SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (13.BÖLÜM)
F- ORTADOĞU KÖLECİ KENT DEVLETÇİKLERİ ÇAĞI
Sümer ve Mısır köleci sistemlerinin iyice kurumlaşıp kalıcılıklarını kanıtladıktan sonra her üstün toplumsal sistemde olduğu gibi yayılma sürecine girmeleri doğaları gereğidir. İlişki ve etki altına aldıkları tarım ve çobanlıkla geçinen kabile toplumları, eski özgür yaşamlarında gittikçe artan bir kısıtlamayla karşılaşırlar. Çağ değişmektedir. M.Ö 10000’lerden beri oluşan tarım ve çoban kabileler, bu etkiye karşı ağırlıklı olarak iki seçenekle tepki geliştirirler. Artan ve yoksullaşan kesim, her iki uygarlığın bir nevi ilkel işgücü kaynağı olarak, Sümer ve Mısır’ın kent çevrelerine yerleşir. Gerçekten böyle bir sürecin yaşandığı belgelerden de anlaşılmaktadır. Mısır’da Semitik İbrani ve Sümer’de Aryen Kassit gruplarının böyle yoksul bir işgücü olarak yarı özgür koşullarda yaşadıkları Tevrat ve birçok Babil yazılarında rahatlıkla anlaşılmaktadır. Tıpkı günümüzün büyük metropollere akan yoksul ve yarı özgür köylü kökenli işgücü gibi. Geriye kalan ve ağırlıklı olarak kabilelerin üst ayrıcalıklı kesimi ise, iki merkezi gücün ana halkaları olarak, yerel egemenlik alanlarında yoğunlaşmaya ve kentleşerek cevap vermeye çalışırlar. Başlangıçta köleci emperyalizmin merkezlerine bağlı komprador tüccarlar gibi rol oynarken, giderek merkezi modeli takip edip küçük kent devletçikleri konumuna geçerler. Bu sürecin Ortadoğu coğrafyasında M.Ö 2000’lerden itibaren giderek artan bir tempoyla yaşandığı kesindir. Öncülüklerini Doğu Akdeniz kıyılarında Biblos ve Ugarit, Kuzey Suriye veya Orta Mezopotamya’da Karkamış, Samsat, Ebla, Urfa, Harran, Mari, İç Anadolu’ d a Hattuşaş, Kaneş, Doğu Zagroslarda Elam ilk yerleşim sahaları, sistemin birinci büyük yayılma dalgasında ortaya çıkan yerleşim alanlarıdır.
Neolitik çağda yerleşim bölgeleri ağırlıklı olarak tarım amaçlı oldukları için köy olmayı aşamıyorlardı. Bu yeni model yerleşim bölgeleri ise, stratejik geçit bölgelerinde ağırlıklı olarak ticaret ve kısmen imalat alanları olarak iş gördüklerinden, hızla kasaba ve giderek hükmedilen bir alan olan kent merkezlerine dönüşümü ifade ederler. Ticaretin en ağırlıklı ve çokça aranan maddesi, Lübnan ve Toros dağlarındaki sedir keresteleri ile maden cevheridir. Bunun yanında, başta dokuma ve çömlekçilik olmak üzere çok sayıda zanaat ürünü, dış ticaret amacıyla üretilmektedir. Pazar ve değişim aracı olarak para devreye girmekte, ticari mektuplara kadar varan bir yazı sistemi özellikle Fenike kentlerinde basit ve kullanışlı bir karakter kazanmaktadır. Uygarlığın pazar, para ve yazı gücü artmaktadır. Görkemli tüccar sınıfı çağı gelişmektedir. Bir anlamda tarihte orta sınıf, sınıflı toplumun gövdesi olarak oluşum halindedir. Tapınak ve yönetim merkezlerindeki rahip, kral ve bürokrasiyle birlikte, bağımlıları olan kabile üst kesimini yüksek baş sınıf olarak değerlendirdiğimizde, zayıf da olsa giderek bağımsızlaşan tüccar ve zanaatkar kesimi (orta, gövde sınıf) ile, daha geniş olan ve kabile bağlarını da yitirmeye başlayan bir köle sınıfı da bu dönemin sınıflı toplum yapısını karakterize etmektedir. Şüphesiz bu yeni sınıflaşma çok net ve ayrışmış değildir. Fakat tarihi eylemliliklerin oluşumunda sınıf çıkarlarını yansıtacak bir maddi toplumsal zeminin doğduğu da kesindir. Bu aşamada özenle çözümlenmesi gereken diğer temel bir tarih sorunu, yukarı barbarlık, diğer bir deyişle kent devletinin ön aşaması olarak da değerlendirebileceğimiz kabile konfederasyonu olgusudur. Bu aşamanın, uygarlaşma öncesinde her gelişkin akraba kabile topluluklarında ortaya çıktığı görülmektedir.
Bunda iki önemli nedenin rol oynadığı anlaşılmaktadır. Bir yandan tıpkı kent devletçiklerinin iç anlaşmazlıkları gibi kabileler arası çatışma ve ihtilafları gidermek, daha ağırlıklı olarak da saldıran uygarlık güçlerine karşı kendilerini savunmak ve daha dengeli, çıkarlarına uygun kazanımlar elde etmek için birleşmek ihtiyacından doğmaktadır. Buna devletleşmenin pro, ön aşaması da demek mümkündür. Bu geçici bir formasyondur. Henüz bir şehir merkezinde yoğunlaşmış ordu yoktur, tapınak ve bürokrasisini kurmuş değildir. Orta sınıfı yaratamamıştır. İç ve dış tehdit karşısında her an dağılabilir. Tarihin bu aşamasının diğer bir adı da kahramanlık çağıdır. Bu çağın köleci merkezi devletin oluşumundan az önce, Sümer ve Mısırlılarda M.Ö 3000’lerde, köleci sistemin olgunlaşma aşamasında Aryen kökenli Hurriler ve Hititlerde M.Ö 2500-2000’lerde, Semitik kökenli Amorit ve Kenanilerde M.Ö 2000-1000’lerde yaşandığı anlaşılmaktadır. Greko-Romen ve Hindistan’la Çin köleci sisteminin ön aşaması olarak, M.Ö 1500-100 yıllarında güçlü ve etkileyici biçimler altında yaşanmışlardır. Kabile federasyonları dönemi derinliğine kavranmayı gerektirmektedir. Bu coğrafyada (Ortadoğu) halen güçlü olan kabilecilik ve aşiretçilik, gücünü bu tarihten almaktadır. Yüzyıllar değil bin yıllar bu formasyonlar altında geçmiş, büyük kahramanlıklar gösterilmiştir. Aslında bu süreç bir nevi aşiretler, diğer bir deyişle “etnik yapılar” tarihidir. Kavim; hanedan, din ve sınıf tarihinden çok önce gelmektedir.
Doğru bir tarih anlayışına ulaşmak açısından, etnik yapılı tarih sorunu çözüme kavuşturulmak durumundadır. Gerek ilk çağ gerekse orta ve yakın çağlar kendilerini hep hanedan, din ve kavim çağları olarak meşrulaştırmışlardır. İlkçağın hanedan ağırlıklı, orta çağın din motifli ve yakın çağın da milliyet temelinde resmileştirilen tarih anlayışları, daha karmaşık olan toplum tarihini somut olarak yansıtmaktan uzaktır. Bu anlamda tarih o kadar çarpıtılmıştır ki, gerçekten hanedan, din ve kavimsel ağırlıkları da yerli yerine oturtmak zor olmaktadır. Adeta tarihin tarihini yeniden yazmakta büyük bir zorunluluk vardır. Tüm abartma, yok sayma, küçük ve eksik görme, bile bile yanlış yazım ve anlatımlara kadar yaklaşım tahrifatlarını ayrıştırmanın anlamı (logosu, hikmeti) ne ise, öyle bir tarih gün yüzüne çıkarılmadan gerçeklerin hakkını vermek mümkün görünmemektedir. Her ne kadar yazılı bir temeline fazla tanık olunmasa da “etnik tarih” din, hanedan ve kavim tarihlerinden daha gerçekçi ve uzun süreli bir role sahip gibi bir anlam vermektedir. Etnik (aşiret ve kabile düzenleri) yapıların objektif ve sübjektif yapılanmaları en büyük gelişmelerini tarım ve çoban ağırlıklı neolitik çağda yaşamışlardır. Yabanıl (vahşet) toplum döneminin esas birimi ana merkezli “klan” olup, hiçbir zaman yüzlerle ifade edilebilecek sayıları aşmamıştır. Mağara yaşamı ve gezgincilik hakimdir. Uygun iklim ve mevsimlerde canlanan hayvan avcılığı ve bitki toplayıcılığıyla geçinirler. Yaklaşık son buzul çağının sonlarına kadar (M.Ö 20000) yaşayan bu klan yapılı toplumlar hep birbirine benzeyip, sınırlı bir ses düzeni, işaret yanı ağır basan ilkel bir dil aşamasındadır. Animist (ruhçuluk) bir totemci (klan kimliği) din ve zihniyet anlayışına sahipler. İnsanlık tarihinin yüzde doksan sekiz evresi bu toplum biçimi altında geçmiştir.
Hiçbir din, hanedan, kavim özelliği, dolayısıyla tarihi henüz oluşmamıştır. Yaklaşık M.Ö 20000 ile 10000 arası bir geçiş (mezolitik dönem) aşamasından sonra neolitik (barbar kabileler) çağa geçilmektedir. Tarım ve hayvancılık temel geçim kaynağı olup, yerleşik köy düzeni esastır. Göçerlik sınırlanmıştır. Anaerkil bir akraba kabileler topluluğu halinde yaşanmaktadır. Sayı bazen binleri bulmaktadır. Ama beş binleri aştığı pek görülmemektedir. Kabile özgürlüğü çok güçlü bir duygudur. Ana tanrıça ağırlıklı dini tapınmalar gelişmektedir. Bu dönemin tüm yerleşim alanlarında bol miktarda ana tanrıçalar da diyebileceğimiz küçük heykelcikler mevcuttur. Kadının yıldız ve ayla temsiline ağırlık verilmekte, ama daha çok yerel doğal güçlerin doğal anası olarak büyük bir ağırlığa sahip olmaktadır. Bunun anlaşılması zor değildir. Tarımı ve evcilleştirmeyi yaratan kadın emeği, çocukların da doğuran anası olarak kadın, tarihte en büyük kutsanmaya uğramaktadır. Bir anlamda yaşamın yaratıcı gücüdür. Doğa, toprak anadır. Doğa, bitki ve ağaçların ürün keşfeden gücü olarak tanrıça temsili, doğal karakterli olarak anlam derinliğine yol açmaktadır. Olağanüstü artan kadın-ana önemi, erkek karşısında bariz bir üstünlüğe yol açmaktadır. Erkeğin rolü, avcılık hâkim geçim aracı olduğunda ne kadar güçlüyse, arka plana düşen avcılık nedeniyle, bu sefer erkek oldukça zayıflamış görünmektedir. Kadın tarihi demek buğdaygillerin, küçük boylu sığırların, meyve ağaçlarının, köy hanelerinin, dokumanın, kazmanın, küçük el değirmeninin tarihi demektir; saygının temelinin emek, üretim olduğu düzen demektir; emekle yaratılan ürünlerin ve büyütülen çocukların, kurulan ev düzenlerinin tarihi demektir. Yine ilkel işaretlerden zengin bir dile, anlamlı üretim araçlarına dayalı kavramlara, dolayısıyla insanlığın zihniyet oluşumuna geçiş tarihi demektir. Etnik tarihin doğuş ve olgunlaşmasını bu biçimde kavramlaştırmak gerçekçi ve önemlidir.
M.Ö 4000’lerde tarlada saban döneminin ve sürü çobanlığının önem kazanmasıyla birlikte, kadının üretim sürecindeki yeri daralır. Giderek eve kapatılır ve bu derinleşerek günümüze kadar gelir. Bu anlamda tarihin kavramlaştırma ve yazımının kadını hak ettiği yerin çok gerisinde bıraktığı tartışmasız ve kesindir. Erkek egemenliğinin uygarlık süreciyle birlikte yetkinleşmesi, kadının sınıflı toplumun alt ve üstyapı kurumlarından giderek dışlanması, “kadınsız tarih” kitapları yazmanın da temelidir. Büyük bir çarpıtma da cinsler arası eşitsizliğin bir sonucu olarak tarih diye sunulmaktadır. Etnik yapıya ilişkin bu kısa genel değerlendirmeyle birlikte, şu sorunun cevabını aramaya çalışıyoruz: Aşiret konfederasyonları ne zaman ve nerelerde uygarlıksal gelişmelere karşı oluşmuş ve evrim geçirmişlerdir? Ortadoğu tarihi büyük oranda bu cevabın gerçekçi verilmesine bağlıdır. Bu yan, yani cevap, fazlasıyla karanlıkta gömülü bulunmaktadır. Yine de Ortadoğu’nun kabile sistemlerinde temel dönemleri üçe ayırmak mümkündür.
1- Tarım ve çobanlığın geliştiği dönem: Arabistan ve Kuzey Afrika’da Semitik dil ve kültür grubu olarak M.Ö 9000-6000 yılları arasında neolitik toplum etkisinin yayılmasıyla birlikte ortaya çıktıkları ve geliştikleri genel olarak kabul görmektedir. Toros ve Zagros dağ sistemine dayalı vadi ve ovalarda, merkezi olarak Verimli Hilal denilen coğrafi alanda, M.Ö 10000-6000 arasında neolitik tarım ve evcilleştirmenin yaratıcı grupları olarak, “Aryen kökenli halklar” adı altında anlam kazandıkları bilinmektedir. Etimolojik incelemeler arkeolojiyle birleştiğinde, bu halk grubunun tarım ve evcilleştirmenin yaratıcı grubu olduğu kesinlik kazanmaktadır. Her iki topluluğun adlandırılmasını da Sümerlere borçluyuz.
2- Kurumlaşma ve aşiret düzenine geçiş: Neolitik toplumun Verimli Hilal’de “Tel Khalaf” kültürü altında kalıcı bir kurumlaşmaya yol açtığı dönem, aşiret gruplarının şekillendiği bir aşama anlamına da gelmektedir. M.Ö 6000-4000 yılları arasında yaklaşık olarak iki bin yıllık bir süreyi yaşayan bu dönem, uygarlığı hazırlayan “temel icatlar” süreci gibi çok önemli bir rol oynamaktadır. Sümer’i hazırlayan esasta bu dönemdir. Aryen ve Semitik gruplar aralarında ekonomik bir bütünlük oluşturan alanlarda farklılaşarak, birbirine benzeyen kabilelerden farklı aşiret birimlerine geçiş halindedirler. Henüz güçlü bir aşiret bilinci ve zihniyeti oluşmamışsa da objektif varlıklarıyla etnik karakterli toplumlar haline gelebilmişlerdir. Sınıflaşmanın ve çok sonraları uluslaşmanın maddi ve ekonomik koşulları nasıl belirleyici bir rol oynamışsa, bu dönemin maddi ekonomik ve sosyal koşulları da etnik toplumu, aşiret yapılarını belirlemiş, ortaya çıkarmıştır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER