IŞIK HÜCRESİNDEN BİR PARÇA
Adı Soyadı: Nuriye DEMİR
Kod Adı: Berçem BARGİRAN
Doğum yeri ve tarihi: 1971, Bulanık / Muş
Katılım yeri ve tarihi: 1992 Baharı, İstanbul
Şehadet yeri ve tarihi: 07.12.1997, Xinêrê / Güney
Güneş ağır ağır batarken, yerini alacakaranlığa bırakıyordu. Bütün doğayı kaplayan sessizlik, hiç durmadan akan suyun sesine karışıyordu.
Gökyüzü karanlığını süsleyen binlerce ışık hücrelerinden en parlak olanını bulup, onda geleceğin umudunu arardı. Bir korku kaplardı benliğini. Bu yüzdendir ki, hiç istemezdi gecenin olmasını. Bu karanlıktan korktuğundan değildi. Güneşe ulaşamayacağının vermiş olduğu bir burukluk olsa gerek. Oysaki güneşi kendisine daha yakın hisseder, onda bir parça ateş olmak isterdi. Kendi kişiliğine ters düşen karanlık içerisinde sabahlara kadar bununla savaşırdı. Yüksek tepeler ardında kızıllaşmış bulutlar içerisinde güneşin doğuşunu izlemek ona büyük güç verirdi. Yeni bir güne kişiliğinin bir kat daha yenilendiğini hissederek başlar, güneşten aldığı enerjiyi yoldaşlarıyla paylaşma umudu kaplardı bütün ruhunu. İşte o zamanlar yaşama sıkı sıkıya bağlanır, yoldaşlarıyla daha da bir bütünleşirdi.
Berçem dağların asi kızı, çirkinliklerin azılı savaşçısı, yaşamın umut kaynağı, sevginin en vazgeçilmez öğesi ve herkesin idealindeki militandı. O güneşin kızı, zorluğun çocuğuydu. Uzun iri bedeniyle korkardı ışıktan kopuk karanlık. Direnemezdi onun kendine has güzelliği karşısında. Rüzgârda dalgalanan sarı saçları, dans eden başakları andırırdı. Güneş dahi kıskanırdı onun saçlarını. İnsan gözlerine bakmaya kıyamazdı. O kadar mahsum, o kadar temiz ve içliydi ki adeta deniz berraklığını toplamıştı kendisinde. Saatlerce oturup bakmak yetmezdi o ışık hücrelerine. Herkes kendisinden bir parça görürdü şeffaflığında. Yılların acıları, zorlukları, adeta hiç yıpratmamıştı. Her geçen gün daha bir güzelleşiyor, daha bir gençleşiyor, her zorluğu kendi başarısının anahtarı yapıyordu. Onun için hiçbir şey olanaksız değildi, “Yeter ki insan kendisini versin” derdi. Onun felsefesi yaşamı ve güneşi insanlarla buluşturmak, onları yaşanılır kılmaktı. Gittiği her yer güzelleşir ve yeniden canlanır, hareketlilik doğardı. Adeta fırtınalar kopardı orada.
Aslen Muş’lu olan Berçem, okuduğu İstanbul üniversitelerinin birinde partiyi tanımıştı. Arayışlarının en son durak noktası burasıydı. Zaten hiç sevmemişti beton yığınları arasında buzlaştırılmış insanları. Halkının her gün gözlerinin önünde ezilişi, düşmanın kendisine hak gördüğü insanları ezip geçme politikası giderek dayanılmaz bir hal almıştı. Kendi diliyle kendisini ifade edemeyişi, bir kadın olarak ikinci kez sömürülmeye mahkum edilişi onda giderek bir öfke seline dönüşüyordu. Artık kaderine boyun eğemezdi. Bütün bunları kabullenemezdi. Bir çözüm olmalı diye düşünürken, kardeşinin hayali gözlerinin önünde canlandı. Sanki ‘gel’ diyordu, ‘kurtuluş burada, özgürlük burada’ dercesine ‘gel’ diyordu. 1991 yılında gerillaya katıldı. Büyük umutları, büyük hayalleriyle düşmana kan kusturma istemi giderek daha da artıyordu. Yıllardır özlemiyle dolu olduğu, rüyalarından hiç eksik olmayan, cennet kokan ülkesine kavuşmuştu. Hala gözlerine inanamıyor, hayal gördüğünü zannediyordu. Kendisini bütün gücüyle, bütün yaşam hırsıyla yaşama katıyor, öğreniyor, tanıyor, bütünleşmenin zevkini çıkarıyordu. Gerçeklikler gün geçtikçe onu zorluyordu. Hiç de hayallerinde olduğu gibi olmadığını anlamıştı. Kendisiyle sürekli çatışıyordu. Hem kendi gerçekliğini, hem de halk gerçekliğini bir türlü kabullenemiyordu. ‘Gerilla böyle olamaz, benim hayallerimdeki, rüyalarımdaki çok daha farklıydı’ diyordu kendi kendisine. O kadar kendisini yalnızlaştırmıştı ki, artık kimseyle konuşamaz hale gelmişti. Yaşananların partiden uzak oluşu, o küçük kalbini yakıyor, gün be gün bitiriyordu. Giderek bir noktaya ulaşıyordu, sonuç olarak ne olursa olsun kendince bir tavır koyacaktı. Yaptığı çıkışlar çok etkili olmasa da yılmadı. Boynunu eğmedi gerilikler karşısında. İçinden büyük bir öfke duyuyordu bu yaşananlara. Ama düşman gerçekliğini de göz ardı etmiyordu. İnsanlarımızı bu hale getiren sistem değil miydi? O zaman büyük oynayacak, beyninde onu yenecekti. Gün geçtikçe kendisini derinleştiriyor, Önderliği anlamaya çalışıyor, O’nun ideolojisini ruhunun derinliklerine kadar işliyordu. O doğru yolda olduğunu biliyordu. Engebeliydi bu sınav. Ya susup benliğinde yok oluşu kabullenecek, ya da bir tanrıça kişiliğine ulaşacaktı. İkinci seçimi yaptı ve bildiğinden hiç taviz vermedi.
1993’te Önderlik Sahası’na geçmesi onun için yepyeni açılımların başlangıcı oldu. Partiyle bütünleşmeyen özelliklerinde çok ısrar etse de Önderlik gerçeği karşısında dayanamamıştı. Ona çok ağır gelen bu süreçte bazen oluyordu ki hiç kaldıramayacağı, hatta pes etmeye dahi kalkıştığı anlarda hep bir ışık yolunda ısrarlı olması gerektiğini söylüyordu. Artık çok güçlenmiş, değişmişti. Bir başka Berçem çıkmıştı ortaya. Sınavını başarıyla veriyordu. Örnek bir öğrenci oluyordu bütün yoldaşları arasında.
1995’te ülkeye geliyor. Şehidan’da büyük ısrarları sonucunda savaşmak için Güney’e geçen Berçem bütün kinini düşmanda patlatmak istiyordu. Fiziki olarak zorlansa da her şeyin kolayını seçmek ona ters düşerdi. İddialıydı özgürlük dağlarında yürümeye, hem de bütün gücüyle. Biliyordu ki her zorluğun arkasında bin bir güzellik gelir. Yürüyüşlerde kendi zorlanmasını bir tarafa bırakır, arkadaşları yürütmek için onlara güç ve moral aşılardı. Onunla göreve gitmek morallerin en büyüğü, eğitimlerin en deriniydi. Yolda giderken bütün tabiatın güzelliklerini arkadaşlarına anlata anlata bitiremezdi. Bazen Önderlikten, bazen yaşamdan, bazen yoldaşlarından, bazen de kendisinden söz ederdi bu uzun yolculuklarda.
Bölükte manga komutanı olarak, siyasi komiserliğini en başarılı şekilde yerine getirirdi. Önderlikten aldığı birikimi yoldaşlarıyla paylaşır, onları eğitmek, onları güçlü bir militan yapmak için kullanırdı. Hiç usanmadan, defalarca tekrarlardı Önderliğin talimatını, ta ki kavratıncaya kadar. Her bir parçasını onlarda görür, bütün güzellikleri onlarda bulurdu. Kadını tanıtmak çok kolay olmasa da bir başlangıçla, her gün bir yönüyle, farklı bir boyutuyla kadının saklı olan yönlerini, beraberce ortaya çıkarırlardı. Kadından uzaklık vardı ama üstün çaba sonucunda istediği sonucu alacağına inanıyordu. Nasıl ki yaşamın özü kadında saklıysa bu gizli gücü ortaya çıkartmalıydı O. Gün geçtikçe adeta arkadaşlarının aşkını kazanıyordu. Her geçtiği yerde hayranlıkla bakılıyordu. Herkes bir parçasını onda buluyor, ona çelikten bağlılıklar gelişiyordu. Yaşamdaki yeri belliydi. Onun yokluğu hemen aranır, ama hiçbir şeyle doldurulamazdı. Bütün arkadaşlar ‘ne zaman gelecek’ diye sabırsızlanırlardı. Mangasındaki arkadaşlarla tek tek ilgileniyor, onların gelişimleri için çok uğraşıyordu. Her şeyin özünü yakalamak isteyen Berçem, en çok da kendisine benimsediği ikna yöntemini kullanıyordu. ‘Ben değişebiliyorsam herkes değişebilir’ diyordu sık sık yoldaşlarına.
Takım komutanı olduktan sonra da içinde bir kor gibi yükselen savaşma istemi artmıştı. Kendisini çok dayatmıştı savaşa gitmek için. Büyük hırsı ve çabası sonucunda ön cephede yerini almıştı. Artık yıllardır içinde bastırdığı düşman intikamı ona kan kustururcasına gidiyordu savaşa. Yaşamda başarılı olduğu kadar, savaşta da bir o kadarını elde ediyordu. Düşünceyle savaşı bir bütün ele alıyor, onu eğitimde sürekli işliyordu. Özellikle de bir kadın olarak bunun önemini çok iyi biliyor, gereklerini de sonuna kadar yapıyordu.
Yıl 97. Soğuk, çok soğuk bir kışa girişti. Tabiat bütün güzelliğini karlara bırakıyordu. Gün geçtikçe şiddetlenen soğuk bir şamar gibi rüzgârlarla yüzüne çarpıyordu. Buz tutan elleriyle yakmaya çalıştığı ateş inat ediyordu sıcak ellere. Üzerine koyduğu demliğin yanında oturarak yüksek dağlara bakıyordu. Çok derinlere dalmıştı, sanki anlamıştı, son bir defa bir özgürlük mekanında kaldığını. İçinde anlatamadığı bir hüzün vardı. Gariptir ama bir taraftan da bir rahatlık ve mutluluk içindeydi ruhu. Şehit yoldaşları gözlerinin önünden geçti, her biri farklıydı, güçlüydü ve ulaşılamayanı yakalamıştı. Onlara ulaşmak güçlü bir kişilikten geçer diye düşünürken, yüksek bir sesin bağırmasıyla kendisine geldi. Düşman çıkmış, çok yakınlaşmıştı. Bir grup yeni arkadaşla Sîdeka’nın en yüksek tepesine çıktılar. Uzun bir çatışmadan sonra bile düşman gitmek bilmiyordu. Bütün grubu savunmak için öne giden Berçem, arkadaşlarının bir an önce geri çekilmesini umut ediyordu. Yarasına hiç aldırmadan, son bir defa da olsa, bütün kinini düşmana boşaltma çabasındaydı. Onu kurtarmaya gelen bir grup arkadaş sıkışmış, kurşunlardan onu koruyamıyorlardı. Berçem onlara ‘Gidin, kendinizi kurtarın, nasıl olsa ben şehit düşeceğim, en azından size bir şey olmamalıdır’ dedi. Bunu kabullenmeyen Şerif arkadaş geri dönerek, arkadaşını kurtarmaya geliyordu ki, kahpe kurşunlardan biriyle o da şehit düştü. Kimsenin gelmemesini söyleyen Berçem bombasını avuçlarında sıkı sıkıya tutuyordu. Ağzından çıkan son kelime ise ‘arkadaşlara selam söyleyin’ Artık özlemini çektiği güneşe ulaşmış, güneşten bir parça umut olmuştu Kürdistan dağlarında. Işığa olan özlemi, ışığı sevişi ve ona ulaşma istemiyle buluşmuştu. Sözler gereksiz kaldığı anda, onun yaşama olan aşkı ve bağlılığı anlatır bizlere onu. Tabiatın sarıçiçeği, tabiattan bir parça oldu, ışık hücrelerine dağıldı.
XAKÛRKÊ’DEN MÜCADELE ARKADAŞLARI
PAJK.ORG
YORUM GÖNDER