ÖNDERLİK GERÇEĞİ-11.BÖLÜM
Önderliği tanımlarken biz derdik ki, Önderlik hiçbir zaman ihanete bulaşmamış insandır. Bunu belki biz dar ele alıyorduk. Yani Kürdistan’da öyle bir toplumsal sistem kurulmuştu ki veya öylesine sömürgecilik sistemi etkili kılınmıştı ki, bu ülkede ihanete bulaştırılmamış tek bir kişi bile bırakılmamıştı. PKK hareketi de bu ihanete karşı mücadelenin adı olarak ihanete karşı tavır alışın adı olarak ortaya çıkıyor. Bu anlamda ele aldığınızda daha ötelere, daha derinlere gitmek gerekir. Önderlikteki ihanete bulaşmama özü itibari ile nedir? Ne aşılan feodal sistemin ne de gelişen kapitalist sistemin kişiliğinin, ruhunun onda nüfus edebilmesidir ve bunların hiç birinin bunda nüfus etmemesidir. Onda gerçek ifadesini bulmamasıdır. Onda kendini somutlaştırmamasıdır. Önderlik sistemin insanın sistemi olmadı. Onun kültürüne, kimliğine, kişiliğine bulaşmadı. Hep onların dışında kalmayı tercih etti. İçine girdiğinde bile dışındaydı. Bu nokta büyük önem taşıyor. “Ben böyle yaşamayacağım” kavramı budur. Ben böyle yaşamayacağım dediğinizde özü itibarı ile siz bir sistemi yaşamadığınızı söylüyorsunuz.
Sonuçta her toplum bir sistemi anlatıyor. Ya da bu genel sisteminde bir parçası olabilir, ama en azından egemen sistemi anlatıyor. Onu yaşamamak sistemi yaşamamaktır, sistemin kültürüne bulaşmamaktır. Sistemin kişiliğini kazanmamaktır, sistemin ruhundan uzak durmaktır. Bu açıdan da kendi özgünlüğünü korumaktır. Önderlik bunu koruyor. Ben böyle yaşamayacağım demek kesinlikle bu anlama geliyor. Anayla kavgası da kesinlikle bu biçimdedir. Ana özü itibari ile kendisini, kendi anlayışı veya ilkeleri temelinde bir toplumsallaşma sürecini tabi kılmak istiyor. Ananın diğer yandan da kendisine verebilecek bir toplumu yoktur. Ortada Kürt toplumu denilen bir toplum söz konusu değildi. Parçalanmış, dağılmış, ailecik objelerinden öteye fazla bir değer ifade etmeyen bir toplumsal gerçeklik ne verebilir? Hiçbir şey. Önderlik bunu görüyor ve "o tanrıça artığı zihnimden silindikçe, silindi. Zalimce bir ayrılık ama gerçek olanda buydu. Bundan sonra ben ne yapacaktım? Kendi toplumsallığımı kendim kuracaktım” diyor. Daha çocuk yaşlardan itibaren, kendi toplumsallığını kurma çabasına giriyor. Bu da nedir? Özlediği dünyayı kendi çocuk oyunlarında yaratıyor. Çocuktan daha fazlasını bekleyemezsiniz. Çocuk kendi özlemlerini, çocuklarla yaptığı oyunlar dünyasında somutlaştırmak ister.
Örneğin şu nokta çok büyük önem taşır. İnsanı nasıl etrafınızda toplarsınız? Verecek bir şeyleriniz olsun ki insanları etrafınıza toplayabilesiniz. Onlara sunacak bir şeyleriniz yoksa insanlar size gelmezler, sizin etrafınızda birleşmezler. Önderlik çocuk yaşlarda avcılık kültürüne çok meraklı ve ilgilidir. Hatta kırsal alana açılıyor. Diyor ki: “Evde ipini koparmış at gibi ben kırsala çıkardım, yalnız başıma dolaşırdım.” Bu biraz da şeye benziyor. Daha sonra belli bir yaş sürecinde bilgelerin ve peygamberlerin yaşadıkları inziva süreçlerine benziyor yalnız kalmak. Yalnızlık gerçekten dayanılır gibi değildir. Yalnız insan yoktur. Yalnız insan en azında anılarıyla, hayalleriyle birlikte yalnız değildir. Hayaller kendisine mahsus değildir. İnsan kendisiyle sınırlı hayaller kuramaz. Eğer varsa öyle hayaller Allah belasını versin. Önderliğin hayali nedir? Belki de başta farklı bir şeydir. Bu kadar kapsamlı değildir ama zaman içerisinde hayal nereye ulaşır? Bir ülkeye ulaşır.
Önderlik bir ülke, bir toplum istiyor. Hayallerinde o var. Daha ileriye gidiyor, Önderlik bir insanlık istiyor, hayalinde o var. Önderliğin hayalleri böyledir. Yoksa dar anlamda ben şu olayım, ben bu olayım değildir hayaller. Aslında yabancılaşma kavramını, Önderliğin işlediği Enkidolaşma sürecini anlattığı şeyde biraz ilkokula birlikte başlayan süreç özü itibarı ile biraz buna benzer. Biraz tekildir. En azında güç olma, değişimi ortaya çıkartma neyle mümkündür? Gücün keşfinin farkına varıyor ve kestirmeden güç olmanın yolu başka yerlerden geçiyor ve Önderlik buna yönelir. Ama şu bir gerçektir: Tek düşünmüyor, sadece kendisini kurtarmayı düşünmüyor. Bu önemli bir etkendir. Kendi toplumunu, kendi insanlığını kurma zaten peygamberler öyledir. Her peygamber kendi toplumunu kurar. Özelliği budur. Her peygamber kendi halkını yaratır.
Önderlikte başlangıçtan itibaren kendi halkını, kendi toplumunu ve insanlığını yaratma istemi var. Çocuk verili dünyaya bakar. Biz hepimiz verili dünyaya bakarız. Göz var, görüyoruz, gözün amacı görmektir, seçmektir. Mesela öküzde de göz var, uçurumdan düşmemek için kullanıyor. İnsanda da göz var, gördüğünün ötesini görmek için, görülenin ötesine geçmek için kullanır, zekayla birleştirir. Görmek insanda ayrı ve derinlikli bir anlam ifade eder. Bakmak aslında her bakış açısı ile görmek anlamına gelmiyor. Bakar körler var. Bakar kör kavramı en çok Önderliğin çocukluk dönemini tarif ederken insanların yaşam biçimlerine ilişkin tasvirlerine baktığımda daha iyi anlayabiliyorum. Kürt toplumuna bakıyorsunuz, ağır yabancılaşma var, tarihiyle bağları kesilmiş ve tarih bilincinden yoksundur. Nereden gelip, nereye gideceğini bile bilemeyecek duruma düşmüş, ülkesi elinden alınmış, toplum olarak dağıtılmış, dili yasaklanmış, kendi ana diliyle bir eğitim göremiyor, kendi kültürünü gelecek kuşaklara taşıyamıyor ve asimilasyona uğruyor. Burada bir yabancılaşma, bir kendinde olma, çıkma sürecine alınmış bir toplum gerçeği söz konusudur. Kendisi olmaktan çıkıyor.
Mesela köy ortamını düşünüyorsunuz. İnsanların bir yaşam biçimi var. Yaşam kendiliğindendir, günlüktür, insanlar günlük yaşıyorlar, yani dün yok, yarın yok. Onun için yarının ne getireceği çok fazla bilinmiyor. Köle bile olunamayacak bir yaşamın gerisinde bir yaşam tarzı. Yine de insanlar yine de o yaşama şükür ediyor. Allaha şükür bu günde karnımız doydu diyor. Önderlik onu neye benzetiyordu? “Kürdistan toplumsal zemini biz de bir ölüler yatağıdır.” O günün koşullarında Kürdistan gerçekten de bir ölüler yatağıydı, ayakta gezen ölüler topluluğu da denilebilir. Adeta bir bataklıkta yüzüyorlar. Yaşam bütün kirli suların aktığı bir bataklıkta yaşamaya, orada konumlanmaya, orada soluk almaya benziyor. İnsanlar gırtlaklarına kadar bataklığın içinde yüzüyorlar. Orada yaşam sürdürüyorlar, oradan su içiyorlar ve üstelik Önderliğin kendi deyişiyle “oh be, ne temiz suymuş ve su içtik diyorlar.” Önderlik buna bakıyor ve diyor ki: “Ben böyle yaşamayacağım.” Yani bunu görüyor. Diğeri ise bu yaşamın içerisinde sadece o yaşamın akıntılarına kapılmış olmakla yetinmiyor ve bununla kalmıyor bir de o yaşama en iyisi diyor. Öyle sunuyor yarabbi şükür, Allaha şükür geçinip gidiyoruz, yuvarlanıp gidiyoruz. Tanımlama esas itibarı ile budur. O zaman Önderliğin vardığı sonuç şudur: “Yaşam böyle olmaz. Eğer böyle değilse, o zaman yaşama ihanet edilmiştir, birileri yaşama ihanet etmiştir ve mevcut özellikleriyle bu yaşamı mümkün değildir. Böyle bir ortamda arzu edildiği gibi yaşamak olanaksızdır.
Dolayısıyla yapılması gereken öncelikle bu yaşamı ret etmektir.” Ben böyle yaşamayacağım demektir. Bu mevcut toplumsal sistemi reddetmek anlamına geliyor. Onun içine girmeyi reddetmek anlamına geliyor. Hayır, ben böyle yaşamayacağım, diyor. Yine de yaşamak gerekiyor. Eğer öyle yaşayamıyorsanız nasıl yaşayacaksınız? O toplumsal ortamın size sunduğu yaşam tarzını benimsemiyorsanız, onun dışında kalıyorsanız, ona tümüyle aykırı düşüyorsanız o zaman yine de bir yolunu bulup yaşamalısınız. Nasıl yaşayacaksınız? Öncelikle alternatifini bularak yani alternatifini kurarak yaşayabilirsiniz. Diyelim ki kuramadınız, neyle yaşarsınız? Soyut yaşarsınız, soyut yaşamayı tercih edersiniz. Nedir soyut yaşamak? Bir maddi zemine dayanmadan yaşamaktır. Mesela İmralı’da somut yaşanır mı? Bu en çarpıcı örnektir. Hangi olanağa, hangi gerçekliğe dayanarak yaşıyorsunuz. Her günü birkaç ölüme beter ama yaşıyorsunuz. Orada nasıl yaşıyorsunuz? Orada özgür insanı yaşatıyorsunuz ve özgür insanı savunuyorsunuz.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER