BiREY TOPLUM ÇELİŞKİSİ VE SÖMÜRGE KİŞİ GERÇEKLİĞİ (3.BÖLÜM)
Sömürge toplumlar tecrite alnmış toplumlardır. Tecrit edilmelerinin bir çok boyutu bulunur. Fakat en önemli sebeplerinden bir tanesi, onların direnç kaynaklarını ortadan kaldırıp iç bütünlüklerini bozguna uğratmaktır. Tecrit edilen her nesne içine akmaya başlar. Bu, bir fizik kuralıdır. İçine akan her nesne, ÇÜRÜR... Bu nedenle; Sömürge toplum, çürütülmeye alınmış bir toplumdur. Çürümenin ve çürütülmenin somutluk sahası ise, bireyin kendisidir. Bunun en çarpıcı bir biçimde gerçekleştiği yerlerden biri ise, Kürdistan'dır. Kürdistan'daki sömurgeciliğin en başarılı oldugu nokta, iç-içe geçirilmiş halkalar gibi, katmanlı bir tecriti hayata geçirebilmiş olmasıdır. Tecrit, Kürdistan'da herşeyi ve herkesi, adeta Matruşki bir yalnızlığa mahkum etmiştir. İkinci halka ise içerde ontolojik bir laneti örgütlemesidir. Lanet, hem siyaset hem de dini inançlar ve söylemlerle beslenir. Kürtlerin kökünü şeytan ile bir cin’in ilişkisine dayandıran mantık bu sömürge zihniyetidir. Bu lanetten kurtulmak için gösterilen kapı ise, inkar kapısıdır. Sömürge kişi kendini ve kökünü inkar ettikçe kurtulacağına inandırılmaya çalışılır. Oysa bu, çıkışı olmayan bir labirenttir. Herşeyi dibine çeken bir girdap….
Sömürge insan gerçekliği hakkında çok şey yazılıp çizilmiştir. Bu konuda Frantz Fanon'u en başta belirtmek gerekir. “Yeryüzünün lanetlileri” adlı kitabı mutlaka okunması gereken bir baş yapıttır. Albert Camus, sömürge insan kişiliğini bir giotinciye benzetir ve der ki; “giotine sunacak kafa bulamadığı zaman, kendi kelesini sunar.” Kürdistan'daki sömürge kişilk üzerine ise Başkan APO'nun “Kürdistan'da Kişilik Sorunu, Devrimci Militanın Özellikleri ve Parti Yaşamı” isimli kitabı olağanüstü bir kaynak ve yol göstericidir. Hatta Kürdistan Özgürlük Hareketinin spesifik doğuşuna sebebiyet sağlayan en önemli çalışmadır. Başkan APO; Kürdistan'daki gerilla mücadelesinin oturtulmasında bu çalısmanın belirleyici olduğunu belirtmiştir. Kişilik çözmlemelerinin bir yöntem olarak, devrimci mücadelenin bir parçası haline gelmesi, dünyada bir ilktir ve bu çalışma ile mümkün hale gelmiştir. Bu nedenle mutlaka derinlemesine okunmalı ve incelenmelidir. Bu yazının konusu, sömürge kişiliğin özelliklerini ele almaktan ziyade, onun kendini gerçekleştirme çabası ve yöntemini içermektedir. Fakat bazı boyutların anlaşılması için kimi vurgular kaçınılmaz olarak yapılmak durumunda kalınmıştır.
Sömurgeci Türk Devleti, hükümran kötülüğünü; parçalayıp böldüğü Kürdistan toplumunun arkasına gizlediginden, sömürge Kürt kişiliği, çoğunlukla kendinden kaçmayı, kendini terketmeyi öncelikli kurtuluş kapısı olarak tercih etmiştir. Çünkü onun gözünde asıl kötülük kendi toplumundadır. “O kötü özellikler yüzünden bu haldedirler. Sömürgeciler bundan dolayı, hakim hale gelmişlerdir. Öyleyse, kendisinde ki toplumsal değerlerin tutulacak, sahip çıkılacak bir tarafı yoktur” mantığıyla hareket eder. Bu nednle kendine kör, kendine sağır, kendine dilsiz kalmıştır. Kendinden başka herkese, herşeye duyarlıdır. Kendi kıyametini görmek yerine; başkasının, özelliklede hakim ulustan olanın acısına, kaybına, yaralarına ağıtlar yakar. Olağanüstü bir duyarlılıkla sahiplenir, aynılaşmaya çalışır. Bıraksalar, onun için kendini feda eder. Yeter ki, kabul edilsin efendileri tarafından. Bu canhıraş çabanın temel nedeni, doğruluğuna inanmalarından dolayı değil, hükümranı inandırmak içindir. Ama nafile bir çabadır bu ve bunu her iki taraf da bilir... Bu, efendiyi gülümseten, sömürgeyi ise çaresizlikle boğan bir tablo gibidir. Bu kadar kıstırılmış, bu kadar hiçleştirilmiş ve bu kadar bitirilmiştir. Yapılan esasta, varolandan kurtulma arzusu ve bir çıkış bulma arayışıdır. Efendiye sarılırkende, efendiden kaçarkende hedeflenen aslında kendini gerçekleştirme talebidir. Hiçlikten kurtulma trajedisi... Oysa sömürgeciler tarafindan tersine döndürülmüş bir akışın içine düşmüştür. İstikameti çürümek olan bir akış...
Tersine çevrilmiş çıkış diyalektiğine inandırılan sömürge insan gerçekliği; son kertede ve en uç manasıyla, annelerinin karnını parçalayarak doğan, varoluşlarını annelerini öldürerek gercekleştiren bir yengeç cinsinin özelliklerini çağrımaktadır... Sömürge toplumlarda kendin olmak ya da kendini gerçekleştirmek, diğer toplumlara nazaran daha zordur, fakat imkansız değildir. Çünkü sömürge toplumlar, kendi hastalıklarını bireylere yükledikleri kadar, umut beklenti ve arayışlarını da yüklerler. Onlar hiç kimsenin istemediği kadar özgürleşmeyi isterler ve bu talep, adeta genetik bir talep olarak nesilden nesile aktarılır. Bu, özgürlüğe güdümleniş hali, hem bir liderliğin doğuşuna kaynaklık eden diyalektiğin, hemde toplumsal özgürlüğü olgunlaştıran diyalektigin özünü olusturur. Bu yüzden en görkemli kişilikler en ezilen toplumlardan çıkmışlardır…
En başta söylenmesi gereken şey sömürgeciliği karşısına almadan, onunla ruhsal ve zihinsel bir hesaplaşma yaşanmadan, hiç kimsenin, hiçbir biçimde kendini gerçekleştiremeyeceğidir. Sömürgeci hegomanik zihniyeti ve ona ait olan herşeyi, kör bir itirazla dahi olsa ret etmek, ilk takınılması gereken tutumdur. Buna sömürgecinin dilinden başlamak, onun normalitesini, onun estetiğini, onun sanatını, onun kültürünü, kabul etmemek; bunların yerine, kendi dilini esas almak, kendi normalitesini inşaa etmek, kendi öykülerini, kendi şiirlerini yazmak, kendi özgün estetiğini oluşturmak, kendi doğrularını, iyilerini, güzelliğini gerçekleştirmek olmazsa olmaz olandır. Varoluşsal laneti tersine çevirip, varoluşsal düşmanlığı esas almak, nefretini kendi özüne degil, düşmanına yöneltmek esas alınması gereken en somut tutumdur. Bunu gerçekleştirmek, sömürge ruhlarda öz istencin (iradenin) şafağını başlatmak demektir. Çünkü bilinir; ”Bozuk düzende sağlam çark olmaz” (Pir Sultan Abdal) Ikinci temel esas; kendi toplumu olmadan, toplumsallığı kapsayıp, toplumsallığı hedeflemeyen hiçbir arayışın, sömürge insanın kendini gerçekleştirmesine ve kendini özgürleştirmesine yol açmayacağıdır. Sömürge toplumun çelişkileri, kendi iç dinamiklerinden doğan sinifsal çelişkiler değildir. Ruhuyla, emeğiyle, kültürüyle, inançarıyla, doğasıyla, bütün ahlaki değerleri ve bütün tarihiyle saldırının, sömürünün hedefindedirler. Topyekün bir imha sürecidir bu…
Sömürgecilikle mücadele bu nedenle varoluşsal bir mücadeledir. Dolayısıyla, Kürdistan gibi sömürge bir ülkede, devrimcilik bir senek değil, aslında bir mecburiyettir. Devrim, bir taraf tutma ve bu taraf adına varoluşsal bir kavgaya tutuşmaktır. Devrim, kişiye kendini gerçekleştirme fırsatı sundugu için, sömürge Kürt insanı bu kavgaya katılır. Ulusal kurtuluş sürecinde bireysel amaçlar ile toplumsal hedefler iç-içe geçerler. Bu, evrensel bir prensiptir. Devrimiciliği esas almayan sömürge ulus kişisi, hangi okulu bitirirse bitirsin, hangi diplomaya sahip olursa olsun ve hangi mevki ve makamda bulunursa bulunsun, hiçliğini büyütmekten baska hiçbir şey basaramamıştır. Sıfatlarka zanılabilir, büyük sermeyelerin sahibi olunabilir, büyük rütbeler ve apoletler alınabilir, ama bunlar; sömürge insana giydirilen ve ruhlarında bir karadelik gibi herşeyi yutan o hiçliğin karşısında hiçbir şey ifade etmezler. Öyleyse tekrarlamakta fayda var, “Bozuk düzende sağlam çark olmaz..” Hiç birşey bilmiyorsak, elinmizde hiç bir şey bulunmuyorsa öfkemize sarılmalıyız. Çünkü, sömürge insanın öfkesi, sevgisinden ve merhametinden daha kutsaldır.
KEMAL GÜLER (KALE)
3.BÖLÜM
YORUM GÖNDER