APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (11.BÖLÜM)
ÖNDERLİK GÜCÜNÜ KENDİ KANUNLARINA GÖRE OLUŞTURUR: Üzerinde durmamız gereken konulardan birisi de, savaş gerçeğimiz, mücadele sorunlarımız ve olası gelişmelerdir. 1992'nin ikinci altı ayına girdiğimiz bu süreçte, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Savaşımı'nda yakalanın bir düzey var. PKK'nin devrimci savaşı, kişilik çizgisi daha fazlasını gerçekleştirmeyi amaçlamakla, bunun olanak ve fırsatlarını yakalamış olmakla birlikte, altını çizdiğimiz ve yoğunca ele aldığımız nedenlerden dolayı, mevcut savaş düzeyimizi oldukça geri ve sorunlarla dolu olarak değerlendirmekteyiz. Belirleyici olan yan şudur ki; oldukça problemli ve çok daha fazla gelişmeye ihtiyaç duyan bir gerçeği de yaşayarak, gerilla mücadelemiz mevcut bütün gelişmeleri doğuran belirleyici nitelikte bir mücadele biçimi olarak varlığını kanıtlamıştır. Özellikle de dayatılan reformist olmaktan da öteye, ihanetçi, tasfiyeci çabaların yoğunluğu ve bunun imha operasyonlarıyla iç içe yürütüldüğü göz önüne getirildiğinde bugünkü düzeyin anlamı sanıldığından çok daha büyük olan bir gerçekleşme durumudur. Bizim de bütün gücümüzle yönelerek ve bütün görevlerin başında her türlü önemi veren yaklaşımlarımızı içerecek bir silahlı savaşımı güçlü bir şekilde gerçekleştirmek için her türlü çabayı sarf ettiğimiz, bunun da en anlamlı devrimci bir çalışma olduğu, dost ve düşman nezdinde ispatlanmıştır. Bu anlamda mevcut durumda savaş gerçeklerini devrimci gelişmeye açık tutmak, zaafları ve yetersizlikleri aşmak kadar, güçlü olana da ulaşmak ve bunu çok kapsamlı tartışmalarla bilince çıkarmak öneminden hiçbir şey yitirmeksizin kendini dayatmaktadır. Bugünkü düzey, buna olanak sunan önemli bir gelişme düzeyidir. Militan, bu temelde kendini dillendirmiş, açığa çıkarmıştır. En önemlisi de, sadece düşmanı darbelemekle kalmayıp, daha çok da kendi halkımıza gerçeğimizi anlatmaya olanak sunan, halkımızın en çok örgütleneceği, kendini tamamlayacağı, yola gireceği, destek bulacağı bir düzey tutturulmuştur. Düşmanın her türlü özel savaş yönetiminin başka türlü açığa çıkartılması ve aşılması mümkün değildir. Bu anlamda gerçekleşen savaş durumu aslında ilerici, belirleyici ve devrimci siyasete götürücüdür. İstenilen düzeyde devrimci savaşı ve onun gerilla biçimini tutturmamakla birlikte, böylesine birçok şeyin başarılması halkımızın yaşamına bu yönlü etkide bulunmasının bir ifadesidir. Halkımızın düzeyi oldukça hızlı gelişebilecek bir savaşa yatkın değil, hele hele partileşme konusunda daha da geri. Fakat eğer ısrar edilirse, halkı savaşa çekme, partileşme, politikada derinleşme savaş durumuna bağlıdır ve bu gerçekleşebilir. Dolayısıyla, oldukça yoğun bir biçimde tüm çabalarımızın merkezine aldığımız mevcut savaş durumunu geriletmeden yaygınlaştırma, giderek özümsetme, doğru taktiklere kavuşturma, donatma yol açtığı gelişmeler açısından yerinde bir çabadır. Diğer bütün devrimci görevlere de ancak bu temelde bir işlerlik kazandırılabileceği kanıtlanmıştır. Bütün görevlerin üzerinde her zamankinden daha fazla devrimci tarzda düşünme, tartışma ve çözme imkan dahiline getirilmiştir. Kültür faaliyetlerine açıklık getirmekten ve işlerlik kazandırmaktan tutalım bilim faaliyetlerine, edebiyat çalışmalarından tutalım dinin açıklığa kavuşturulmasına, sağlıklı düşünce ve perspektif geliştirme doğrultusunu yakalamaktan tutalım ahlaki yaşamı günlük olarak yaşamaya kadar her türlü gelişmeye ancak böylesine bir devrimci savaşı gerçekleştirmekle ulaşabiliriz. İlk çıkıştan itibaren iddiamız buydu ve bugün de kabul gören budur. Kürdistan ancak bu şekilde canlanabilir, kendine gelebilir, ayağa kalkabilir. Çok açık ve tartışılmaz olarak gözler önündedir ki, bütün gelişmelerin kurtuluş savaşına bağlı olduğu, Kuzeybatı Kürdistan'da devrimin muarızları dahil herkes yaşamını buna bağlı olarak sürdürebiliyor. Hatta mevcut düşman, sömürgeciler ve emperyalistler bile varlıklarını ancak savaşa bağlı olarak sürdürmek zorunda kalmaktadırlar. Dostluklardan da ancak bu temelde yararlanılabilir. Bir şeyler yapmak isteyenler bu gerçekle bağlantısını kurarak yapmak zorundadırlar. En önemlisi de kitleler, sempatizanlar ancak bu düzeyde daha iyi düşünebilir, bilinçlenme, örgütlenme hatta militan düzeylerini geliştirmeyi sadece sıcak bir ortamda gerçekleştirebilirler. Bu temelde mevcut durum oldukça üretkendir. Bu yol düşmanı yıkıma götürür, devrime militan yetiştirir, düşmanı açığa çıkartır, dostu çoğaltır, yetkinleşmeyi sağlar, eskiden ört bas edilmiş iyi ve kötü ne varsa hepsini açığa çıkartır. O olmadan da hiçbir gelişmeye çözüm gücü olunamaz. Sizler gençsiniz, zaaflardan arınıp şu ya da bu soruna çözüm yollarını ortaya çıkarmayı, tartışmalar geliştirip düşünce üretmeyi, olay ve olguları tanımlamayı bilmelisiniz. Böylece sağlıklı örgütlenmelere gitme olanak dahiline girer, çok saf, bitmiş tükenmiş kişilikler yerine her düzeyde gerçek dava kişilikleri ortaya çıkar. Nitekim günümüzde oluşan ortamımızın ürünleri sınırlı da olsa bu niteliktedir. Bunu 1980'ler için söyleyemezdik, hele hele 1970'ler için hiç söyleyemezdik. 1970'leri bir düşünelim. Ortam alacakaranlık, her şey bastırılmış; ödleklik, nefes alamazlık had safhada, burnunun ucunu bile görmek mümkün değildi. Görev desen yanına yaklaşmak mümkün değil, herkes saptırmakla uğraşıyor; en dost bildiklerin, sosyalist bildiklerin bile kendilerini de seni de aldatmak için uğraşıyorlar. O dönemin iğne ucu kadar bile olsa açığa çıkartılması gereken görevi, işte bu nedenlerle ele alınamazdı. Sağın da, solun da sergilediği aynı inkarcı yaklaşımlardır, örtbas etmedir; resmi düzen sınırları dahilinde kalma, düzeni sürdürmeye hizmettir. İçine girilmesi gereken görev, buna alet olmamak ve eleştirmekti. Bunu başarabilirsen ne mutlu sana! İşte yapılmaya çalışılan buydu. Yanlışlıkları ortaya çıkarma, doğrunun ne olması gerektiğine ilişkin iddialar üzerinde durma çabası vardı. Halk bundan habersizdi. Biraz aydın gençlik kesimine hitap edilmekteydi. Ve bunun bizi götürdüğü sonuç, bilindiği gibi yeni bir yoldu. İnanmış, kararlı, mücadeleci bir topluluğun artık içine girmeyi benimsediği, cesur adımların atıldığı bir sonuç söz konusuydu. 1980'lere geldiğimizde durum buydu ve düşman her şeyi yine eski duruma getirmek için bu çıkışa karşılık verdi. 12 Eylül bir bastırma hareketiydi, mevcut sorun ve çözüm yollarını ört bas etme, bunun sahiplerine amansız yüklenme, işkence etme hareketiydi. Buna yönelik olarak bizim iddiamız ise, bir varlığı korumak, devrimi bir umut olarak diri tutmak, mümkünse bir kez daha pratiğe yönelmekti. Özellikle bu sahalarda ‟80‟lerin başında attığımız adım çok hayatiydi, nefes nefese bir mücadele veriliyordu. Çok az bir umut varsa bile, ona bağlı kalarak çizgi kurtarılmaya ve mümkünse ülkeden kopmamaya çalışılıyordu. Başlangıçta atılan adıma devam etme, onu geriletmeme ve mümkünse 12 Eylül'ün dayatmalarına karşı da ilerletme iddiasıyla çalışmalara yüklenildi. Sonuç da bilindiği gibi, 15 Ağustos Atılımı'na ulaşma oldu. Dikkat edilirse, bu yıllarda bütün bu yapılanlara karşı çok açık bir bastırma, inkar ve saptırma da vardır. İşte bütün bunlara karşı halk gerçeği kendisini açığa çıkartmalı, siyasete alıştırmalı ve ısrarlı bir partililiğin sergilenmesiyle sorunlar çözüme götürülmeliydi. Savaş sorunlarını incelerken, oldukça gerçekçi olmalı, bugüne nasıl gelindi sorusuna açık ve net cevaplar vermelisiniz. Belki çok zordu, ama olmazsa olmaz kabilinden yaklaşılarak ilerleme sağlandı. Bunu iyi anlamadan, bugünün hamle gücüne anlam vermek mümkün değildir. Öyle sanıyorum ki, incelemeyi halen sağlam yapamıyorsunuz. Bu, genel anlamda savaşa ucuz yaklaşmanın ve dolayısıyla da dönemin komuta kişiliklerine ulaşamamanın temel nedenidir, çok ciddi bir eksikliğe işarettir. Değil bugünkü ilerleme düzeyinde olma, nefes alma olanağını elde etme bile olağanüstü bir çaba gerektiriyordu. Örneğin adımızı bile kıl payı kurtardığımız bir dönemde, bunların olağanüstü çabalara bağlı olduğunu unutmamalısınız. Bütün bunları göz önüne getirmeden, bir PKK militanı, bir PKK savaşçısı olma hiçbir anlam ifade etmez. Ne var ki sizin en büyük hastalığınız da, PKK'nin devrimci tarihine ve gelişen silahlı savaşım tarihine anlam verememeniz ve bundan sonuç çıkaramamanızdır. „Her şey kolay kazanılmıştır, silaha kolay ulaşılmıştır, yollar kolay açılmıştır, bazı adımlar güle oynaya atılmıştır‟ anlayışı mahvediyor, silikleştiriyor, basitleştiriyor, yüzeyselleştiriyor; eylemi de çok sınırlı ve başarısız kılıyor. Genel parti tarihine, özelde savaş tarihine böyle yaklaşmak içine girilecek en hafif, en yanlış tutumdur. Neden gelişemiyorsunuz, neden bu kadar zaaflara kapılıyorsunuz, neden güçlü değil de yüzeyselsiniz sorusunun cevabı; tarihten fazla haberdar olamamanızda yatıyor. Halbuki bu, PKK'de temel bir niteliktir. 15 Ağustos Atılımı göz önüne getirilecek olursa, onun ertesi gününü kurtarma bile büyük yönetim gücü istemekteydi. Eylem güçlü bir çıkıştı. Zaten o ortamda pek fazla eylem yoktu. Sindirilmiş bir ortam söz konusuydu ve 15 Ağustos Atılımı bu ortamı parçalıyordu. Fakat karşıdaki düşman da öyle kolay pes edecek bir düşman değildi. Bütün bu nedenlerden dolayı güçlü ve sürekli bir mücadele şarttı. Ne var ki, bizzat eylemde yer alanlar dahi sonuçları belirsiz bir adımın içinde olduklarını sanıyorlardı. Güçleri yoktu, güçleri olsa bile bir tek şey üretebilecek durumları yoktu. Biraz teorik bir şeyler ezberlemişler, ama pratikte onu geliştirme söz konusu olduğunda en zayıf, en zaaflı bir konumu sergiliyorlardı. Taktik önderlik sağcı bir konum sergilerken, fedai konumunda olanlar da savaşa intiharvari yaklaşıyorlardı. Orta yerde savaşı götürecek aklıselim birileri, dayanma gücü, onun inisiyatifi, planlaması ve bunların düşüncesi yok. Biz ise, amansız olarak bu adımın arkasını getirmek, onu kesintiye uğratmamak istiyorduk. 1984'ün sonları ‟85'in başlarına geldiğimizde çok iyi gördük ki, yaşamak mümkün ama savaşı yürütmede de sanıldığından daha fazla güçlüklerle karşılaşılıyordu. Ülkedeki pratikten sorumlu taktik önderlik, zaten ağız kalabalığına dalmış durumdaydı. Her düzeyde ortaya çıkan yetersizlikler söz konusuydu. Yani bu, pratikte sorumluluk alan adım sahiplerine bırakılsaydı, bu adımın başına gelecek olan tasfiye olma dışında bir şey olmayacaktı. Zaten pratiktekilerin önemli bir kısmı savaştan kaçıyor, bir kısmı da savaşa intiharvari yaklaşıyordu. Teorik, siyasi doğrultuyu götürmekle sorumlu olanlar, kendilerini sağa yatırıyor, bin bir bahaneye sığınıyordu. Unutmayın ki, bu yıllarda zindandaki direnişin de belli bir tasfiyeye uğrama durumu vardı. 1982'nin büyük direnişçiliği, aslında tarihi 15 Ağustos Atılımı'nın başına getirilmek istenildiği gibi, yavaş yavaş sağa yatırılıyordu. Aynı tehlike bizim için de vardı ve bizim tek farkımız, içerde taktik önderlik sağa yatırılırken, dışarıda sağa yatmayı, yozlaşmayı ortadan kaldırmak için bütün gücümüzle yüklenmemizdi. 1985'e geldiğimizde, düşman gerçekten hem içeriyi, hem de dışarıyı önemli oranda tasfiyeye uğratacak tedbirleri almış, güçlerimizi "başaramayız" şeklinde bir inançsızlığa sürüklemişti. Bazı arkadaşların deyişiyle, güçlerimiz 12 Eylül gibi bir durumla karşılaşmışlardı, hatta ondan daha sert, daha derin bir yönelim vardı, dolayısıyla altından kalkıp kalkamayacakları tartışmalıydı. Biz, tekrar dönemi yakaladık, çabayı derinleştirdik. III. Kongre süreci, daha çok pratik hazırlıklar süreciydi ve „87 ile birlikte kendimizi yeni kalkışa zemin hazırlamaya ve bu kalkışı yönetmeye verdik. Tabii karşımıza çok olumsuz kişilikler çıktı. Olanaklarımızla, çabalarımızla oynayanlarla da karşılaştık. Kendini geliştiremeyen kişilik, yozlaşmaya uğruyordu. Kendi haline bıraksan, düşmandan daha çok Ulusal Kurtuluş Savaşı'na karşı savaşan, halkından umut kesmiş, ondan nefret eden, aşağılık bir yaşam peşinde dönemle, imkanlarla oynayan, hırsızlık yapan, sağa yalpalayan böylesi kişilikler... Tabii biz de bu kişiliğe yüklendik. Bu yıllar için öz olarak şunlar söylenebilir: Bir savaş durumunu yaşatmamız boşa çıkartılmak istendi. Sorun, savaşı kazanıp kazanmayacağımız değil, savaşı gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğimiz veya bir savaş durumunu sürdürüp sürdüremeyeceğimiz sorunudur. Başta sorun böyle ortaya konulsa daha gerçekçi olurdu. Sorun, ne pahasına olursa olsun, savaş durumunu, savaş gerçekliğini tasfiye etmemektir. Başarıdan önce buna ihtiyaç var. Unutmayın ki, bu savaş durumu her an tasfiye olabilirdi. Savaş gerçekliğine yaklaşacak kim vardı? Bunun sorumluluğuna varım diyen bir numaralı sorumlular Avrupa'ya gittiler, gitmek zorunda bırakıldılar, geri kalanlar halen ölü gibidir. Fedakar, kahraman olanlar da var, ama onlar da durumu kurtarmaya yetmiyor. Bu açıdan durumu sağlama almaya büyük önem verdik. Daha kapsamlı eğitimler vererek zaaflarını biraz daha derin tahlil edip neden dayanamıyorlar, neden yaşayamıyorlar, neden düşüyorlar sorularının yanıtlarını bulmaya çalıştık. Meşhur daralma ve tıkanmalardan bahsediyorsunuz. Bu, şu anlama geliyor; bünyemizde yaralar var ve irin bağlamış. Biz irini atmak, temizlemek için bu yaraları açmak istiyoruz. Sizse canım acıyor deyip kapatmak istiyorsunuz. Oysa irin bağlamış, sökülüp atılmazsa bünye kendi kendine çürür. Daralma dediğiniz, tıkanma dediğiniz olay işte budur. “İrin kalsın, canımı acıtmayın” diyorsunuz. Gayretli adam kimdi, namuslu adam kimdi; şimdi o daha iyi anlaşılıyor. Yine ağlayan adam kimdi, beş para etmez adam kimdi; herkes biraz daha iyi tanındı. Siz de bu yıllara baktığınızda ne olduğunuzu daha iyi değerlendirebilirsiniz. Hiç olmazsa yakaladığımız şansı iyi değerlendirin. Tıkanmayın, çaresiz olmayın. Hep tükenip gitmeyin, bunun hiçbir değeri yok! Sen çare olabiliyor musun, sen bir halkın temel amacı doğrultusuna girebiliyor musun veya onun için bir çıkış olabiliyor musun, oldun mu? Bu sorulara verilecek cevap kişinin gerçek durumunu ortaya koyar. Büyük imtihan budur; bunu başarıyla vermelisiniz. Aksi taktirde kendinizi böylesine anlamsız bir şekilde yaşatamazsınız. Geçen yılların muhasebesini iyi yapmalısınız. Korkuyor musunuz? Kendinizi bu yıllara neden doğru katamadınız? Az mı çabaladık, yılların acımasızlığı az mıydı, namuslu çabalar az mıydı, az mı ders vardı? O halde, bu dersleri neden iliklerinize kadar almıyorsunuz. Kaba saba köylü artıkları olarak kalmakta ısrar ederseniz başta çözülürsünüz, yapamazsınız. Böyle olmaz! Bu durumu kurtarmıyor. Böylesi yapılar düşman karşısında beş para etmez. Halkın başına bela olur, kendi kendine karşı savaşır. Bunun ne anlamı var? Bu yılları değerlendirmemek ve sonuç çıkaramamak yaşamamaktır. Yaşamı öyle basit sanmamak gerekir. Biraz vicdanı olan, biraz kendini veren, “ben neden böyleyim, neden arpa boyu kadar yol alamadım” diye kendisini sorgular. Hiç kimse kendisini bu sorgulamanın dışında tutamaz. İpi kopmuş biri olmayı, her şey elden gitti demeyi kim ister? Ebetteki düşman! Unutmayın, düşmanın peşine takılıp giden uşak olmaktan da öteye, onun askeridir. Bin defa yenilmiş olmak, sırt üstü yere düşmek yaşamak mıdır? Düşmanın bu yıllarda ölümcül bir biçimde dayattığı duruma biz yaşam silahıyla cevap vermek istedik. Ne var ki, ne kadar zorladıysak da yapımıza bunu gereğince anlatamadık. Ölümü, aşağılık bir durumu kolayca kabullenenlere biraz yüce olmayı, büyük olmayı kabul ettirmeye çalıştık. Ezici bir çoğunluğun yetmezliğine rağmen, savaşı bugünkü düzeye getirdik. Öfkeler, intikamlar, istekler ancak temel gerçeklere bağlanarak bir anlam ifade edebilir. Temel değerler doğrultusunda inadı tutturmak, bunun hıncı ve öfkesi olmak gerekiyor. Biz yıllara böyle yüklendik. Savaş düzeyini mümkün olduğunca yükseltmeyi, asla geriletmemeyi esas aldık. Düşmanın da bu yıllara dayattığı bazı temel politikalar vardı. Hatta şu noktaya bile geldi; "Silahlı savaşımı bırakın, Kürt meselesini reformlarla halleder, hatta sizi de affederiz" denildi. Bunun anlamı nedir? Çok iyi biliyoruz ki, savaş durumu aşılırsa, düşman bu verdiklerini daha sonra rahatlıkla alabilir. "Kürdistan'ı kabul edelim, haklar verelim" diyebilir, fakat savaş durumu tasfiye edilirse, bütün bunları yirmi dört saat içinde geri alabilir. Düşman bunun farkına vardı. Bunun için de işbirlikçileri, reformistleri, Komünist Partisi'ni, Barzani ve Talabani'yi çağırdı. Biz amacını fark ettik. Savaş kendisi için çok tehlikeli. Düşman uyguladığı çıplak terörle sonuç alamıyor, bunun üzerine saflarımızda provokasyonu körükledi. Avrupa ve zindanda harekete geçirdiği provokasyonun kollarını, bulunduğumuz alana kadar uzattı. Provokatör savaşa yanaşmayan bir kişilikti. Ama bunun yanında çok ucuz bir devrimciliğe „varım‟ dedi. Düşmanın sonuna kadar kan vermek istediği ve bizzat “gelin örgütlenin” diye çağrı yaptığı oluşumlara, bazıları bilerek veya bilmeyerek alet oluyorlardı. Küçük burjuva reformistlerinin bu plana balıklamasına daldığı, Türk solcusunun zaten eritilmiş kişilik özellikleriyle dağıldığı bir ortamda biz, yine de bütün gelişmelerin anası olan devrimci silahlı savaşıma yüklendik. 1990'lara doğru gelip de biraz nefes aldığımızda, bunun öneminin bilincindeydik. Bu dönemde de savaş güçlerimiz içinde çeşitli yetmezlikler yaşanıyordu ve bu kabul edilemezdi. Devrimci savaş çizgisine gelememe, kendini bile idare edememe gibi durumlar görülüyordu. Ustalar, "Devrimci savaş, bir halkın -biz buna bir kişinin de diyebiliriz yaşayıp yaşayamayacağını sınayan en temel olgudur" derler. Bu temelde yaklaştığımızda halkımızın da yaşam belirtilerinin olduğunu gördük. 1989-‟90-‟91'e baktığımızda, halkın yaşama tutkusunun uç verdiği rahatlıkla görülecektir. Fakat daha da yüklenmek gerekmektedir. Bugün şunu açıkça söyleyebiliriz; bütün eleştirilerimize, bütün yüklenmelerimize ve onunla tezat teşkil eden ne varsa onlara rağmen gerçekleşen durum bir savaş durumudur. Ülkemizi hemen hemen doğal sınırları dahilinde, devrimci silahlı savaşımın içine aldık, bunun atmosferine kattık. Ülkemiz genişliğine gerillanın vuruşlarının etkisi altına girmiştir. Bazı bölgeler, kitlesel katılımları gerçekleştirme ve düşmanın dayatmalarını giderek eritip tasfiye etmeye doğru ilerliyor. Artık herkes kendi yaşamını devrimci savaş gerçeğine göre ayarlıyor. Düşman da bir savaşla karşı karşıya ve tüm çabası mağlup olmamak için. Bu nedenle elinden geleni yapıyor. Bugün savaşta ulaştığımız düzey bir zafer değildir. Ama yine de zafer için çok gerekli bir savaş durumuna ulaşılmış bulunuluyor. Açık ki, bu düzeyin çok iyi örgütçüleri, ordu kurucuları yok veya olanlar da yetersiz. Fakat dönem ve zemin tahrik ediyor; ordulaş, savaş, isyan et diyor. Hatta herkeste savaş bir tutku haline geliyor. Bu düzeye gelmeden, insan iyi bir komuta kişiliği tutturabilir mi? Bunlar özel kişiliklerdir. Belki siz böylesine olanaklı bir ortamda, savaş düzeyinde gelişme de sağlayabilirsiniz. Ama bizim halkımızın da durumu göz önüne getirilirse, her şeyden önce önderlik sıfatına sahip olmak önem taşımaktadır. Yani herkes savaşa varım dedikten, savaş için az çok olanak biriktirdikten sonra savaş kolaylaşır. Zor olan, her şeyin birkaç kişinin çabalarına şiddetle ihtiyaç gösterdiği dönemdir. Bu nedenle bugün savaşmak daha kolaydır. Çözüm kurnazlıkta değildir, yani görmemiştik, anlamamıştık, fazla bilincinde değilim demek; artık kendini aldatmaktan başka bir anlam taşımaz. Sorun, önderlik rolüne zamanında sahip çıkamamadır. Sanıyorum artık daha iyileri çıkacaktır. Yani bırakalım kadroları, halkın kendisi, kendi savaşına sahip çıkacaktır. Fark buradadır. İsteseniz de, istemezseniz de bu savaşa sahip çıkacaksınız; biriniz istemezse, on taneniz isteyecektir. Ortam zengin ve ileri düzeydedir. Yaman komutan adayları da çıkacaktır. Dolayısıyla savaşa kendini dayatan, tıkayıcı, örtbas edici, tasfiyeci kişilik devrini artık tamamlamıştır. Dönem, özellikle bu tip dayatmalara fırsat vermiyor. Bu iyi bir çıkış. Öncü kendisiyle oynasa bile, halkın kendisi bir çözüm olur. Bu da çok büyük bir gelişmedir. Tabii savaşın kazandırdığı mevziler de vardır. Bütün yetmezliklere rağmen mevziler, mücadelenin yarattığı dostluk ilişkileri, biriktirdiği olanaklar savaşı yıllarca besleyecek zenginliktedir. Şimdiye kadar bir türlü savaşamayanlar bile, “ben savaşamazsam beş paralık değerim kalmaz” deyip yeni bir hamlenin içine giriyorlar. Sizler ayıp olmasın diye savaşa geliyorsunuz. Yani PKK'nin elbiselerini, PKK'nin silahını kuşanmazsanız saygınlığınız kalmaz, hatta yaşama imkanı da bulamazsınız. Biraz da mecburiyetten dolayı savaşa katılıyorsunuz. Görkemlilik PKK'de, büyüklük PKK'de, savaş PKK'de, hatta maddi manevi yaşam da PKK'de... Bu nedenle PKK saflarına yoğun bir katılım var. Sorumlu kadromuzun da gelişme durumu buna dayanarak, artık bundan sonra daha iyi olabilir. Çünkü başka çaresi yok. Maddi temel onu iyi olmaya zorluyor. Aksi halde silinip süpürülecektir. O açıdan, bu amansız yılların anlamsız bazı eksikliklerine, zorluklarına rağmen, şu anki düzeyde savaşın pratik anlamda daha iyi ele alındığı söylenebilir. 1970'lerin teorik halk savaşçılığı, ‟80 ile ‟90 arasında pratik bir düzeyde gerçekleştirilme sorunuyla bizi karşı karşıya bırakmıştır. 1970-‟80 yılları arasında halk savaşının teorik sorunlarını Kürdistan'a uyarlamaya çalıştık. Onun için gruplaşma, onun için siyaset ve pratik geliştirildi. 1980-‟90 yılları arasında ise, savaşı salt bir teorik sorun olarak ele almaktan veya onun alt yapısının siyasi temelini atmaktan öteye, bizzat bir askerileşme, ordulaşma gerçeğine tabi tuttuk. Ve ikisi de başarıldı; teorik düzey tutturuldu ve ordunun temelleri atıldı. Derin bir şekilde olmasa da askeri bir yaşam, askeri bir üslup tutturma ve mevzilenme gerçekleştirildi. Savaşı pratik bir olgu olarak halka da, partiye de kabul ettirdik. Bu, ‟90 sonrası zafere doğru yürüyüşe geçmeyi, yani savaşı ordulaştırarak daha pekişmiş adımlarla yürütmeyi ifade eder. Bu açıdan günümüzdeki savaşın sorunları ne 1970-‟80'in teorik, siyasi çizgi sorunlarıdır ne de 1980-‟90 arasının ayakta kalma, askeri kişiliği ve yaşamı tutturma, tasfiye ettirmemek için direnme sorunlarıdır. Bu yıllarda direnilmiş ve ayakta kalınmıştır. Dolayısıyla ‟90‟ın gerçekçi savaş sorunu; askeri başarılar kazanma, halk savaşına adım adım ilerleme, askeri faaliyetlerle halkın kurtuluş siyasetini gerçekleştirme, her geçen gün artan başarılarla kesin zafere ulaşmaktır. Bu nedenle “içinde bulunduğumuz devrimcilik düzeyi başarı getirmeye yetmez” sloganını aştık. Eski dönemin anlam ifade eden savaşçılığı, artık bu dönemde anlam ifade etmez. Çünkü her dönemin devrimciliği kendi döneminde bir şeyleri kurtarır. Bir dönemin teorik ve siyasi faaliyeti çok değerlidir, direnmesi çok önemlidir. 1980'lerin başında direnme hayatiydi. 1980'lerin ortalarında askeri çizgide ısrar yine hayatiydi. Fakat aynı şeyleri olduğu gibi bugün de yapmak çok farklı bir dönemin çalışmasını günümüzde tekrarlamaya götürür, dolayısıyla faydasızdır. Bu dönemde “ne kadar direndim” deyip kendi kendini rahatlatmak ve partinin de buna onay vermesini beklemek ciddi bir yanılgıdır. Kesin zaferi yakalayan başarı doğrultusunda yürüyoruz. Gün be gün başarmaya mahkumuz sloganın gerekleri yerine getirilmek zorundadır. Sorunları teorik olarak kavrayıp salt bir direnişçilikle yetinemeyiz. Bunlar bizim için çözümlenmiş sorunlardır. Partinin teorisi doğrulanmış, halkın bütünü parti siyasetinin etkisi altına alınmış ve PKK direnmede zafer kazanmıştır. Şimdi gerekli olan, bütün bunların üzerinde başarılı askeri adımlar gerçekleştirmektir; serhildanda olsun, gerillada olsun başarılı adımlar atmaktır. 1990'ın sorunları başarının sorunlarıdır; giderek zaferi kesinleştirecek devrimci çalışma tarzı, özelde gerillanın çalışma ve vuruş tarzı olmaktadır. Nitekim biz de, bunlara açıklık getirmek için bu yıllarda kapsamlı değerlendirmeler yaptık. Bugün gerçekleşen duruma bakıp da “durum iyidir, en büyük avuntumuzdur, üzerinde kırk yıl da yatsak doymayız” demek büyük bir yanılgıdır. Buna ne kimsenin hakkı vardır ne de kişi kendini böyle değerlendirebilir. O zaman bu çerçevede durum değerlendirmesini tekrar yapacağız. Güncel sorun farklıdır. Zaten oldukça köylü, küçük burjuva mantığına uygun kişiliklerimizin de bazı hastalıkları vardır. “Günü kurtardık mı benden alası yok” diye kendinizden geçiyorsunuz. Hele yeni yetmeler, ellerine silah alıp küçük bir yönetim kademesine geldiler mi kendilerini yitirirler. Kendilerini, “benden daha iyisi yok, yılların özlemine kavuştum, ölsem de gam yemem” şeklinde ifade edilebilecek bir psikolojiye kaptırırlar. Bu, oldukça yaygın yaşanan durumlardan biridir. Kişi parti tarihinden habersiz oldu mu, kendini bu yaklaşımlara kaptırabiliyor. HALKLAR ÖNDERİ (11.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER