ÖLÜMDEN YAŞAMI YARATANLARIN DÜELLOSU
Şehitleri yazmak hayal ettiğimiz, özlemini duyduğumuz, amaç edindiğimiz özgür geleceği, politik –ahlaki toplumu yazmaktır. Her bir şehidin hayalini, uğruna ölümsüzleştikleri sevdalarını
yazmaya kalkışsa karşı karşıya kalacağımız şeyin yaşanabilir başka bir dünya arayışı olduğunu göreceğiz.
Halkımız adına onurlu, özgür bir kimlik, dil, ülke
Halklar adına adaletli, demokratik bir gelecek,
İnsanlık adına barış içinde, refah, huzur veren bir dünya,
Kadınlar adına eşitlikçi, özgürlükçü, iradeli bir toplumsal yaşam…
Bunlar imkansız, ulaşılmaz ütopyalar mıdır? Elbette hayır. Bunlar cehennem olan realiteye boyun eğmek, tabi olmaktansa hayalde olsa cennet bir geleceğin peşinden gitme tercihleri midir sadece?
Açıktır ki şehit amaç sahibi, hedefte net, amacı gerçekleştireceğine yürekten inanan, bunun derin bilinciyle mücadeleye yönelen ve bu uğurda gerekli bedeli coşkuyla ödeyen kişidir. Bu anlamda realiteyi ve onun dayandığı tarihi en iyi çözümleyen dolayısıyla çözümün gerekliliğine ve gerçekleşebilirliğine herkesten daha fazla ikna olan gerçekçi kişidir.
Gerçekçi olduğu için realiteye katlanamayan ve aşılması için gerekli bedelin farkında olandır. Böylece amaca en çok ikna olan, inanan ve amacın gerçekleşmesinde en fazla çaba sarf edendir, canını sakınmayandır.
Öte yandan şehit realist olduğu kadar ütopyacıdır. Ütopyacıdır zira dünyaya baş kaldırmış, maddi olan her şeyden vazgeçmiş, inandığı gelecek adına idealler edinmiş kişidir. Kendisi için yaşamaktan vazgeçmiş, insanlık özgür yaşasın diye kendinden öteye geçmiş, adanmış kişidir.
Ölümün amacı ve biçimi yaşamı anlamlı kılan hakikat ise eğer, ölme amacı ve biçimleriyle en anlamlı yaşayanlardır şehitler.
Zaten her biri Tanrıça Zilan’ın çok sade ifadelendirmesiyle anlamlı bir yaşamın ve bu nedenle büyük bir eylemin temsilcileri değiller midir? Ve daha ta baştan beri “yaşamı uğrunda ölecek kadar çok seven” anlayışın, felsefenin sahipleri değil midirler?
Anlamlı bir yaşam ya da yaşamın anlamlı kılınması üzerine yazılacak çok şey var kuşkusuz. Ancak yazılacak bir sürü şeyi tek bir sözcükte ifadeye kavuşturmak da mümkün. O da elbette “şehit gerçeği”, “şahadet” olayıdır. Söz konusu şehit ve şahadet ise eğer tek bir kişide binlerce kişiyi, beş bin yıllık uygarlık tarihinde insanlığın özgürlük eğilimine tercih kılmış milyonlarca kişiyi yazmak mümkündür. Tıpkı mitolojik tanrılara geçit vermeme adına kıran kırana bir mücadele yürüten ve parçalanarak ölümsüzleşen Tiamat’la, uygarlık tanrılarının faşist temsilcilerine karşı bomba olup patlayan tanrıça Zilan’ın aynı yürek, aynı bilinç, aynı amaçta ölümsüzleşmesi gibi. Yani bir bütündür özgürlük eğiliminin şehit kervanı, hakikat yolcuları… Amaç boyun eğmeme, özgürlüğü savunma, yol mücadele etme, direnme ise eğer yolcular kendini adamış, iradi kişiler, devrimciler, militanlardır ve yolun köşe taşları, yolun aydınlatıcıları şehitlerdir.
Bundan olsa gerek bir şehidi yazmam istendiğinde uygarlık tanrılarına direnmiş ve özgürlük için mücadele ederek ölümsüzleşmiş tüm şehitleri hisseder, anar, hepsi adına yazmaya çalışırım. Mitolojik savaşlarda, köleciliğe başkaldırı savaşlarında, felsefi akımların hakikat savaşlarında, inanç savaşlarında, etnik savaşlarda, ulusal kurtuluş ve sınıf savaşlarında ve elbette bunların hepsinin temelinde, içinde, en önünde olan kadın özgürlük savaşlarında şehit düşen herkesi yazmak, birini bile atlamamak, hepsini hisseden bir yürek, hepsinin anlamına yönelen bir bilinçle yazmak ve hepsi adına yazmak istiyorum. Biliyorum ki bizler kadınlar ve bir bütün insanlık olarak bu gün onur adına, irade adına, bilinç adına, özgürlük adına bir şeylerden bahsedeceksek bu kesinlikle tarih boyunca insanlığın özgürlük eğilimi çerçevesinde direnen, mücadele eden, şehit düşenler sayesindedir. Her şeyimizi borçlu olduğumuz bu kervanı ve bu kervanın sayısız öznesini unutmadan yazmak, hissederek adım atmak, duyumsayarak nefes almak bizi hakikat yolunda anlam sahibi kılan temel ilkedir. Tersi durumda ise anlamsızlık içinde boğulma, savrulup bilinmeze eklemlenme yaşanmaktadır. Dünyamızın, genel olarak toplumların içinde debelendiği bunalımın, yozlaşmanın, cehennemi yaşamın nedeni bu savrulmayla ilgilidir dersem kim karşı çıkabilir ki?..
İnsanın dünyadaki amacı, nitelemesi ne olursa olsun gerçekte yaşamsa eğer, yaşama anlam kazandıranın da sınır koyduğu iddia edilen ölüm olduğu kesindir. Madem yaşama sınır koyarak biçim kazandıran, tanıma kavuşturan ölümdür, o halde nasıl ve neden öldüğümüz önemlidir. Zira ölme nedenimiz ve biçimimiz yaşamımızın gerçek değerini, anlamını açığa çıkaran hakikattir.
Konumuz şehitse eğer ölmenin amacı ve biçimi üzerine yoğunlaşmak en gerçekçi, en doğru olan değil midir?
Ölüm!
Çoklarının düşünmekten, adını anmaktan korktuğu, kendilerinin ve sevdiklerinin başına gelmemesi için dua ettiği, sevmediklerinin, düşmanlarının başına geldiğinde rahatladığı, beddua konusu yaptığı şey. Ömrünü uzatmak, ölümle randevuyu geciktirmek hatta ölümü yenmek için her şeyini verenlerin takıntısı. Ağıt, yas konusu, rant kapısı. Çoklarına bu dünyadaki her şeyin, yaşamın anlamsız, fani olduğunu, boş olduğunu gösteren şey! Fani olan bu dünyadan baki olan ahrete açılan kapı!..
Her kesin sahip olduğu felsefeyle bağlantılı olarak bir yaşam ve ölüm tanımı kuşkusuz ki vardır. Ancak hepsinde ortak olan temel şey ölümün kaçınılmazlığı ve ölümden sonra neyin olabileceğinin tanımsız merakıdır.
Bu satırları yazdığım sırada uzun, siyah, kalın bir yılan yanı başımda beliriverdi. Yerimi değiştirdim ancak beş dakika sonra aynı yılanı yanı başımda uzanmış güneşlenirken buldum. Ölümsüz olduğu düşünülen yılan ölüm üzerine yazmama sevinmiş, bir şeyler mi eklemek istemişti acaba? Geçen sene bir arkadaşım Çelê taraflarında yol yapım çalışmaları sırasında kepçenin küçük bir tepecik şeklini alan tümsekten dev bir yılanı ikiye böldüğünü, yılanın on dört metre uzunluğunda, bir metre kalınlığında olduğunu söylediğinde hayretle dinlemiştim. Yılan birileri onu öldürmezse kendi kendine ölmezmiş, bir dönemden sonra hareket kabiliyetini kaybeder, dişleri dökülürmüş. Böylece yılan toprak altına yerleşir toprak yiyerek hem kendine yer açar hem de beslenirmiş. Ne kadar zorlu ve ne korkunç bir yaşam –belki de ölüm- biçimi. Doğanın cezalandırıcı güçleri yılana neyin gereği olarak böyle bir ceza verdiler acaba?.. Bu arada kara, uzun yılan yine yanımda beliriverdi. Belki de herkes gibi yaşamak ve yaşama anlam katan ölümün tadına herkes gibi uygun zamanda kavuşmak istiyor kim bilir? Birde kelebekler uçuşuyor tepemde. Öylece mutlu ve neşeli… Yaşamın gerçek sırrına onlar ermiş gibi. İnsanların “zavallı kelebekler yedi günlük ömürleri var. Aceleci oluşları bu yüzden” dedikleri, doğanın pozitif enerji deposu, mutluluk ifadesi, güzellik kraliçesi kelebekler, bu özelliklerini yaşam-ölüm dengesine borçlular dersem… Hızlı, yoğun yaşama ve genç ölümsüzleşme özelliğiyle kelebeklerin evren adına biz insanlara anlatmaya çalıştığı gizi çözümleyebilsek…
Doğanın düşünmeye yetenek kazanmış hali olarak insan, yaşam ve ölümle en çok ilgilenen, düşünme yeteneğini en çok bu alanda değerlendiren konumdadır. Neden doğmuştur, nereye kadar yaşayacaktır, neden ölecektir ve ölümden sonra ne olacaktır konuları baştan beri temel uğraş alanıdır insanların.
Doğadan kopmuş erkek uygarlık güçleri ise öldürme üzerine kurmuştur egemenliklerini. Öldürmeyi egemenlik kurmanın yegane aracı haline getirmiştir. Öldürme, yok etme tehdidiyle insanlığı teslim almayı, direnenleri etkisizleştirmeyi, farklı düşünmeyi –arayışları yok etmeyi, mevcut olana tabi kılmayı, cehennemi katlanılır kılmayı başarmışlardır! Bu başarının dayandığı ölüm tehdidinin farkına vardıkları günden beri daha da güçlenmek, hep başarmak için ölüm tehdidini en yetkin egemenlik aracına dönüştürmeyi sistematik olarak geliştirmişlerdir. Ve öldürdükçe daha fazla güçlendiklerine inanmışlardır. Sırf öldürsün diye ordular kurmuş, silahlar yapmış, teknikler geliştirmişlerdir. Öldüren bir bilimcilik adına öldüren teknoloji de yarışmışlardır. Ve yeni icat ettiklerini ne kadar çok öldürüyorsa o kadar çok kutsamışlardır.
Ölüm tehdidi altında kölelik temelinde cehennemi yaşama ya da yok edilmeye tabi tutulan insanlık ancak ölüm korkusunu yenen öncülere kavuştuklarında özgürce yaşamayı başarabilmişlerdir. Tarihin ta başından beri öldürme tehdidi egemenlerin, uğrunda ölecek kadar çok sevdikleri özgür yaşamın şifresi olarak ölümü yenme ezilenlerin, başkaldıranların, isyan edenlerin perspektifi olmuştur. Bu yüzden tanrıların ölüme mahkum ettiği Tiamat ezilen beyninden ve parçalanan bedeninden bizlere bugün bile seslenmeyi, ruh vermeyi, ayağa kaldırmayı başarmıştır. Bu yüzden köleci düzene “Spartaküs benim” diyen on binler çarmıh sınırlarını parçalayıp milyonlara “özgürlük” diyen yürek olmuşlardır. Bu yüzden ‘pognomlar’a inat Yahudiler ayakta kalmayı başarmışlardır. Bu yüzden soykırımlara rağmen Ermeniler hala vardır ve bu yüzden yirmi dokuz büyük katliama, sürgüne, milyonlarca işkenceli ölmelere karşın Kürdistan halkı tarihinin en diri, en canlı, en örgütlü dönemini yaşamaktadır.
Bir halk, bir sınıf, bir inanç grubu, bir cins ‘yaşamı uğrunda ölecek kadar çok sevdiğinde’ ve ‘anlamlı yaşamın’ tanımına yani özgürlük bilincine kavuştuğunda egemenlerin ölüm, katliam tehdidi hükmünü kaybetmiş demektir. Ve özgürlüğün bedeli olarak yaşanan şahadetlerde yani anlamlı-amaçlı ölümlerde gerçek yaşam yeniden yaratılmış, hakikat yolunda gerçek bir toplumsallık ilmek ilmek örülmüş demektir. İşte bu yüzden anlamlı yaşamın, büyük eylemin sahipleri öncüleri arttıkça kadınlar, halklar ve bir bütün insanlık özgürlüğe sonsuza kadar demir atmış demektir.
Bir insanlık kervanı, büyük hakikat yoludur yaşamı uğrunda ölecek kadar çok sevenlerin tarihi…
Ölümden yaşamı yaratanların düellosu…
Anlamlı yaşam uğruna büyük eyleme kalkışanların kavgası…
Yazmam istenen yazı aslımda Ekim ayı şehitleriyle ilgili. Ama ben binlerce şehide, şahadete özgürlük zamanı olmuş Ekim’e neyi sığdırmalıyım bilemiyorum.
Ekim ayı özgürlük tarihimiz açısından kadın şehitler ayıdır. Birçok öncü arkadaşımızın ölümsüzleştiği zamandır. Bu ayda şehit düşmüş bildiğim bazı kahramanlar şahsında tarihin bütün Ekim kahramanlarını saygıyla, şükranla anıyorum. Bu ayda ölümsüzleşip eylemlerinde özgür yaşamın sınırlarını genişletenler, anlamlı yaşamın ilkelerini somutlaştıranlar o kadar çok ki…
Ekim büyük Rus devriminin yüzlerce kahramanının ölümsüzleştiği zamandır. Ardılları devrimi amacına uygun örgütleyip geliştiremese de gerçekleştirmek uğruna kendilerini feda edenlerin hayalleri, umutları, inançları büyük özgürlük davasıyla ilgiliydi. Eşit, özgür bir dünya uğruna büyük hayaller kuran, idealler edinen dava insanlarıydılar ve tarihe de öyle geçtiler. Dolayısıyla bu günümüze ışık olan, umut olan büyük enerjinin parçasıdırlar.
Ekim sevgili Che’nin özgürlük zamanı, ölümsüzlük zamanıdır. Ernesto Che Guevera, emperyalizme direnen ve insanlığa ilham olan Latin Amerika’nın enternasyonalist ruhu, isyancı duruşunun sembolüdür. Dünümüze, bu günümüze ve elbette geleceğimize büyük etkide bulunmuş devrimci ruhun adıdır ve hep bizimle olacaktır.
Ekim can yoldaşımız Ronahi Alman’ın (Andra Wolf) şahadet zamanıdır. Ronahi yoldaş Avrupa’nın kapitalist karanlığına tutulmuş dev bir aydınlıktır. O Hitler-Musolini faşizmleriyle kirlenmiş, karanlık çağın zihniyet kalıplarıyla temellendirilmiş Batı gerçeğine inat Rozaların, Claraların, Olimpiaların büyüyen yüreğiyle Kürdistan dağlarında Alman tanklarına, toplarına, ölüm kusan politikalarına direnerek ölümsüzleşti ve insanlığın beşiği Mezopotamya topraklarına Tanrıça olarak kavuştu…
Ekim yürek arkadaşımız Çerkez Helin’in ölümsüzlük zamanıdır. Helin bir Çerkez kızıydı. Çerkez kadınlarının güzelliğiyle aramızdaydı. Ve elbette Kafkasya’nın kendine güvenen, başı dik, vakur duruşuna sahipti. Ana Tanrıça’nın izinde Mezopotamya’da Önder Apo’nun öğrencisiydi. Anadolu’nun kadim yüreğine Mezopotamyalı Tanrıça’nın cesaretini aşılamak, halklarımız arasında yıkılmaz bir kardeşlik, yoldaşlık köprüsü olmaktı amacı. Adının anlamı gibi kimsenin el süremeyeceği, kirletemeyeceği bir yuva kurdu Kürdistan topraklarında. Kanıyla topraklarımızdan harç oluşturdu ve tüm uygarlık kirlerini bir daha görünmemecesine sıvadı, dağ çiçeklerimize, umut dolu yüreklerimize yaşam suyu oldu.
Ekim Canda Türk hevalimizin şahadet zamanıdır. İsminin anlamı can vermektir. Canda yoldaş halkına can verdi. Yani can verip ruh kazandırdı, özgürlük enerjisi oldu ve milyonların damarında aktı. Canda heval tıpkı ardılı olduğu ve Kürdistan Özgürlük Hareketine kuruculuk yapan Kemal Pir, Haki Karer gibi, yine özgürlük saflarında şehit düşmüş, emek vermiş yüzlerce Türk yoldaşımız gibi Türkiye’nin kurtuluşunu, Kürdistan halkının- Kürdistan coğrafyasının özgürlüğünde görenlerden, buna inananlardan ve bunun için savaşanlardandı. O Kürdistan’a dayatılan işgalin, soykırımın ve bunların kaynaklandığı inkar-imha siyasetinin Anadolulu Türklere ait kirlilikler olamayacağını, emperyalizmin Anadolu Türklerine giydirdiği bu kirli-yabancı elbiseyi yırtıp atmanın Kürtlerden daha çok Türklerin ihtiyacı olduğunu, ancak böylece Türkiye’nin kurtulabileceğinin bilinciyle mücadele edenlerdendi. Bu yüzden “Demokratik Türkiye-Özgür Kürdistan” inancı-iddiasıyla dirhem dirhem eriyen Kemal Pir gibi kurşunlara meydan okuyarak kanıyla Kürdistan topraklarını sulamayı ve özgür geleceğe yaşam suyu olmayı tercih etti. Ve aradan geçen on altı yılda öz suyu olduğu Kürdistan topraklarından Türkiye halkları için demokrasinin, politik-ahlaki toplumsallığın boy verdiğini görmenin kıvancıyla bizi izliyor.
Ekim Arnavut göçmeni Tekirdağlı Ronahi Emek (Ümran Yıldırım), Türkmen Alevisi Tokatlı Mizgin (Hüsne Akgün) yoldaşlarımızın eylem zamanı, ölümsüzler kervanıyla buluşma zamanıdır. Onlar “Demokratik Türkiye-Özgür Kürdistan” hayaliyle Kürdistan dağlarını mesken ettiler. Onlar faşizme karşı silah kuşandılar, Önder Apo’nun ışık bahçesinde aydınlandılar ve barış, kardeşlik, eşitlik yüklü yeni bir dünya için rüzgar hızında, fırtına tadında, gül renginde yaşadılar. Göçmendi Ronahi heval. Nice yollar kat etmiş, sayısız kültürle iç içe geçmiş, göç yollarında hayatı kavramış eski bir gelenekten almıştı bilgeliğini, derin bilincini, çok kültürlülük anlayışını. Ona yabancı değildi hiçbir dil, kültür yeter ki insanca olsundu yaşam ve yeter ki özgürlük koksundu zihinler. Onun gerçek kültürüydü demokrasi ve asıl diliydi özgürlük. Dünyanın bütün kültürlerini temsil eden rengarenk bir gökkuşağı gibiydi. Öylesine inanmıştı ki yaratılacak ortak geleceğe, en öndeydi kavganın, tam ortasındaydı savaşın. Bu yüzden 1995 Güney savaşının ilk şehidi olarak tarihimize, yüreğimize asla silinmemecesine kazındı, bilincimize aydınlık oldu. Aynı yılın ve aynı savaşın mevzi arkadaşı, eylem yoldaşıydı Mizgin heval. Mizgin Türkmen kızıydı. Aleviliğin insani değerleriyle şekillenmiş, Önder Apo’nun felsefesiyle kişiliğe kavuşmuştu. Tokat’ta başlayıp Zap’ta ölümsüzleşen hayat hikayesine evrenin, insanlığın serüvenini sığdırmıştı. Adını Mizgin yaparak Türkiye halkına, kadınlara, dünya insanlığına yeni ahlakın, özgür geleceğin müjdesini vermek istemişti. Ve yüreğiyle büyüttüğü, kanıyla suladığı gül bahçemizin asi çiçeği, kavgamızın kızıl yıldızı olmayı başardı.
Ekim Meryem Çolak arkadaşımızın, Meryem anamızın şahadet zamanıdır. Teolojik tarih boyunca Meryem ana İsa’yı doğuran gözü yaşlı, çaresiz figürüyle tanıtıldı bizlere. Oysa İsa’yı yaratan kişiydi. Doğurmak ve büyütmek yaratıcılık değilse başka bir yaratıcı tanımı olabilir mi sahi? Esas yaratıcı dolayısıyla Ana-Oğul-Kutsal Ruh’un esası, temeli olmalıyken zavallı, boyun eğen, edilgen nitelemeleriyle dışlanmıştı Meryem Ana. Zira o doğurma aracı rolüyle sınırlandırılmıştı. Doğurduğu ve büyüttüğü İsa’da ana olarak pay alması egemen erkek sistemince yasaklanmıştı. Onun yeri, dünyası olarak sınırları belirlenen daracık evi, kaplan kafesiydi. Bu ikiyüzlülüğün, yalancı ve zalim erkekliğin karşısına tam iki bin yıl sonra dimdik dikilen Mezopotamyalı Kürdistan Özgürlük savaşçısı Meryem yoldaşımızda anaydı. Katılmadan önce bir evlilik geçirmiş, bu evlilikten bir kızı olmuş ama sonra kızına özgür bir ülke, özgür bir dünya yaratma inancıyla Kürdistan dağlarına çıkmış, silah kuşanmış, gerilla olmuştu. Meryem ana Batı dünyasında kendisine giydirilen çaresiz anne rolünü iki bin yıl sonra Kürdistan topraklarında paramparça ederek gerilla Meryem olmuş, kadınların, halkının, insanlığın özgürlüğü için savaşan komutana dönüşmüştü. Önder Apo öncülüğünün kadınlara hak ettikleri yeri veren gerçeğinde gelecek nesiller onurluca yaşasın diye militanca savaşan komutan Meryem 1997’nin Ekiminde Haftanin Metina arasındaki bir tank pususunda haince vurularak şehit edildi. O eşitsiz bir dünya da, eşitsiz bir savaşta özgürlüğü doğurmanın sancılarında bir anaydı ve doğurduğu özgürlük felsefesiyle ölümsüzleşti.
Ekim “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarıyla uluslar arası komploya karşı ateşten çember olmuş Xalitlerin, Rotindaların, Kurdêlerin zamanıdır. Yıkansın diye dünyanın kiri, arınsın diye pas tutmuş zihinler, aydınlansın diye dünya, açığa çıksın diye tüm karanlık güçler ateş oldu Rotindalar… Güneşe, yaşam kaynağımıza, hayat denizimize uzanan karanlık güçler külleşip yok olsunlar diye yandı Xalit hevaller… Önderliğimiz şahsında yeniden oluşan Kürdistan halkı, Kürdistan toplumu hep yaşasın ve dünyaya özgür yaşam enerjisini yaymaya devam etsin diye ateş dansında tutuştu Kurdêler… Ve bedenleriyle yaktıkları dev ateşle dünyayı ısıtmaya, aydınlatmaya, Önder Apo’yla buluşturmaya devam ediyorlar…
Ekim Çelê’nin Geli Tiyare vadisinde kazanlarla, kimyasal gazlarla, kobra mermileriyle çatışan, ölüme meydan okuyarak birbirine kenetlenen, özgürlük halayında ölümsüzleşen otuz altıların zamanıdır. Gül yüzlü Ruken’in, esmer gülüşlü Roza’nın, kavga kızı Eylem’in, baştan ayağa cesaret Çekdar’ın, zalimin yüreğine korku salan yıldırım kanatlı Brusk’un sevda demi, cenk mevsimidir. Zerdeşt ruhlu Egît’in, mertlik balçığıyla şekil almış Zinar’ın, insan güzeli Çolî’nin, Zagrosların ceylanı Medya’nın, direnmenin anlamında yaşamı tanımlamış Diren’in yükselen haykırışının, kavgaya çağıran stranının vaktidir. Emekle yoğrulmuş Tirej’in, sevgiyle-yürekle bütünleşmiş Deniz’le Dilar’ın, kelebek yaşamlı Rojbin’in, anlam arayışçısı şair Berwar’ın özgürlük zamanıdır Ekim. Gelî Tîyarê direnişi bizlere PKK yoldaşlığını, asla birbirini terk etmeme tutumunu bir kez daha göstermiş, anılarına mutlaka bağlı kalacağımız ve hayallerini ne pahasına olursa olsun gerçekleştireceğimiz bir kavga mirası bırakmışlardır. Asla unutmayacağımız düşman kalleşliğini, alçaklığını ortaya koymuştur. Ve eğer unutmazsak kalleşliğe, alçaklığa kılıç çekmiş cengaver kahramanları unutmayacağız kim olduğumuzu ve mutlaka başaracağız hayallerini gerçek yapmayı…
Ekim bir Gurbet vaktidir. Özleme tutulmuş yüreklerin demidir. Gurbeti bir şafakta terk edip Zeynep olmanın, Zeynep olarak tank mermilerine siper olmanın zamanıdır. Önder Apo Zeynep hevalle diyalogunda “Gurbeteli’den Vataneli’ye döndün. Bu çok anlamlı” diyor. Gerçekten de Gurbeteli Ersöz şahsında tarih boyunca göç yollarından yaban ellere sürülmüş bütün sürgün yürekler, gurbetçi ağıtlar azade olmuş, ülkeyle buluşma, ana topraklara kavuşma ebediyet kazanmıştır. Kadın Özgürlük Hareketinin büyük komutanı, bilge öncüsü, sorumlulukla yüklü militanı Zeynep(Gurbeteli Ersöz) yoldaş, uzun devrimci yaşamına çok büyük başarılar sığdırmış, birçok ilke imza atmış efsanevi bir kişiliktir. Özgürlük tarihimizde değeri her geçen gün daha da artan, yıllandıkça anlamı çoğalan, bizi her an büyüten, çoğaltan gizemli bir ruha, büyüleyici bir enerjiye, dönüştürücü bir bilgeliğe sahiptir. Bizi köklerimizle, dilimiz, kimliğimizle, ana tanrıça diyarı Mezopotamya kültürüyle buluşturan sırdır Zeynep ve bu sırrın gücüdür kadınları her an özgürlük kavgasında çoğaltan…
Ve Ekim uçurum çiçeği Beritan’ın anlam zamanıdır. Savaşarak özgürleşen, özgürleşerek güzelleşen ve güzelleştiği için halkının yüreğinde taht kuran Beritan’ın ölümsüzlük mevsimidir. Kürdistan’da özgürlüğün ancak savaşla elde edilebileceğini, ancak savaşın bin yılların kirini, pasını sökebileceğini, başka türlü bir yolun mümkün olmadığını ortaya koyan Ş.Beritan, her anlamda manifesto niteliğinde bir duruşa sahip olmuş, bizlere güzelleşmenin kapılarını sonsuzca açmıştır. Ş. Beritan (Gülnaz Karataş) yazdığı ve yaşam anlayışının ifadesi olan manifesto niteliğindeki şiirinde dediği gibi yaşamış, savaşmış, ölümsüzleşmiştir. Her güne başlarken ve her geceye merhaba derken bir dua gibi tekrarlayıp ilke edinmemiz gereken o müthiş dizelerdeki anlamın sırrından öte bir hakikatten bahsedilebilir mi? Uçurum kenarında şiirini yani özgürlük duasını okuyan Beritan’ın sesini duyuyor musunuz? Gözünüzü kapatın ve dinleyin. Rüzgarın getirdiği sestir Beritan. Ve meltem tadında haykırıyor bize: Savaş gülüm/ Sıkı savaş/ Savaştıkça varız biz/ Savaştıkça büyür/ Savaştıkça çoğalır/ Savaştıkça güzelleşiriz/ Hem zerre kadar korkmuyorum ölümden/ Ölmek ağrıma gitmiyor/ Yalnız işte/ Al şafaklara batmış bu dağları / Birlikte seyre durmadan/ Bir an için bile olsa ölmek istemiyorum/ Hepsi bu/ Eylem sonrasının yorgunluğu/ Bu kavganın onuruyla kucaklarım seni/ Gülüşlerinden seni selamlarken…
Ekim ayında ölümsüzleşmiş nice özgürlük arayışçısı olduğunu biliyor, hissediyorum. Yazdıklarımı yazmadıklarıma, yazamadıklarıma adıyor, her birini Beritan onuruyla anıyorum. Bizi bu büyük insanların, kutsal değerlerin, yüce kişiliklerin yol arkadaşı yaptığı için Önderliğimizin aydınlatıcı, yol gösterici felsefesinde yaşama durmuş herkesi yürekten selamlıyorum. Ölümlerinde yarattıkları anlamlı yaşamın, üzerine titreyeceğimiz ve bir parçası olmaktan asla vazgeçmeyeceğimiz en büyük değerimiz olduğunu biliyoruz. Öldükleri için geride bıraktığımız ama aslında ileride o büyük zafer gününde bizi bekleyen şehitlerimizle buluşacağımız günün özleminde demleniyor, anılarını gerçekleştirme çabamızı yoğunlaştırıyoruz. Değeri ancak özgürlükle ölçülebilecek şehitlerimiz yaşayan ruhumuz, bilincimiz, her an kavga için çarpan yüreğimizdirler. Onlar kendi ömürlerini bir halkın ömrüne ekleyerek, ona feda ederek ölümle randevulaştılar. Onlar ölüm tehdidiyle halkımızı, kadınları teslim almaya çalışan egemenlere meydan okuyarak ölümü yendiler. Ve yendikleri ölümle halkımız için özgür yaşamı, onurlu yaşamı inşa ettiler. Anlamlı yaşadılar, büyük eylemin sahibi oldular ve amaçlı bir şekilde ölümle randevulaşıp insanlığın ölümsüzler kervanına eklendiler. Onlar anlamlı yaşamın amaçlı ölümden geçtiğini bize öğrettiler ve uğruna ölümsüzleştikleri amaçlarını tamamlama görevini biz yoldaşlarına devrettiler…
FERİDE ALKAN
YORUM GÖNDER