yoktur. Baba da temizlik, saflık, arılık var. Ama baba aynı zamanda bir güçsüzlük sembolüdür. Bu anlamda ele aldığımızda bir Kürt halk gerçekliğinin müthiş sembolü gibidir. Yani güçten düşürülmüş, çaresiz kılınmış Kürdün sembolüdür. Eğer iyi bir yol bulabilirse veya imkan bulabilirse bu durumu değiştirebilecek büyük davalara da katılmaya hazırdır. Önderlik babasını böyle tanımlıyor. Yani fırsatı olsaydı böyle soylu davalara katılabilirdi. Benim ilk gözlemim oydu. Önderliğin babası yanılmıyorsam 1977’de vefat etti. Daha sonra yaşasaydı tutumu değişik olabilirdi. Önderlik “ babam gerçekçiydi” derdi. Önderliğin babası Önderliğe “Oğlum ben ölürsem, her halde bir damla gözyaşı bile dökmeyeceksin” derdi. Önderlik ise “ben ağlamadım, hiç göz yaşı bile dökmedim” diyordu. Ama şunu söyleyeyim. Önderliğin babaya yakınlık duygusundan tümüyle uzak olduğunu, onun ana, baba şeyini fazla tanımadığını söylemek de kesinlikle doğru değildir.
Önderliğin 1977’de çekilmiş bir fotoğrafı var. Muhtemelen Pilot gizli çekmiş. Siyah bir kazağı var. Yüzünde sakalı var. Böyle genç bir resim. Boğazlı kazak ve sakalını tıraş etmemiş, belli oluyor. Bir haftalık bir sakal. Önderliğin babası vefat ettiğinde Önderlik sakalını bir hafta kesmedi. Yani şöyle denemez: “Ya nedir baba, nedir ana, sonuçta siz o tür analık, babalık olgusunu yerli yerine oturmak için bu mücadeleye geliyorsunuz. Yani bu mücadelenin gerekçesi olur. Oradan çıkıyorsunuz ve bunu evrenselleştiriyorsunuz, genele yayıyorsunuz. “Analık olgusu Önderlikte temel çıkış noktasıdır, ölçüdür. Ananın namusunu ve onurunu korumak önderlikte temel çıkış noktası olduğu kadar bütün eylemin özüne damgasını vuran gerçektir. Dar anlamda bu bilinen namus anlayışı değildir, onun ötesinde bir şeydir. Ananın namusunun cisimleştiği zemin hangi zemindir? Ananın toplumu kendi etrafında çekip, çevirebildiği, toplumsal gerçekleşmeye damgasını vurduğu zemindir. Eğer ananın namusunu, onurunu korumak istiyorsan, anayı yeniden ana tanrıça tahtına oturtacaksınız. Namus budur. Önderlik bu anlamda mesela analık değerlerine, babaya bağlıdır. Ama bireysel anlamda babamı şey edeyim bunu şöyle yapayım, böyle yapayım demez. Mesela gören Önderliği bir zalim sanabilir. Önderlik “Ben memur oldum,Diyarbakır’da ilk maaşımı aldım. Cebimde paramda vardı. İlk defa para kazanıyordum, cebimde para da vardı. Annem ben den yedi metre basma istedi, ben almadım.” Niye almadım? Önderlik annesine “sen ben den niye basma istiyorsun. Başka bir şey iste. Ben den bir ülke iste, ben den bir toplum iste, bir ulus iste, bir mücadele iste, ben den bir liderlik iste, ben den büyük bir insan haline gelmemi iste; sen gözünü dikmişsin yedi metre basmaya.” Bu yüzden önderlikte para olmasına rağmen annesine basma almıyor. Zalim gibi görünebilir, ama değildir. Önderlik bu anlamda çok farklı bir kişiliktir.
Baba aslında Kürdün çözümsüzlüğünün ve çaresizliğinin sembolüdür. Tüm dürüstlüğüne, saflığına, iyi niyetine, emekçi karakterine rağmen sergilediği gerçeklik budur. Önderlik somut olaylarla anlatıyordu. Önderlik “ babam bir haksızlığa uğradığı zaman yaptığı ilk iş damın üzerine çıkmak ve ağzına gelen bütün küfürleri sıralamak olurdu. Bazen kavga ediyordu, kavgada babamın sırtı hep yerdeydi. Bu sefer babam altta, köylü üstte. Babam alttan bana bağırıyordu. Oğlum Abdullah, git içeride bizim bıçak var. İşte oradadır, git bıçağı al gel. Ben ne yapacaktım, utanıyordum. Babamın o kavgacılık tarzı gerçekten de beni utandırıyordu. Ben kavga etsem, kavgacı olsam bile asla böyle kavga etmeyeceğim. Sırtım hep böyle yerde olmayacak” diyordu. Öğretmenliğin iki özelliği var. Yaşamda doğruyu öğreten öğretmenlerimiz vardır. Bir de yanlışlarda çoğu zaman sizin için öğretmen işlevi görebilir. O anlamda insanın öğretmenleri çoktur. Yanlıştan da ders çıkartılabilir. Onu yapmamak da bir öğrenme biçimidir. Mesela benzer bir kavgacılık biçimini sergilememek bir öğrenme biçimidir. Önderlik o açıdan bu durumu babasını o kavgacılık tarzını çoğunlukla bizim kavga tarzımızla benzeştirirdi. Sizin kavga tarzının içinde yeniliği taşıyan sonuçta hep kaybetmeyi kendi içerisinde barındıran tarz özünde babamın tarzıdır. Tabi ki baba bir aşağıla gerekçesi olarak kullanmıyordu. Önderlik bazen “keşke benimde başkalarının ki gibi bir ailem olsaydı” derdi. Başkalarının ailelerinde ne var? Kendince bir düzen var. Bu düzen ne ile sağlanır? Otorite ile. Otoriteyi kim test eder? Genellikle evin erkeği, baba temsil eder.
Önderlik “bizim evde belli bir otorite yerine sürekli otorite çatışması vardı. Anne, baba kavgası. Baba evde otorite tesis etmek istiyor, ana ise bunu reddediyor ve kendi otoritesini kurmak istiyordu. Bu iki otoritenin çatışması evde sürekli bir kavga ortamını çıkarıyor” diyordu. Görünürde çocuğun düzen, sükûnet, huzur istemesi doğal gibi görünebilir, ama zamanla bu durumun kendisinin bile bir olumsuzluktan çok aslında bir olumluluğu ifade ettiği ve Önderliğin bundan muazzam ölçüde sonuçlar çıkarttığı rahatlıkla söylenebilir. Yegâne otorite olarak erkek otoritesinin, baba otoritesinin hakim olduğu yerlerde inisiyatif kolay kolay gelişmez. Çocuk genellikle inisiyatifsiz kalır. Çoğunlukla çocuğun gelişimine ket vurulur. Baba ne isterse ya da evdeki otorite ne isterse o otoriteye bağlı olarak şekillenme ortaya çıkar. Mesela çocuğumuzun ailesinde sanıyorum böyle bir durum vardır. Babaya göre şekillenme ortaya çıkıyor. Ama Önderliğin ailesinde ise iki otoritenin çatışması ve bunların da birileri üzerinde hakim olamaması aynı zamanda bir denge ortamında bir boşluğu doğurur. Önderlik dolayısıyla iki otoritenin çalıştığı ve bununda bir otorite boşluğu yarattığı bir zeminde üçüncü bir güç olarak doğma imkanı vardır. Önderliğin başlangıçta bir zayıflık ve olumsuzluk olarak değerlendirdiği bu durum Önderliksel çıkışın, çocuğun kendisi için bir yol çizmesinin zeminini de ortaya çıkarıyor. Önderlik kendi yolunu kendi çiziyor. Babanın dayattığı bir yol var. Yol kavramı önemlidir. Yol bir hedefi gösterir. Öncelikle sizi bir hedefe götüren bir şeydir. Bir hedef, bir amaç olur. Yol bir amaca işaret eder. Yol bir yürüyüş haline, bir eylemliliğe işaret eder. Yolsuzluk aynı zamanda amaçsızlık demektir. Amaçta yoksulluk, yol durumunun olmamasıdır. APO’culuk bir yoldur. Devrimcilik bir yoldur. O açıdan her dinde, her mezhepte, çoğu düşünce sistemlerinde öncelikle yol netleştirilir. Baba kendi yolunu dayatıyor, hakim olan bir yol değil. Anne kendi yolunu dayatıyor, o da hakim olan bir yol değil. Önderlik kendisine onların çizdiği veya onların dayatırken bile hakim kılamadıkları yollar yerine, kendisine yeni bir yol, yeni bir gelişme yolu çiziyor.
Önderliğin güç olarak ortaya çıkışı, elbette üçüncü bir güç olarak doğuşu aslında aile içerisinde iki otoritenin çatışmasından doğan bu denge durumundan, otoritelerin birbirine üstünlük sağlamaması ortamında doğan bu denge durumundan yararlanarak çıkış yapıyor. Anne farklı bir kadındır, Üveyş ana. Öncelikle aile içerisindeki kadınların genel özellikleri biraz öyledir. Erkek otoritesini kabul etmiyorlar. Yani erkeğe karşı tavırlı olan, tutum sahibi olan, kolay kolay erkek otoritesine giren, ona boyun eğmeyen özellikler arz ediyorlar ve bu özellikler Üveyş anada çok daha belirgindir. Üveyş ananın anne tarafı öyle sanıyorum Türktür. Hatta Önderlik aşiretin adını söylüyor. Kendi kendine ölmeyi doğal kaderin sonucu olarak ölmeyi mundar olmak sayan bir aşiret geleneğinden de geliyor. Kavgacı bir aşiret oluyor. Önderliğin anne tarafının kabilesi. Haksızlığı boyun eğmeyen bir kadın, sadece aile ortamı içerisinde değil genelde haksızlığa boyun eğmeyen bir kadın. Babanın çaresizliğine karşılık anne çok daha direniyor. Mesela Üveyş anayla kavgayı göze alan çok az sayıda insan var. O açıdan da tuttuğunu koparan bir kadın olarak da tanımlanabilir. Ve Önderliğin anneyi tanımlarken ana tanrıça kültünün son kalıntısı biçiminde tanımlaması da gerçekten çok büyük önem taşıyor. Ana kadının veya ana tanrıça kültü kadının gücünü simgeler, kadını gücünü anlatır. Kadının toplumda esas güç olduğunu, toplumu etrafında çekip, çevirdiği ve erkeklerin etrafında genellikle döndüğü toplumsal gücü tanımlar. O güçten bazı özellikler taşır ve bazı kalıntıları kendisinde barındırır. Aslında güçten uzaklaşmıştır, ama bazı özellikleri hala vardır. Erkeğe boyun eğmek istememesi, kolaylıkla erkeğin otoritesine girmemesi annenin bu özelliğine işaret eder. Hak arama kavramı veya hakkı olanı elde etme kavramı çok büyük önem taşır.
Önderlik bize hep şunu söylerdi: “Hakkınız olanı mutlaka alacaksınız. Arkadaşınızdan alacaksınız, toplumdan alacaksınız, nerede bulursanız yani nerede varsa hakkınızı oradan alacaksınız. Yanınızdaki arkadaşınızdan bile hakkınızı alacaksınız. Ama doğru temelde bir hak kavramı. Bunun içinde kendinize güveneceksiniz.” Önderliğin, anasından öğrendiği derslerden biride budur. Önderlik diyordu: “Ben fiziksel olarak belki onlar kadar güçlü değildim, ikincisi çocuktur, üçüncüsü tektim. Köyün bazı yaramaz çocukları vardı, zaten işleri güçleri kavgaydı. Çocukları dövüyorlardı, ben de dayak yiyordum. Dayak yediğimde gözü yaşlı anamın yanına gidiyordum. Ana beni dövdüler bana sahip çık, diyordum. Anam beni kolumdan tutarak kapıdan dışarı atıyor ve intikamını almadan bir daha bu eve adım atamazsın.” ’Düşünün arkadaşlar Önderlik son savunmasında” “Tanımlanmak İstenen Bir Kimlik” bölümünde bile Cumo’nun adı var. Şevket’ten bahsederken Cumo’dan söz eder. İlk gerilla eylemini verdiğim çocuk der. Mesela bir tanesi o, başka bir tanede Mıho var. Onlar kavga ettikleri ve çoğunlukla kavga ederken de kendilerine karşı kaybettikleri çocuklar oluyor. Annesine söylediğinde ise annesinin tutumu “git kendi başının çaresine bak, intikamını al” oluyor. Ben diğer arkadaşları bilmiyorum, ama bizim köy yerlerinde olurdu. Bizde de zaman zaman kavgalar olurdu, dayak yerdik veya köyde çocuklar dayak yerdi. Dayak yiyen çocuklar gider annelerine, babalarına şikayet ederlerdi. Anaların, babaların yaptığı ilk işte gidip dayan atan çocukların ailelerine küfürler, hakaretler yapmak olurdu. Köy kavgalarının çoğu bundan çıkardı. Çocuk kavgaları köy kavgalarına dönüşürdü. Üveşy ananın böyle bir yolu tercih etmemesi bile son derece büyük önem taşır. Bu toplumsallığın zayıflığına da işaret ediyor. Çoğunlukla çocuk hep birilerini güç olarak görür. O güce sığınır ve o gücün vesayeti altına girer ve bir vakfe olarak onun kendisini savunmasını bekler. Bu vesayet kavramı gerçekten önemlidir. Bağımlılığı ifade eder. Yeterli değilsiniz sizi koruyacak birileri vardır. Çocukta da böyle bir algı olabilir.
Başlangıçta zayıf bir vasi bulmak zorunda, bir vesayetin altına girmek zorunda. Ama Önderlikteki anne gerçeğinde bu vesayetin reddedilmesi söz konusudur. Ayakta kalacaksan, kendi gücünle ayakta kalacaksın, kendi ayakların üzerinde duracaksın, başkasından yardım dilemeyeceksin, kendi intikamını kendin alacaksın. O gücü kendinde oluşturacaksın. Bu çok derin bir yaklaşım öyle sıradan bir şey değildir. Önderlik “anamın tutumu bana ilk başta zalimce geliyordu. Diğerleri tam bir serseri, beni serserilerin içine atıyor. Ben nasıl onlardan intikam alacaktım, onlarla kavga etmem bile mümkün değildi. Ama annemin kararlılığını gördükten sonra kaldı ki kavga etmezsen, intikam almazsam annem ekmek bile vermeyecek. O zaman ne yapmam gerekir? Mutlaka onlardan intikamımı almam gerekir. Ondan sonra Cumo’yu izlemeye aldım. Cumo’yu tanımaya, zayıf noktalarını çıkarmaya karar verdim. Ona saldırmak içinde, onu bozguna uğratmak içinde en uygun koşulları değerlendirmeye çalıştım. Bir sefer o koşulları gerçekten yakaladığıma inandım. Bir gün o benim farkımda değildi. O aşağı tarafta ben ise onun yukarısındayım. (üstü uzun fistan gibi altında da şalvar gibi kıraslar var.) Kırasımın içini taşlarla doldurdum, bir de fırsatı kollarken baktım yakında bir adam duruyor. Ben çok sıkışırsam adam beni koruyabilir diye düşündüm. Ondan sonra başladım. O hiç farkında bile değilken, kendini savunma imkanı bile vermedim. Ben taşlıyordum o kaçıyordu. Birçok taşı da isabet ettirdim. En sonunda ahıra kadar kovaladım, kaçtı ahıra, arkadan kapıyı kapattı. İyi bir darbe vurdum Cumo’ya. Bir daha da benimle kavga etmedi. Benzer şeyi Muho içinde yaptım” diyor. Şu çok önemlidir.
Önderlik onu bir gerilla savaşı olarak tanımladı. Bir Halkı Savunmak kitabında da var. Kendisine karşı ilk gerilla savaşımını verdiğim çocuk, der. Şevket Onküçü. Orada ne var? Durum değerlendirmesi var. Durum değerlendirmesi nedir? Önce onun gücünü bilmektir. İkincisi, zayıf noktalarını bilmektir. Üçüncüsü, düşmanı vururken ansızın yakalamaktır. Gerillanın temel özelliklerinden biridir, aniden ortaya çıkıp vurmak. İkincisi eylemden mutlaka sonuç almak yani yarım bırakma yoktur. Üçüncüsü, bir eylemi yaparken sadece kendi gücünden de ötesinde dayanabilecek başka güçlerde bulabilmek yani müttefikler ortaya çıkarabilmek. Köyde olay yerine yakın yerdeki bir erkeğin, bir köylünün varlığı kendisi için bir doğal müttefik durumu arz ediyor.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER