BİZİ HALAYA ÇAĞIRIR GOVENDÊ
Yüreğinde bin bir duyguyu hapsetmiş, fakat bununla birlikte heybetli güçlü ve her an ayaklanmaya hazır bir Kürdistan anasına benzetirim Govendê’yi. Seni ilk karşıladığında, yüreğini ilk sana araladığında, başlarda yaşadığın sonsuz bir ferahlık ve güven duygusu oluyor. Hani bir anne seni bağrına bastığında kendini müthiş huzurlu ve dingin hissedersin ya, işte Govendê de ilk yaşadığın duygulanmalar böyle olur. Büyük bir sessizlik hakimdir, fakat bu derin sessizliği duymaya çabaladığında aslında binbir türlü sesle karşılaşabiliyorsun. İşte bunun içindir ki, hep esrarengiz yanıyla seni cezbeder. Sessizliğinin içine daldıkça alıp götürür seni binbir yere. Halaya durmuş bir topluluğa benzer Govendê. Seni de davet eder dansına. O halayın içine girdikçe ve o halaya kendini kattıkça, halayın içinde saklı bir duygu hazinesiyle karşılaşıyorsun. Sevinç, üzüntü, mutluluk, özlem, güven, sessizlik, sevinç ve daha birçok şey.
Kürdistan’ın birçok dağını gördüm, birçok dağında yaşadım ama Govendê’nin yeri başkadır. Hele o cennetten bir parçayı anımsatan doruğu yok mu? Tarifsizdir o doruğun güzelliği. Yamaçlardan doruğa yol aldığınızda keskin bir nergis kokusu sarar etrafı, mest olmamak elde değildir. Govendê’yi anlatırken otları saymamak olmaz; Sosin, pırpar, beybun, tolik, soryaz, sirık, tirşok ve daha birçok çeşit ot bahar aylarının en temel yemeğine dönüşür, gerilla sofrasındaki yerini alır. Govendê doruğu tam bir kale gibidir. Bu doruğa yedi ayrı kapıdan girilir ve kayalıkları birbirine karışmış labirentleri andırır. Ayrıc dorukta nergislerle bezenmiş toprak bir tümsek vardır, bu tümseğe Zozana Herguş denilir. Bu toprak tümseği buraya yapanların Govendê’nin yamaçlarına kurulmuş Herguş köylüleri olduğu rivayet edilir. İşte bu nergislerin kokusu her rüzgar estiğinde doruktaki labirentlerde dolanarak insanı sarhoş eder. Doruğu başkadır Govendê’nin, başka hiçbir doruğa benzemez.
Govendê’de yaşadığım günlerimi anımsıyordum şimdi. Şayet onu anlamazsam, içine dalıp sürüklenmekten ve kaybolmaktan korkmuştum. Ama anlayarak buluşursan Govendê ile, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, hangi uzaklara gidersen git, mesafe ne olursa olsun Govendê senin içindedir. İçini kaplamış ve bağrına yerleşmiştir.
Govendê’nin başka bir yönü var. Gün yüzene çıkmamış, tarihin derinliklerinde saklı kalmış bir yanı.. Neler yaşandı kucağında, kimler geldi, hangi güzel yürekler güne ve güneşe merhaba dedi kayalıklarında. Zirvelerinde hangi soylu genç kadın ve erkekler yıldızlara göz kırptı, ay’a türkü söyledi. Govendê bir sır gibi saklıyor bu merak edilen gerçeği. Tüm ısrarlara rağmen derin ve mağrur bir suskunluğa bürünüyor. Dile gelirse gizemi bozulacakmış, tüm sırlar ifşa olacakmış gibi…
Yağmur yağıyor şimdi, yıkanmış ve paklanmış bir güne uyanıyor Govendê. Toprak kokusu dört bir yanını sarmış. Bu kokuyu çeke çeke etrafı keşfe çıkıyorum. Manzaranın güzelliğine kapılmamak elde değildi. Yağmur durduktan sonra yıkanmış, tertemiz olmuş Govendê’yi seyrederken bu heyecan verici manzarayı, bu doğa harikasını görmenin ve bu güzelliğe tanıklık etmenin başka kimlere nasip olabileceğini düşünüp, kendimi şanslı hissediyorum. Sonsuz bir şükran duyuyorum Govendê’ye. Varlığına, heybetli duruşuna, bizlere kucak açışına…
Bu duygular içinde gezinirken, nöbet saatimin çoktan geçtiğini fark ediyorum. Buna rağmen kımıldamıyorum yerimden, belki Govendê’nin başka bir noktasında başka bir güzelliğe tanık olurum diye etrafıma göz gezdiriyorum. Ama doğa hep çeşitleniyordu ve hiçbir şey aynı şekilde tekrar edemezdi. Çünkü doğa mucizeviliğini bundan alıyordu. Başka bir zamanı beklemek gerekti belki de. Yağmurla birlikte ışıl ışıl olmuş Govendê’nin bu resmini yüreğime nakşedercesine sımsıkı kapıyorum gözlerimi, bu güzellikten elde ettiğim heyecanı göğüs kafesime hapsetmek, en derinlerde saklamak istiyorum. Olur da bir gün buralardan ayrılırsam, Govendê’nin bu güzelliğini, heybetini, görkemliliğini tekrar hissedeyim ve aynı tadı alayım diye…
Govendê’yle başbaşa sohbetime bir kadın arkadaşın çıplak ayakla kayalıklara tırmandığını fark ettiğimde ara veriyorum. Islanmış ve kayganlanmış kayalıklara tırmanışını merak ediyor ve yanına iniyorum. Aşağı inince közlerin üzerinde kaynayan sıcak suyu ve demlenmiş çayı görünce içim ısınıyor. Saatlerce yağan yağmurun altında, kendimi Govendê’ye kaptırınca sırılsıklam olduğumu fark etmemişim tabii. Uzaktan beni gören kadın arkadaş bu halimi görünce ateşi gürleştirmek için etraftan odun topluyordu. Kolunun altına aldığı odunlarla yanıma yaklaştı, odunları hemen yere atarak bana bir bardak çay ısmarladı. Hayır demek olmazdı tabii. Çay, yoldaşlar, ateş, Govendê…. En sevdiğim, en mutlu olduğum an’ların birindeydim işte.
KAYNAK: NÛÇE CİWAN
YORUM GÖNDER