HAKİKATTEN KAÇAMAZSINIZ
Kadının ilk başkaldırısından bu yana özgürlük karşıtı yapılar, ister devlet, ister erkek, ister ataerkil gelenek, ister farklı kurumlar eliyle olsun sürekli karşı bir saldırı mevcut. Kadın kırımı düzeyindeki saldırılara karşı kadının mücadelesi de büyük. Ana tanrıçanın konumunu alaşağı edip ataerkil sınıflı uygarlığa geçişi sağlayan Enkidular’a, Marduklar’a karşı direnen İnannalar’ın ve ardılı olan Saralar’ın, Berîvan Zîlanlar’ın, Delal Nurhaklar’ın, Sêvê, Pakize, Fatmalar’ın, Sara Tolhildan ve Rûken Zelaller’in izindeyiz. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez yoldaşları şehadetlerinin 10. yılında saygıyla anıyor, katliamı aydınlatmayan Fransa devletini şiddetle kınıyorum. Komployla siyasi cinayetler işleyen faşist Türk devleti bu katliamların hesabını mutlaka verecektir.
Ataerkil sistemin egemen erkeklik saldırıları hiç bitmedi. Buna karşılık direnen kadınlık tarihte hep var oldu. Kadın özgürlük sorunuyla beraber yaşanan derin toplumsal-siyasal sorunlara müdahil oldukça, örgütlendikçe, karşı koyuşlarını program ve stratejiye dönüştürüp özgürlük mücadelesini yürüttükçe erkek şiddeti de devlet dehşeti olarak kat be kat örgütlenerek kadının karşısına çıkarıldı. Geçmiş tarihin öğretisi, ahlaki-politik toplumun temel değerlerinin temsili olan Tanrıça’nın doğrudan hedeflenmesindeki amaç kadın şahsında toplumsal iradenin kırılması, teslim alınmasıdır. Sömürgeci erkeklik, bu zihniyet üzerinden kurumsallaşan devlet-iktidarlar bu taktiği kadına karşı hep uygular.
Kadın susturuldu mu yaşam ölür
Geleneksel toplum, kendi sınırlarına dahil ettiği kadını toplumsal cinsiyet kodlarıyla çevreleyerek kendini sağlama alır, dışına çıkanı geleneksel ahlakın yargılarıyla boğar. Bu sınırları aşıp devrimcileşen, politik kimliği olan kadınlara dönük kırım politikasını ise devlet üstlenir. Toplumsal cinsiyet barajını aşan kadın bu kez devletin barajına takılır. Siyasi baskı, tutuklama, idam, işkence, teslim alma sonuçsuz kalınca doğrudan askeri suçlara, siyasi katliamlara yönelir. Kadın, bol acılı, bol trajedili süreçlere rağmen hep yeniden yeniden doğrularak xwebûn olmayı başarmıştır. 9 Ocak’ta heval Sara (Sakine Cansız), Rojbin ve Ronahi şahsında özelde mücadeleci Kürt kadınlarına, genel anlamda ise sistem karşıtı kadınlara mesaj verilmiştir. Kadın susturuldu mu yaşam ölür, toplum ölür.
Bir tılsım, bir ezgi…
Sakine Cansız yoldaş, PKK hareketinin kurucu önder kadrolarından olup Kürdistan Kadın Hareketimizin kurucularındandır. ‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ adlı biyografisini kaleme aldığı kitabında ifade ettiği gibi Rêber Apo’yla yolunun kesişmesiyle hayatı değişen heval Sara, devrime ilk adımını attığı andan son nefesine kadar Rêber Apo’ya olan sarsılmaz inancıyla kadın özgürlük mücadelesini yürüttü. Rêber Apo, heval Sara’nın mücadele yaşamını, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin biyografisi, çizgisi olarak tanımladı. Toplumsal cinsiyetçiliğe redlerinin keskinliği Apoculukla tanışmasıyla devrimci keskinliğe dönüştü. Bu faşist cuntacı darbe rejimine karşı zindanlarda direnişin adı oldu. Öyle ki heval Sara’nın ismi bir tılsım gibi kadınından erkeğine, gencinden yaşlısına kadar tüm Kürtlerin kulağına çalınan özgürlük ezgisi oldu. ‘Berxwedan Jiyan e’ çizgisi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eylemi’yle zindanlardan topluma dalga dalga yayılan irade oldu. Heval Sara, iradenin tohumunu PKK’nin önder çekirdek kadrolarıyla ekti. Bir kişi şahsında yeni tarihin sayfaları yazıldı. Dünya kadın hareketleri tarihine çağdaş Roza Lüksemburg olarak geçti. Heval Sara en sert mücadele süreçlerinde bile barış ve özgür yaşama olan inancını hep korudu ve onun mücadelesini yürüttü. O, bir Kürdistan aşığıydı, yoldaş canlısıydı. Tükenmez bir enerjiye sahipti. Nerede bir gerilla birimi, yoldaş grubu varsa mutlaka ulaşır, buluşurdu. Ne Kürdistan’ın yalçın dağlarını ne de başka bir engeli hiç tanımadı. Sınırsızlığın, sonsuzluğun, engelsiz bir maratonun yılmaz devrimcisiydi. Yaşam enerjisi özgürlük enerjisi olarak akardı. Kürdistan Kadın Hareketimizin ve PKK’nin gelişimine birebir emek veren, yoldaşlığa olan bağlılığı kadar parti içi çizgi mücadelesinde keskin tutuma sahipti.
Teori ve pratik arasındaki bağ hiç kopmadı
Heval Sara eleştiri gücüydü. Eleştiri-özeleştiriyi en etkili ideolojik-örgütsel-politik eylem olarak yerine getirirdi. Çizgi militanlığını şekillendiren önder kadro olarak kadın hareketini hep bu çizgide geliştirmeyi esas aldı. Ve hep öyle katıldı. Önderlik hareketi olarak doğup büyüyen Kadın Hareketimiz ve PKK Hareketimiz sınıflı uygarlığın gerçeklerine ve faşist Türk devletine karşı bir ideolojik-politik eleştiri hareketi olarak kurulmuştu. Heval Sara, hareketin teorik programını söz-eylem-pratik bütünlüğü içinde eşsiz uyguladı. Heval Sara’da teori-pratik bağ hiç kopmadı. Tüm ömrünü adadığı özgürlük mücadelesinde her mekan devrim alanıydı. Kadınların, halkın örgütlenmesi en büyük sevinç kaynağıydı. Rêber Apo, heval Sara’nın katledilmesini ‘İkinci Dersim Katliamı’ olarak nitelendirdi. Heval Sara’nın hedeflenmesindeki tarihsel gerçeklere hem Kürt sorununun içinde tutulduğu katliam çıkmazına hem dönemin siyasi gerçeklerine işaret etti.
Fidan: Devrimin gülüşüydü
Fidan Doğan yoldaşımız başarılı, aktif bir kadın devrimciydi. Faşist Türk devletinin Kürtler’e karşı yürüttüğü soykırım, imha ve inkar savaşını dünya kamuoyuna duyurmak, Kürdistan özgürlük gerillalarının ve kadın mücadelesinin sesi olabilmek için canla başla, yüksek moralle hep çalıştı. Yüzünden eksik olmayan mutluluk, ruhunda çiçek açan devrimin gülüşüydü.
Leyla: Kürdistan’dan kopmayan ruh
Kürdistan’da yürütülen savaşın yol açtığı zoraki göçle ailesiyle birlikte Amed’den Avrupa’ya giden Leyla Şaylemez yoldaş, Kürdistan’dan kopmayan yurtseverlik ruhudur. Kürdistan gençliğine yönelik göçertme, yozlaştırma, öz değerlerine yabancılaştırma, amaçsız, iradesiz, anlamsızlaştırma politikalarına karşı Avrupa’da devrim, mücadele heyecanını Kürdistanlı gençlere taşıdı ve aktif militanlığını yaptı. Her üç kuşağın bir arada olduğu bir harekettir PKK. Heval Sara, Rojbin ve Ronahi bu toplumsal başkaldırının özetidir. Devrimcileri katlederek, devrimci mücadelemizi kesintiye uğratamayacaklarını ‘Jin, Jiyan, Azadî’ çizgisinin evrenselleşmesi göstermektedir. Heval Sara ‘Jin, Jiyan, Azadî’ felsefesini emeğiyle, mücadelesiyle ilmek ilmek dokuyarak binlerce kadının devrimcileşmesini, kadınların örgütlenmesini sağlayarak toplumsallaştırdı. ‘Jin, Jiyan, Azadî’ iradesinin bugün Kürdistan, Ortadoğu ve dünyada yankılanması devrimci mirasa sahip çıkan milyonların katliamlara verdiği cevaptır. Kadın şahsında devrimin kalbi her yerde atıyor, iradeleşme toplumsallaşıyor. Serhildanlarda, dağda, barikatlarda, fabrikalarda, meydanlarda yaşamın attığı her yerde olan kadınlar tek yürek tek sesle, devrimcileri katlederek, özgürlük arzusunu öldüremeyeceklerini, tersine mücadelenin daha da büyüyeceğini haykırıyor.
Türk devleti tarihi mezalim olan bir geleneğe sahiptir
Paris katliamının aydınlatılması, faşist Türk devletinin Kürtlere karşı işlediği suçlarda emsal olup, uluslararası hukuk mekanizmalarında yargılanmasını sağlayacaktır. Türk devleti, terör, şiddet ve cinayetlerini sınırları içinde ve sınır ötesinde rahat işleyemez duruma gelecektir. Bu suç devletinin beslenip büyütülmesi NATO kararı olup herkes için büyük zarar ve tehlikedir. Tehlike sadece Kürtler için geçerli değildir. Dini argümanları kullanarak milliyetçi-cinsiyetçi şovenizmle (sünni Türkçülük dışında) tüm farklı inanç ve kimlik yapılarına karşı düşmanlığı yaymakta. Müslüman ve kafir ayrıştırması beyaz Türkçü siyasi tarihine hiç yabancı değil. Sivas Madımak Otel’de alevileri diri diri yakan, Ermenileri inançlarından dolayı katleden, Türkleştiremediği Rumları yok eden, süren, tarihi mezalim olan bir geleneğe sahip Türk devleti, AKP iktidarıyla faşizan karakterini pekiştirmiştir. DAİŞ’in bir numaralı finansörü, askeri-lojistik destekçisi Türk devleti ve MİT teşkilatıdır. Sadece DAİŞ değil nerede paramiliter dinci bir yapılanma varsa faşist Türk devletinin işbirliği politikası kapsamındadır. Ortadoğu’da din adına şiddet ve savaşı körükleyen AKP’dir, bizzat Erdoğan’dır. Durmadan dış politikada ve askeri politikada verilen destekle Avrupa Birliği, NATO ve BM’yi oluşturan devletler kendi kucaklarında Türk devlet terörünü besliyor. Bu anlamda Türk devletinin başta kadınlara, Kürt halkına olmak üzere işlediği katliam ve suçlardan uluslararası mekanizmalar ve devletler de sorumludur.
Ömer Güney öldürülerek soruşturma bitirilmek istendi
Fransa-Türkiye işbirliğiyle işlenen 9 Ocak Paris Katliamı örtbas edilerek, Türk devletinin katliamcı siyaseti desteklenmiş oldu. Tetikçi Ömer Güney, Fransa polisi tarafından tutuklanıp soruşturulduğundan katliama dair detaylı bilgiye Fransa devleti vakıftır. Ancak siyasi çıkarları gereği Türk devletini açıktan suçlayan bir dosyaya dönüştürmemiştir. Zindanda şüpheli ölüm diye bir durum yaşanmaz. Üstelik siyasi bir cinayetse bu mümkün değildir. Katilin kendisi öldürülerek soruşturma bitirilmek istendi. Çünkü Fransa devleti katilin ölümü ardından soruşturma dosyasını kapattı. Ailelerin MİT hakkında yeniden suç duyurusu üzerine dava açılmış oldu. Aileler Mart 2018’de, katliam emrini verenler ve suç ortaklarının da soruşturmaya dahil edilmesi için başvuruda bulunmuştu. Fransa devleti, katilin zindanda öldürülmesiyle davayı sonuçlandırma siyasetini tercih ettiğinden 9 yıldır bir gelişme olmadı. Paris katliamının ilk gününden itibaren hareketimiz davanın takipçisi olduğu gibi yürüttüğü özgürlük mücadelesiyle hesap sormayı sürdürmektedir. Bu davanın peşini bırakmayacağız. Hukuki mücadeleyi sürdürmek kadar, devrimci kararlılığımızı Saralar’ın, Berîvan Zîlanlar’ın, Nagihanlar’ın, Delaller’in bize öğrettiği gibi her gün daha da büyüterek hesap sorma iradesine dönüştüreceğiz.
Kürtleri katletmek sırf TC’nin iç meselesi değildir
Paris katliamından 3 yıl sonra (4 Ocak 2016’da) Kürdistan Kadın Hareketinin öncüleri olan Sevê Demir, Fatma Uysal ve Pakize Nayır özel timler tarafından Silopi’de katledildi. Zindanlarda siyasi tutsaklar katledilmektedir. Mücadeleci kadınlara, Kürt halkına, Türkiyeli muhalif kesimlere baskı, şiddet artarak devam etmekte. Yine 2022 yılının 4 Ekimi’nde Nagihan Akarsel Başûrê Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde MİT tarafından gönderilen bir tetikçi tarafından güpegündüz katledildi. Türk devletinin Bağdat Konsolosluğu Süleymaniye katliamına alenen sahip çıktı. Bu anlamda Kürt halkına imha ve inkar siyaseti uluslararası siyasetin de sorunudur. Kürt sorununu çıkmazda tutan uluslararası güçlerdir. Uluslararası güçler buna Türk devletinin iç meselesi olarak bakamaz. NATO devletleri ve Avrupa siyaseti kadınların, Kürt halkının hak ve özgürlüklerini yok sayarak, direnişini bölücülükle suçlayıp, faşist Türk devletinin Kürdistan gerillasına karşı kimyasal silahlarla yürüttüğü imha operasyonlarını görmezden gelerek ve durmadan Türk devletine silah satışı yaparak mücadelemizi durduramaz. Bundan vazgeçmelidir. Demokratik insani değerlerle yaşam hakkımızı ne pahasına olursa olsun savunacağız ve alacağız. Nitekim idam, tank, top, kurşunlara rağmen her gün yeniden yeniden serpilen Rojhilatê Kurdistan ve İran kadın devrimi egemenler ve ezilenler için tarihi dersler ortaya koymaktadır. Rojava devrimini yaratan kadınlar ölümü yenmiştir, her türlü korku duvarını yıkmıştır.
Fransa devleti bu kara lekeden kaçamaz
Sara-Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez yoldaşlarımızın şehadetlerinin 10. yıldönümünü Önderliğimize tecrit siyaseti uygulayan uluslararası komplocu, katliamcı güçleri yargılayarak, Paris katliamı ile güncelde kimyasal silah suçu işleyen faşist AKP-MHP iktidarından hesap sorma eylemlerini yayarak karşılayacağız. Paris katliamını aydınlatma sorumluluğunu yerine getirmediği için siyasi tutum ve eylemimizle Fransa devletine karşı protestoları yükselteceğiz. Fransa devleti davayı, MİT tarafından alenen işlenen Paris katliamını failin ortadan kaldırılması bahanesiyle hasır altı edemez. Kürt devrimci kadınların kanı üzerinden politik çıkarlarını savunan Fransa devleti, Kürtler’e tarihsel olarak borçludur. Paris katliamı, Fransa tarihine yazılmış kara bir lekedir. Fransa devleti bu davadan kaçamaz. Fransa devleti bir an önce Kürt halkına karşı hukuki görevlerini ve siyasi sorumluluğunu yerine getirmelidir.
RONAHİ SERHAD
YORUM GÖNDER