SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (72.BÖLÜM)
d- İslamiyet’in hümanizm ve birey üzerindeki etkisi de değerlendirme gerektiren önemli konulardandır. Hıristiyanlığın, kavim ve sınıf kökenli taassubu aşarak, tüm halklardan ve sosyal kesimlerden bir insanlık dini (hümanizm) yaratma yolunda en önemli adımlardan biri olduğu kesindir. İnsanlık ilk defa bir kavram olarak anlam bulmaktadır. Farklı kabile, ırk ve sosyal kesimlerden olmak, kardeşliğe engel değildir. Hatta Yahudi kavmiyle ve Musevilik’le kıyaslandığında, İslamiyet’in bir enternasyonal hareket olarak başladığı rahatlıkla gözlemlenmektedir. Hıristiyanlık bu yönüyle en ileri bir din olarak günümüze kadar öncü konumunu sürdürmüştür. Tersine Musevilik, doğduğu günden bugüne kavmi özelliğini bağnazca koruyan dinlerin başında gelmektedir. Diğer birçok dinsel gelişme de kavim ve bölgesel sınırlar içinde kalmışlardır. İslamiyet bu açıdan arada durmaktadır.
Her ne kadar bizzat Hz. Muhammed “Arap’ın Acem’e üstünlüğü ancak ibadet derecesinde olabilir” demişse de, kavmi niteliği fazla aşamadığını belirtmek gerçekçi olacaktır. Yahudi üst tabakasının sınıf karakteri, şoven bir kavmiyetçiliği hep gerekli kılmıştır. Ayrıcalıklı konumunu sürdürmesi, bu özelliği korumasına bağlıdır. Yahudicilik hem üst bir sınıf hem de yöneten tek kavim olmak için kavmiyetçiliği zorunlu kılmaktadır. Tanrı Yehova bizzat “Sen benim ayrıcalıklı kavmimsin, seni kendimle evlendirdim” diyerek, bu kıskançlığın şoven niteliğini ortaya koymaktadır. Tarih boyunca Yahudilerin hem büyük rol oynamaları, hem çok acı trajedileri yaşamaları, bu ideolojik bağnazlıkla yakından bağlantılıdır. Seçkincilik anlayışı onları büyük düşünmeye, en önemli işleri yapmaya zorlarken, etrafta yaydıkları eşitsizlik ve kıskançlık da kine ve düşmanlığa zorlamaktadır. Hitler faşizmi bu yönlü gelişmenin son halkasıdır. Filistin-İsrail trajedisi kökenini yine tarihsel tortulardan almaktadır. Hıristiyanlığın tersi bir anlayış sergilemesi, insanların kardeşliğine ve barışa önemli katkıda bulunmuştur. Tüm etnik kökenlere, kavimlere, ırklara, farklı düşüncelere eşit ve barış amaçlı yaklaşması, ilkel sosyalizmin ilk ciddi uygulamalarını yaşaması, beşeriyetin hümanist bilincinde büyük bir adımdır. Cins ayrımı yapmaması, değerini daha da yüceltici kılmaktadır. İlkel sosyalizmin ilk büyük enternasyonal hareketi demek yerindedir.
Ancak daha sonraki yozlaşma ilk dönemlerdeki bu özlü gelişmesini temsil etmemektedir. Hıristiyanlığın da bir öze dönüş temelinde yenilenmeye ihtiyacı olduğu kesindir. İslamiyet bu anlamda ara yerde durmaktadır. Bu biraz da sınıf karakterinden ileri gelmektedir. İslamiyet daha çok orta sınıfın dinidir. İdeolojik kimliğinin, sosyal ve siyasal yapılanmasının temel sosyal gücü tüccar sınıfı olduğundan, ne Yahudilik kadar kavmiyetçi ne de Hıristiyanlık kadar enternasyonaldir. Çöl kabilelerini birleştirmek zorunda olduğundan, Arap kavminin gelişmesinde büyük bir rol oynadığı kesindir. İslamiyet bilinçli bir kavmiyetçiliği yapmamıştır. Allah bütün beşerin tanrısıdır. Tanrı Yehova’ya göre Allah, tüm kavim ve etnik kökenlere daha eşit davranmaktadır. Irk ayrımı da yapmamaktadır. Fakat kesin sosyalist değildir. Kuran’da ve sünnetlerde, başlangıçta yumuşak bir sınıf ve cins ayrımı yaptığı açıkça görülmektedir. Hindu Brahma’sının katı kastçılığı yanında, İslam’ın Allah’ı hayli yumuşak ve karşılıklı geçişlere izin veren yapıdadır. “Beşeriyet, hümanizm” kavramına ulaşılmıştır. Diğer tek tanrılı dinleri meşru görmektedir. Haraç karşılığı, isteyen herkes sistem içinde yer bulmaktadır. İslam’a saldıranlar kafir ilan edilmekte, bunlarla sonuna kadar savaş en büyük ibadet olarak değerlendirilmekte ve cihad görevi olarak ümmetin önüne konmaktadır. Ümmetin kendisi İslam enternasyonalizmi demektir.
Günümüzün liberal sınıf konumuna denk düşmektedir. Böylelikle tarihsel planda Yahudilik üst tabaka dini, Hıristiyanlık en alttakilerin dini olurken, İslamiyet orta kesimlerin dini olarak anlam bulmaktadır. Zaten üçünün de günümüze kadar varlıklarını korumaları, bu sosyal ve hümaniter konumlarıyla bağlantılıdır. İslamiyet’in kabileleri birleştirmesi oranında, ortaçağ milliyetleşmesinde rolü olumludur. Nasıl kapitalizm ulusa, millete yol açmışsa, İslamiyet de milliyet ve kavmin oluşmasında önemli rol oynamıştır. Özellikle iktidarda olan kavim kökenliler, kendi kavmi gelişmelerinde bu rolü daha başarılı oynamışlardır. İslamiyet’te en çok iktidarda kalan Arap, Fars ve Türk kavim kökenlilerin, bilinçli olmasa da objektif olarak, günümüze doğru Arapların, Farsların ve Türklerin önde gelen İslam ulusları olmalarındaki payı belirgindir. İslamiyet olmasaydı, kaderlerinin bambaşka olacağı açıktır. İslamiyet’le sınıfsallık ve ulusallık arasındaki ilişkileri daha derinliğine çözümlemekte yarar vardır. Üzerinde fazla değerlendirilme yapılmamıştır; ancak bu alanda dini ve milli şovenizmi aşmak, kardeşliğe ve barışa açık bir İslam enternasyonalizmine gitmek, birçok sorunun aşılmasında yapıcı rol oynayacaktır. Hıristiyanlık gibi İslam’ın da özünde daha adaletli ve anlamlı bir barışa olanak veren, beşer anlayışına, enternasyonalizme yönelme sorunu ve yerine getirmesi gereken önemli görevleri vardır.
Birey anlamında İslamiyet insana “eşrefi mahlukat”, yaratıkların en şereflisi demektedir. Bunun derinliğine bir insanlık anlayışı olduğu inkar edilemez. Bu kavramı daha çok köleliğe karşı yücelttiği ileri sürülebilir. Köleliğin çok alçalttığı insanı, İslam onurla yüceltmek istemektedir. İlerici bir birey anlayışına sahip olunduğu kesindir. Ortadoğu gibi binlerce yıl her çeşit kölelik çemberinden geçen insana böylesine yüceltici bir onur bahşetmek, çağın en önemli gelişmesi olarak görülmelidir. Belki de toplumun özgürlük düzeyinden daha ileri bir birey özgürlüğüne yaklaşılmaktadır. Köleci zihniyet ve ruh yapısını parçalamak, soyut bir Allah’tan başkasına kul olunamayacağını ilan etmek, bugün bile değeri yeterince anlaşılamamış bireyin özgürlük devrimi olarak anlaşılmalıdır. Ortadoğu’nun ta Sümer ve Mısırlılardan kalma çok katı kölelik ilişkileriyle, zihniyet ve ruh şekillenmeleriyle, özünden çok farklı bir yabancılaşmaya uğramış insanını sınırlı da olsa kendi özüne yaklaştırmak, İslamiyet’in en önemli kazanımlarındandır. Etkili olmasının başta gelen bir nedenini de burada bulmak daha gerçekçi olacaktır.
Dönem insanlığı İslam’ın bu yönünü derinden kavrayarak ve tereddütsüz bir bağlılık göstererek, tarihi adımları doğru algılama yeteneğini bir kez daha göstermiştir. İslam devriminin birey açısından en büyük sonucu budur. Tümüyle köleliği kaldıramamıştır. Kapitalizmin sağladığı birey özgürlüğüne uygun bir ortamı da tam sağlamamıştır. Ama gerek köleliğin tümüyle kaldırılmasında ve gerekse kapitalizmin birey özgürlüğüne yaptığı katkıda İslamiyet’in rolü kesin ve belirleyicidir. İslamiyet’i düşünmeden köleliğin aşılabileceğinden bahsetmek, gerçekçi olmamak anlamına gelir. Hıristiyanlıktan daha fazla İslamiyet, köleciliği radikal adımlarla aşmış ve bu en radikal eylemini süratle tüm uygarlık alanlarına taşıdığı gibi, sayısız kabile ve etnik yapıyı, köleliğe düşürmeden, adeta sınıf atlatarak ileri konumlara taşırabilmiştir. Bu yönüyle kapitalizmin enternasyonalizmine dünyayı en çok hazırlayan uygarlık sistemi İslam’dır demek daha gerçekçi bir değerlendirme olacaktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER