SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (43.BÖLÜM)
III - Daha önceki kısımlarda da değinildiği gibi, dinler tarihinde önemli bir aşamanın başlangıcında, peygamberlerin atası olarak gösterilen Hz. İbrahim ortaya çıkmaktadır. Onun kişiliği, yaşadığı dönem ve temsil ettiği eğilim; Babil’de Sümerlerin politik gücünün yıkılması ve Amorit kökenli süreci şahsında en iyi temsil eden Hammurabi –Nemrutlar– çağının başlamasıyla yakından bağlantılıdir. Bu süreç kölelikte zorun çok şiddetli ve sistemli uygulanma dönemidir.
Daha sonra Asurlu hanedanlar bunu doruk noktasına vardıracaklardır. Mısır’da da benzer bir durum yaşanmaktadır. Verilen yanıtlar, içerde hanedan savaşları ve dışta emperyalizme karşı etnik kökenli özgürlük hareketleridir. Semitiklerde daha çok hanedan değişiklikleri ve peygamberlik gibi gelişmeler önem kazanırken, Aryen kökenlilerde etnik yanı ağır basan, sınıfsal özellikleri fazla gelişmemiş beylik ve konfederasyon tarzı siyasi gelişmeler öne çıkar. Aynı zamanda birinci yayılma halkaları olarak işlev gören bu yeni gelişmeler, köleci sistemin ömrünü uzatmasına da katkıda bulunmaktadır. Bakir toprakların büyüklüğü, sistemin yayılarak ömrünü uzatacağını göstermektedir. Köleci gölcükler iki okyanus arasına yayılma olanaklarına da sahiptir.
Temel merkezlerde rahip yozlaşmasına dayalı derinleşme, birinci yayılma halkaları olarak Ortadoğu’nun tümünde yumuşayarak yayılan sistem; Hint, Çin ve Avrupa’ya ikinci büyük dalga halinde ulaşıp, M.Ö 1000’lerden sonra doruğa ulaşacaktır. Demirin devreye bolca girmesiyle, adeta sistemin demokratlaşması diyebileceğimiz bu son aşama, birçok yeniliği ve reformu bağrında taşımasına rağmen, bütün çözülüş belirtilerini de göstermekten kendini kurtaramayacaktır. M.Ö 1000’lerden M.S 500’lere kadar Hint, Çin ve Kuzey Avrupa’da görkemli bir süreç yaşandıktan sonra, çöküş her sahada gündemdedir. Bu dönemin en önemli gelişmeleri olarak İran platolarında gerçekleşen Med-Pers siyasal gücü, köklü bir Doğu-Batı ayrımına yol açmaktadır.
Adeta tanrıyı sorgularcasına bir irade, ahlak devrimi olarak kendini gösteren Zerdüşt geleneği bu yol ayrımının, çatallaşmasının ideolojik zemini olurken; Pers İmparatorluğu, köleliği bir yandan Hint ve Çin’e kadar Doğu hattı çizgisinde taşırmakta, diğer yandan Batı yolunda Grek-Romen çizgisinin doğuşunu hızlandırarak, büyük bir tarihsel rol oynamaktadır. Med-Pers İmparatorluğu’nun bu rolü, köleci sistemin, kendi mantığı içinde daha adil, yumuşak bir biçime bürünerek, ömrünü yaklaşık bin yıl uzatmasına yol açmıştır. Doğu çizgisinde Hint ve Çin’in yaşadıkları, aslında Sümer ve Mısır’ın gecikmiş bir tekrarıdır. Hem de yaklaşık iki bin yıl sonra. Batı çizgisinde gelişen ve doruğa ulaşan Greko-Romen uygarlığı ise, mitolojik ve dinsel düşünce tarzını aşıp felsefi düşünceye yol açmakla, günümüzde üstünlüğe ulaşan Batı uygarlığının ilk hamurunu iyi yoğurma rolünü başarıyla oynamıştır. Bu konulara kısmen değindiğimiz için tekrardan kaçınacağız. Bize daha çok gerekli olan, sistemin neresinde ve ne zaman çözülüş ve çöküş belirtilerini gösterdiğidir. Buna yol açan nedenleri ve kimlerin rol oynadığını daha yakından görmek için, özellikle sistemi çözen ideolojik ve pratik gelişmeler büyük önem taşımaktadır.
A-Uygarlığın kölelik aşamasında sistemin çözülüşünün teorik ve pratik yönlerden izahı mümkündür. Teorik olarak bir toplum sisteminin çözülüşü, bağrındaki gücü ortaya tam olarak çıkarmasını gerektirir. Sistem eğer somut koşullara göre bir yaşam gücüne sahipse,bunu kanıtlaması gerekir. Belki bu yıkım süreci, daha eski biçim tarafından engellenerek geciktirilebilir, zorla bastırılabilir; ama koşullar elverdikçe kendini göstermesi kaçınılmazlaşır. Belirleyici olan, yeni sistemin yaşam gücüdür. Bunun bilinci ve iradesi geliştikçe, pratikleşmesini hiçbir zor gücü, hilebazlık düzeni önleyemez. Bu genel kuralın ışığında köleci sınıf, toplumun temel ilişki mantığı ölçüsünde, en derinliğine ve genişliğine uzun ömürlü bir sistem olmayı başarmıştır. Bunun sırrı, insan üzerine kurulan mülkiyet düzeniyle bağlantılıdır. Daha önceki toplumda üretim araçları üzerinde toplumun kolektif mülkiyeti esas biçimdi.
Daha çok tüketim değerleri üzerinde ancak sınırlı bir mülkiyet geçerliydi. İnsan-tanrı anlayışı geçerliydi. Bir soyutlama kimliği olarak tapınma varlıkları, tanrılar, insanla ve onun içinde yer aldığı toplulukla yan yana, iç içe, akraba durumundaydılar. Tanrıların insanı yaratması ve onun sahibi olması söz konusu olmayıp, daha çok tersi geçerliydi. İnsan ve topluluğun sahip olduğu tanrılar vardı. Bu tasarı, özünde insanın toplum gücü olarak kendini kutsaması, kimliğe kavuşturması, kendi farkına varması anlamını taşımaktadır. Daha sonraki, toplumsal dönüşümün yansımasıdır. İnsanların kendileri mülkiyet konusu olunca, tanrıya kulluk köleci toplumun en önemli yansıması olarak kimlik kazanmaktadır. İnsanın bir soyadı, bir kimliği olan tanrıdan, insanı kul yapan bir tanrı anlayışına varılmıştır.
Dolayısıyla köklü bir dini dönüşüme uğrama, köklü bir toplumsal dönüşüm anlamına gelir ve bu süreçte yaşanan yoğun bir mücadele sonucudur. Özce, tanrıya kulluk ve hizmetkarlık, dinler tarihinde keskin bir sınıf oluşumuna dayanır. Maddi sınıf oluşumu, ideolojik bir yansıma olarak dini gelişim üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. Sümer toplumunda bu süreç çok çarpıcı ve öğreticidir. Orijinali yansıttığı için üzerinde önemle durmayı gerektirir. Özellikle Ninhursag, İnanna, İştar, En, Enlil, Enki ve Marduk olarak şekillendirilen ve insan biçimli tanrılar olarak kimliklendirilen bu tasarımlar, Sümer toplumundaki dönüşümün belgeleri niteliğindedir. Efsane olarak yazıldıkları için belge değerleri yüksek olan bu tanrı mitlerinin doğru çözümü, köleci toplum ilişkilerinin gelişimini daha iyi anlamamıza yol açacak verimliliktedir. O dönemde insanlığın zihniyet ve ruh yapısında bilim dili değil, efsanelerin, yani mitlerin şiirsel dili geçerlidir ve esas olarak bu dil ideolojik güçlenme aracı olarak kullanılmıştır. Bu nedenle mitolojik dili çözümlemek bilimin vazgeçilmez bir görevidir.Köleci ilişkilerin doğuşu hakkındaki bu kısa değerlendirme bile, insanın temel üretim aracı haline getirilişinin bu toplumun temel özelliği olduğunu anlamaya yeterlidir. Başta tunç ve diğer üretim teknikleri, üretim aracı olarak köleden sonra ikinci planda rol oynar duruma getirilirler.
Tüm dikkatler köleci ilişkiye, insanın mülkleştirilmesine yoğunlaştırılır. Rahipler büyük bir inandırıcılık ve korkutuculukla, yani psikolojik olarak, politikacılar denetim ve örgütlenmeyle, yargıçlar yasalarla köle üzerine öyle bir sistem kurarlar ki, buna ancak büyük tanrılar sistemi denilebilir ve öyle olmuştur. Dinlerin bu yönlü yüceltilmesi, karşı çıkılması düşünülemeyecek kadar kutsal ve korkutucu bir güç olarak insanın karşısına dikilmesi, köleci sınıflı toplumunun belirleyici karakteristikleridir. Köleci ilişkinin temel stratejik özelliği, onun yaşamda mutlaklığın yasalarına bağlı kılınmış olmasıdır. Mutlakıyet, sistemin temelidir. İnsanın mülkleştirilerek üretime sürülmesi büyük bir artı-ürüne yol açmıştır. Sadece toprak işlerinde değil, tüm ticaret ve zanaat işlerinde köle emeği artan oranlarda kullanılmaktadır. Yönetici sınıfın tüm özel hizmetlerinde de köle emeği esastır. Hatta vezirler bile köleci statüsünde çalıştırılacak kadar hizmetlerde yaygın kullanım gözlemlenmektedir. Cins ayrımı, kadında köleliğin daha da derinleştirilmesine yol açmaktadır.
Toplumsal köleleştirme ve kadının ikinci plandaki bir cins olarak köleleşmesi iç içe geliştirilmektedir. Köleci sistemin aşılması, ancak köle olarak insanın ve onun bu ilişki biçiminin verimsiz bir hale gelmesiyle olanaklıdır. Köleci ilişkinin verimliliği sürdükçe, bu sistemin kendi kendine veya zor gücüyle çözülmesi adeta olanaksız hale getirilmiştir. İdeolojik cephede tüm insanların ruh ve zihniyet yapısı üzerinde, insanın tanrılar tarafından ya korkutulması ve cezalandırılması, ya da iyi hizmetin karşılığı olarak sevgili kul olarak karşılanması temelinde, parçalanamaz bir ağ halinde egemenlik kurulmuştur. Pratik cezalandırmalar korkunç boyutlardadır. Çarmıha gerilme, gücünün doruğuna giden Roma uygarlığının bir icadıdır. Kazığa çakılma, derisi yüzülme birer Asur icadıdır. Kralın ve önde gelenlerin ölümü halinde, maiyet ve hizmetkarlarıyla tüm kadınlarının diri diri mezara gömülmeleri, Sümer, Mısır, Hint ve Çin kral mezarlarında, özellikle sürecin ilk zamanlarında bolca tespit edilmiştir. Kölenin canı olduğu düşünülmemektedir. O, kralın, efendinin bir uzvu, bir parçasıdır. Sahip öldüğünde parçalarının da onunla mezara gitmesi çok doğal görülmektedir.
Daha vahimi, köle ve hizmetçilerin kendileri de böyle olduğuna inanmakta, isyanı düşünmeyecek kadar bağımlı bir uzuv, bir ek parça haline getirilmiş bulunmaktadır. Mısır piramitleri, Sümer, Hint, Çin, Aztek mezar ve tapınakları, Roma’nın tüm mimari eserleri, aynı zamanda korkutucu ve kutsallıkları kum tanesi gibi kaynaştırılan köle emeğinin sonucudur. Kölecilik dışında hiçbir sistem, insanı bir araç olarak kullanma gücüne sahip olmamıştır ve olamaz. Bu ilişkinin verimsizleşmesi ve giderek astarı yüzünden pahalı bir külfet haline gelmesi çözülüşün temelidir.
Bunda M.Ö 1000’lerden itibaren demirin tarım, zanaat ve askerlikte yaygın kullanılmasının önemli bir etkisi vardır. Demir hem toprağın yaygın ve verimli hale getirilmesinde, hem de zanaatçıların sınıf olarak bağımsızlaşmasında belirleyici bir rol oynamış ve çok sayıda grubun eline bir silah olarak ulaşmıştır. Tunç sınırlı bir madendir ve daha çok efendilerin, yönetici sınıfın sıkı mülkiyetinde bulunmaktadır. Demirin bolluğu bu kıtlığı ve tekeli kırmıştır. Bu gerçeklik, demir madeninin toplum bilincinde efsanevi bir anlama bürünmesinin özünü de vermektedir. Diğer yandan her sistemde uzun süreli kullanımdan ileri gelen aşınma burada da karşımıza çıkmaktadır. Sistem başlangıçtaki kutsallığını ve verimliliğini yitirirken, adiliğini, korkunçluğunu giderek insan bilincinde de göstermekte ve daha verimli alternatiflerin bulunabileceğine dair umutlar artmaktadır. Yeni üretim araçları, özellikle demir etrafındaki ilişkiler bunda başrolü oynamaktadır.
Mitolojik tanrıların yapaylığını Grek felsefesi açığa vururken, Medya Zerdüştçülüğü de insan iradesini tanrıya karşı savunmakta ve kutsamaktadır. Bilinç ve ruhun, düşünce ve ahlakın yapısında köklü bir dönüşüm, sistemin doruk aşamasında bile iyice açığa çıkmaktadır. Yasaların tanrı sözü değil, kral ve yönetici emirleri olduğu iyice anlaşılmaktadır. Tanrılar tekleştirilip göğün ötelerine gönderilir ve görünmez kılınırken, insanın artan önemi peygamberleşmede ve filozoflukta kendini daha cesaretli, iradeli ve görünür kılmaktadır. Yaratıcılığın aslında yeni ve çok güçlü uyanan insan aklının işi olduğuna gittikçe daha çok güvenilmektedir. Köleci ilişkilerin bağrında yeni insan, üretim ve sosyal temeliyle birlikte düşünce ve irade gücü halinde doğmakta, sistemin dayandığı kul olmaktan çıkmakta, çözen güç haline çarpıcı, heyecanlı ve oldukça akıllı olarak gelmektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER