APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (59.BÖLÜM)
ÖZGÜRLÜK İDEOLOJİSİ ÇETİN VE KAPSAMLI BİR ÖZGÜRLÜK SAVAŞIMINI ŞART KILAR
Kurumlaşmanın Özü Kişiyi Aşan Bir Durumu Yakalamaktır;
Önce kendinizi başarıya, askeri başarıya inandırmanız gerekir. Yenilgili ruh halinden kurtulmanız gerekir. Tabii bunun biçimleri var; başarı için hiçbir şeye yanaşmama, yenilgiye açık tutumlarda ısrar etme, kendini eğitmeme, örgütlememe, mevzilendirmeme, doğru hareket tarzına kavuşturmama, bütün bunlar yenilgili kişiliğin özellikleridir. Yaşadığınız birçok keyfi tutum var. Bunların hepsi bu yenilgili kişiliğin özellikleridir. Yenilgili kişiliğin bahanesi çoktur, ama bir tek şeyi beceremez, o da gözünü zafere dikmektir. Başarılı bir çalışmanın olgun kişiliği haline gelebilmek çok az rastlanan bir özelliktir. Tabii daha da ötesi şeyler var. Sizin yaşamınız sadece yenilgili bir kişilik olmakla kalmıyor; aynı zamanda temel amaçları yok, yurtseverlik duygusu yok, halk severlik duygusu yok, yoldaş severlik duygusu yok. Örneğin, sözümona bir “komutan”, bir “yönetici” kişilik vardı. Bu kişilik tek bir yoldaşını dahi sevmediğini utanmadan söyleyebiliyordu. Sevdiği ise kendisi gibi inkarcı ve birçok değere karşı kişilikler. Komutan böyle olursa o ordu gelişir mi? Komutanlarımızın büyük bir kısmı sevmeyen kişiler. Yoldaşını sevmiyor, ülkeyi sevmiyor, halktan hiçbir şey anlamıyor, tarihten hiç haberi yok. Böyle komutanlar topluluğu ordu geliştirir mi? Tabii daha başka şeyler de var.
Örneğin partileşme çok gerekli diyoruz, ondan adeta kaçıyorlar. Siyasal ilgi, yine güzel yaşam anlayışları fazla gelişmemiş. Onun için bir sigaranın bile, yaşam için hayati olduğu söylenebilir. Bir sigaraya gösterdiği alışkanlığı veya ona verdiği değeri, altın gibi bir çalışmaya vermiyor. Tabii bu, kişilikteki düşkünlük düzeyini gösteriyor. İçinizde neredeyse böyle olmayan çok az kişilik var. Yücelen değerler diyoruz, ona duyguları, bilinci yetmiyor, ondan sürekli kaçıyor. Oysa asker kişilik tam tersidir, yücelen değerlere en önde bağlı olan kişiliktir. Yücelen değerler duygusu, bilinci en güçlü olanlar iyi bir komutan olabilir. Bunlar da, çok gelişkin bir yurtseverlik, bir halkla özgürleşme, gözünü bundan bir an bile uzaklaştırmama ve örgütlülüktür. Çünkü bilir ki değerlerin zaferi örgütlülükle mümkündür. Örgütlülüğün eğitimle, onun da insan kazanmayla çok somut ilişkisi vardır. Bunun için hırs, azim gerekir, geriliğe, çirkinliğe tepki gerekir. Bir kişide bu özellikler bir araya gelmedi mi, onun bir komuta kişiliği olarak gelişmesi mümkün değildir. Aslında ordulaşmayı, onun çeşitli savaş taktiklerini, örgütlenme tarzını dile getirmekten ziyade, biraz daha esaslı taban, zemin teşkil edecek hususları açıklığa kavuşturmalıyız. Sizin ordulaşmanız bana temeli çürük bir binayı andırıyor ve sapır sapır da dökülüyor. Bir binanın temeli nedir? Belki yirmi kat inşa edilebilecek bir binanın zemini, temeli, harcı nedir? Önce bunu cevaplandırmak gerekiyor, ki yaptığımız da budur. Siz de biliyorsunuz, bir temel atmak için zemin sağlam kayaya ulaşıncaya kadar, gevşek toprağı kazmak gerekir. Gevşek toprak, yaşadığınız kişilik özellikleridir, yine çürük kaya parçalarıdır. Kişiliğinizde bunları tasfiye etmeden sağlam bir yapı oluşturamazsınız. Yine bunlar, yenilgi duyguları, inanç, azim ve bilinç yetersizliğidir. Bunları aşmadan sizi sağlam bir ordulaşma zemini haline, yani taban haline getiremeyiz. Tabanı olmayan bina da ne kadar yükseltilmeye çalışılırsa çalışılsın her gün bir tarafından yıkılır.
Nitekim öyle oluyor. Biz halen birinci kata çıkamadık. Çünkü zemin, birinci katı bile inşa etmeye yetmeyecek kadar çürüktür. Ben, sürekli ordu malzemesini bir araya getiriyorum. Ki ustalar da, bizim komutanlarımız ve kurmaylarımız olmalıydı, işte onlarda da bu yetenek yok. Ben malzemeyi toparlama rolü oynuyorum. İnşa etmem için de bizzat benim inşa, yani savaş sahalarına inmem gerekir. Ama bu bir kişinin de işi değil, yüzlerce ustaya ihtiyaç gösteriyor ki, bunlar da adını komutan koymak istediğimiz kişilerdir. Onlar da sabote ediyorlar. Benim hazırladığım malzeme nedir? Savaşçıları kazanma, bir savaşçıyı yaşatacak ne gerekliyse onları elde etmedir; ideolojidir, siyasettir bunları hazır tutmadır, silahı temin etmedir. Bütün bunlar malzemedir. Fakat inşa etmek durumunda olanlar ise bunları bile düşünmüyorlar. Düşündükleri tek şey, bir malzemeyi kemirmek, bir malzemeyi çarçur etmektir. Bırakalım kurmay olmayı, sıradan bir inşaat ustası bile değil. Ustalar olmadan da bu iş gelişmez. Sizin sorunu böyle görmenizden ziyade, aslında nasıl savaşacağınıza bile halen ne kadar anlam verdiğiniz belli değil. Ordunuzun sorunu nedir? Bu kadar soru varken neden bir tanesini bile kendinize sorun yapmıyorsunuz? Aslında tuhaf kişiliklersiniz. Siz asker mi olacaksınız, komutan mı? Hatta kendinizden nasıl bir savaşçılık istediğiniz de belli değil. Çünkü temel sorunlarla uğraşma yok, sıradan bir köylü gibi bir şeylere inanmışsınız, bu da hoşunuza gidiyor. Öyle kapılıp gidiyorsunuz. Kendi kişiliğinizde çok yönlü bir düzeltmeyi sağlamalısınız. Sizin zihin gücünüze bakıyorum, yorulmadı, yıpranmadı, yine fazla çalışmadığı halde yılgın, ilgisiz, sistemsiz ve dağınık. Siz bu kafayla sağlam bir askeri kişiliğe ulaşamazsınız. Kaldı ki önemli bir kesiminiz de bozuyor ve çarpıtıyor. Şu anda safların başlarını tutanların büyük bir kısmı ordu kuran değil, ordu bozandır. Ordu bozucular iş başında. Onları da varsa bazı yeteneklerimizle aşacağız. Bu noktada acaba ben daha fazla nasıl rol oynayabilirim?
Mevcut düzeyim yeterli midir? Dikkat edilirse, ben ordu için iyi bir çalıştıranım, halen işleri geliştiriyorum. Zaten temelde gelişmeler buraya bağlıdır. Ama bu yeterli midir? Bunca yıldır böyle idare ettik. Düşman da stratejisinde şunu diyor; “Bu, bir kişinin yürüttüğü savaştır, bu kişi taş çatlasa şu kadar yaşar, etkisi şu kadar olur. Olduğu yerde daraltırım, süreyi uzatırım, böylece bu Kürt ordulaşmasını bitiririm.” Özel savaşın yaklaşımı halen bu stratejik temeldedir. Bana göre ayarlanmış bir düşman stratejisi var. Çünkü aynı değerlendirmede şunu söylüyor; “Diğerlerinin bunu fazla başarma kabiliyeti yoktur.” Yani benim dışımda sizde öyle fazla bir askeri yetenek görmüyor. Birçok değerlendirme bunu gösteriyor. Aslında bunu çok kez dile getirmişlerdir. Bunun da sorumlusu yine kendiniz oluyorsunuz. Bu izlenimi askeri iddianızın zayıflığından ötürü veriyorsunuz ve böylece düşman için çok büyük bir olanak sunuyorsunuz. Adeta, “biz fazla ordulaşamayız, bekle bu bir kişidir, er geç çöker ve eskisi gibi zafer senindir ey düşman” diyorsunuz. Bu, sakıncalı bir durumdur ve kurumlaşmamız da ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Tabii bunun da birçok nedeni var. Savaşı neden böyle yürütebildiğimi kişilik çözümlemeleriyle gösterdim. Tek başına bir ordu gibi nasıl savaşıyorum dedim. Onu kırk yıldır yürütüyorum. Ama bu benim savaşımım, benim düşmanla savaşımımdır. Size bakıyoruz, gerçekten ne kadar kahramanca direnirseniz de direnin, ama sizi saman alevi gibi sönmekten öteye bir akıbet beklemiyor. Kısa bir çatışma, ardından imha olma; kısa bir direnme, ardından etkisizleşme, yani kalıcı bir kurumlaşma, en azından bir bölgeyi düşmana dar etme hanginizde gelişmiştir? Yine hangi yetkili arkadaş, bu yetkisini düşmanı daraltmak için kullanmıştır? Böyle bir kişi yok. Günlük olarak yetkililerle adeta savaşmazsam, işleri bozmak için arkadaşlarımızın, merkezimizin kendisi yeterlidir. Demek ki sizin ihtiyacınız, biraz dayanabilen, en az bir alanda, bir bölgede hakimiyetinizi kurmaktır. Bu imkansız değildir.
Örneğin herhangi bir dağı düşmana dar etmek zor değildir. Herhangi bir Kürdistan dağı bir gerilla birimiyle beş bin kişilik düşmanı bile bozguna uğratarak ağır bir yenilgiye uğratabilir. Biz, emrindeki gücü yüzlerce, hatta binlerce sayıya ulaştırdığımız komutanlıklar oluşturmak istedik, ama bunu yürütmek için ufku yok. Bin kişiyle mi, yoksa bir kişiyle mi savaştığının farkında bile değil. Emrinde bin kişi olduğunu bile bilmiyor. Emrindeki gücün durumunu bilmiyor. Bu gücün ne yapıp yapamayacağını kestiremiyor. Tek yaptığı, “hele birkaç tanesini özel hizmetime alayım, çeteme alayım, kendimi nasıl iyi bir çete başı yaparım”, gerisi de gitsin ölsün. Zırnık kadar ufuk yok, plan, kendini savaşa verme yok. Bin bir emekle verilen o gücü bir de bakıyorsun ki, kısa bir süre sonra daraltmış, tasfiye etmiş. Bir dağı, bir bölgeyi kurtarabilecek bir güç, böyle bir komuta kişiliği yüzünden harcanmıştır. Böyle sayısız örnek vardır. Tarih gösteriyor, birçok ülke pratiği kanıtlıyor ki, üç yüz kişiyle binlerce kişilik düşman birlikleri yerle bir edilebilmiştir. Tarihten fazla örnek vermek istemiyorum, sayısızdır. Aslında PKK‟nin de savaşım gücü buna uygundur. Ama komuta kişiliği kesinlikle buna fırsat vermiyor veya buna gücü yetmiyor, ufku yok, inancı, azmi yok, ihtirası yok. Kişiliği şunu diyor; “olsa olsa ben bir ağa olabilirim. Olsa olsa birlik içinde kendini tatmin eden bir bela olurum.” Ama kimse şunu demiyor; “ben şu alanı çizdim, düşmanın buraya girmesine izin vermeyeceğim, şayet girerse orayı kesinlikle ona dar edeceğim.” Bu konuda ihtiraslı bir kişi bile yok. Düşmanı unutuyor. Tek becerebildiği, partimizin başına, yoldaşlarımızın başına bela olmaktır. Giderek kendini bir yük kaldıran, yükü çeken değil; yük altında yapıyı ezdiren, tabii en başta da kendisi yük haline gelen durumlar yaşanıyor. Sorunun özü budur.
Ben de askeri grupları eğitiyorum, ama dikkat edilirse asla yük değilim, aksine ideolojik olarak, örgüt olarak, emniyet olarak, lojistik olarak yükü sürekli paylaşanım. Asıl olarak bütün tedbirleri ben alıyorum. Bu bir ağırlaştırma değil, var olan ağırlığı hafifletmedir. En azından eğitim yükünüzü hafifletmedir. Size biraz iş yapabilme kabiliyetini biz kazandırmışız, neden iş yapacağınızı aklınıza, zihninize kazımışız, size ölümüne söz verdiriyoruz. Oysa diğer yerlere baktığınızda bunun tam tersini göreceksiniz. İşte bu temelde ülkeye, dağa ulaşıyorsunuz. Oradaki yetmez komutan bu fedakar ve cesaretlendirilmiş güçle mükemmel yaşayabileceğini, onların başına kurulabileceğini, yetkiyi ele geçirebileceğini ve rahatlıkla birkaç yılı idare edebileceğini biliyor. Komutanlık adına yapılan budur. Köylü kurnazlığıyla, aydın ukalalığıyla yıllardır komutanlık adı altında sergilenen budur. Sizin için “bunlar zafer öğeleridir, zaferin temelleridir, onlarla yükümlüyüm” demiyor. Bunları aklından bile geçirmiyor. Bir alçak gibi, bir şerefsiz gibi “ben bu gücü birkaç sene kullanırım, yeter” diyor. Hatta anlayış kendini şöyle de ele veriyor; “bir günlük paşalık ömrümce bana yeter.” Bir türlü bunu aşamıyoruz. Aşmak için verdiğimiz bütün çabalar, bunların duvarlarına çarpıp geri püskürtülüyor. İşte bunları önlemek için sürekli sizleri yetiştirmeye çalışıyoruz. Yetiştirdiklerimiz sınırın, suyun ötesine geçtiler mi şunu diyorlar, ki kendi deyişleridir “her şeyi unutuyoruz.” Bu da sizin tuhaf bir özelliğinizdir. Neden böyle oluyorlar? Gerçekten bunu anlamakta çok büyük güçlük çekiliyor. Başarı azmi, ufku olmayan kişilik, sınırın ötesinde “Önderlikten kurtulduk, bildiğimizi okuruz” diyor. Sonuç feci kaybedişler, ilkelleşme; işte yıllardır tek bir komutanın çıkamayışı, işte ahmaklık. Daha sonra tekrar bana müracaat etmeler, af dilemeler, özeleştiriler, günah çıkartmalar halen sürüp gidiyor... Bu doğru değildir. Aslında bu kısa sorgulamayı bile iyi anlasaydınız bu durumlar yaşanmazdı.
Çünkü içinizde korkak olan yok, fedakar mı fedakar, cesaretli mi cesaretli, az çok da anlıyorsunuz, ama bunları neden hayata geçiremiyorsunuz? Şimdi ben öyle anlıyorum ki, hiç mücadele vermiyorsunuz. Vermek isteseniz de yanlış, eksik veriyor, yöntem tutturamıyorsunuz, sonuçta da tersleniyorsunuz. Zaten sert kuralları dayatıyorlar veya “seni asarım, keserim” diyeni de çok. Bu tür şeyler karşısında siniyorsunuz veya bunlara tepki duyuyorsunuz, aynı hatayı siz de işliyorsunuz. Sonuç; en kötü tarzda bir iç mücadele ve kaybediş. Sanırım başarıya gidememenizin önemli nedenlerinden biri de budur. Mücadeleyi süreklileştirme, mücadeleyi rayına oturtma, sonuç alıncaya kadar inatçı yürütme sizde yoktur. Bol bol şikayet vardır. Bu anlamda tam bir kocakarısınız, kocakarı teorisi sizin böylesi durumlarınıza uygundur. Şu ana kadar ülkede doğru askeri çizgi dahilinde amansız bir mücadele veren tek bir arkadaş görmedim. Bu hayret edilecek bir şeydir. Yirmi, otuz bin kişiyi bizzat kendimiz eğittik, bir tanesi bile bizim askeri çizgiyi tam anlamadı. Uğraştığı sorunlar incir çekirdeğini doldurmaz, yaptığı hatalar ise bir deve kadar büyüktür. Demek ki kişiliği böyledir. Ordu çok sağlam kişilik ister. Yani duygularıyla büyük bir yurtsever, büyük bir halk sever, yine askeri kişiliğiyle, direngenliğiyle de taş gibi kişilik ister ki, sanırım sizde bu yok. Geriye eski Kürt kişiliği kalıyor, eski Kürt kişiliğiyle de ordu kurulmaz, olsa olsa ancak bozulur. Eski Kürt kişiliği öz ordu düşmanıdır. Yani düşmanın iyi askeridir, kendi ordusunun ise hainidir. Eski Kürt kişiliği özellikleriniz gerçekten böyledir, bunu itiraf etmeniz gerekiyor. İtiraf etmeniz yetmez, bir de doğru kişiliği korumanız gerekir. Bunun için Önderlik çok yol göstericidir, ama gücünüz olmadığı için bunun gereklerini yerine getiremiyorsunuz. Örneğin bize sıradan bir bağlılığınız bile yok.
Önder denilen bu kişi bu kadar savaştı, “ben kendimi bu kişiye bu kadar bağladım, bunun gereklerini nasıl yerine getirmeliyim” diye kendinize sorduğunuzda ortada hiçbir şey bulamazsınız. Dediğimiz gibi her şey unutulmuştur, geriye can telaşı kalıyor veya bazı eski alışkanlıklarınız kalıyor. İyi veya kötü onunla idare edip gidiyorsunuz. En iyi marifetiniz de tabanı kuvvetli olanlar iyi yürüyor, ağzı laf edenler iyi gevezelik ediyor. Fakat bunlar da hiçbir şey kurtarmıyor. Sizde çok yüzeysel, çok sahte ve kendini kandıran davranışlar egemen. Hata yapan çok, yaptıran çok, hataya karşı koyan yok; bile bile imhaya götüren çok, ama kurtuluşa götüren yok. Sizin bu yaklaşımlarınızdan insanın ödü kopuyor. Aramızdaki en iyi komutanlarımızı düşünelim, bir sorunu bile doğru düzgün konuşamıyorlar. Hatta bazılarını gördük, yargılamalık olmayan tek bir kişi bile yok. Hepsi de en suçlu kişiler haline gelmiş. Bu inanılmaz bir şeydir, ama bir gerçek. Entrikacılık, ayak kaydırmalar var. Ki bunlar, yüce değerlere dayanan bir halk ordusu için en büyük tehlikelerdir. Birbirini boşa çıkarmak için adeta herkes tetikte bekliyor. Bir orduyu bozmak için tüm bunlar fazladır bile, ama bunu herkes rahatlıkla normal bir şey gibi karşılıyor. Bunun aşılması gerektiğini kimse kendisine sorun yapmıyor. Aslında bütün bu sorunlar sizlerin de sorunudur. Bunu kendinize temel sorun yapıp çözme konusunda uğraş vermeniz gerekir. Ben, bu sorunlar karşısında yine dayanırım, hatta hareketi ilerletirim, ama bana bir şey olduğunda sizler dağılmış, ordunuz felç olmuş olur. Kurumlaşmanın özü kişiyi aşan, kişiye bağlı olmayan bir durumu yakalamaktır. Ordu kurumlaşması, özellikle Kürt olayında beni aşmak demektir veya bana dayanarak değil, bensiz bir kurumla, örgütle savaşı yürütmek demektir. Sizde bu düzey var mıdır, yok mudur? Açık söylüyorum; acaba ben olmasam yarattığınız ordu kurumlaşmasıyla sağlıklı olarak kaç yıl direnebilirsiniz? Direnseniz bile, başarmanız mümkün mü?
Bütün belirtiler başarılı olamayacağınızı gösteriyor. O zaman neden kurumlaşamıyorsunuz? Kişiye, Önderliğe bağlılığınız sağlam değil, Önderliği kurumlaştıramıyorsunuz; ucuz bir baba hayranlığı, bir aşiret reisliği veya alışıla gelmiş herhangi bir sahte önderliğe bağlanır gibi, az ve sağlam olmayan bağlarla bağlanıyorsunuz. Tüm bunlar çok yanlış anlayışlardır ve hiçbir sonuca da götürmez. Önderliği kurumlaştırmak çok önemlidir. Bu halinizle bizi nasıl kurumlaştırabilirsiniz? Sizin duygularınız bizi kavramaya yetmiyor. İlgi düzeyiniz çok zayıf, çocuklar gibi, hatta çocuklar gibi de değil, onun biraz büyümüş hali gibidir. İşte bu biçimiyle zar zor yaşamın üstesinden gelmeye çalışıyorsunuz. Yoğunlaşarak Önderliği aşıp kurumlaşma biçiminde değil de, bununla namusu kurtarmaya çalışıyorsunuz. Genel olarak bu böyledir. Aslında en muarızlarımız da sırf durumu kurtarmak için bana dayanıyor. “İşte bir namus belası” diyor, “sen bize gereklisin, ulaşıncaya kadar kal.” Yoksa özümseyerek, kurumlaştırarak “seni aşalım” demiyor. Böyle deseydi, dünyalar benim olurdu. Bağlılığınız da, benden kurtulma durumunuz da tehlikeli. Bunları bir kurumlaşma zemini yapamıyorsunuz. Biraz bana dayanarak yaşama, sonra da benden kurtularak yaşama... Belli bir aşamaya kadar bütün provokatörler “Sen bize gereklisin” diyordu. Ne zamana kadar gerekliyim? Onun istediği yaşam olanaklarını eline geçirene kadar. Ne zaman onun için bir tehlikeyim; o yaşamı keyfince, dilediği gibi götürmede ona dur deyince. Ve “sen benim için bir engelsin. Hem çok gereklisin, hem çok gereksizsin, hem belasın” diyor. İşte gerçeğinizde böyle bir mücadele var. Bu, ne sağlam bir rettir, ne de sağlam bir bağlanmadır. Peki bunu nasıl aşabilirsiniz? Elbette ki, anlayarak, özümseyerek. Ben bir değerler sistemiyim. Açık ki benim bireysel amaçlarım yok, yine mülkiyete, tahakküme dayalı bir yaşamım yok. Son derece özgürlüksel, son derece kolektif, son derece her türlü bireyciliğin karşısında, herkesi yüksek bir kolektivizme, kurumlaşmaya, kurallara, kanunlara davet eden bir yaklaşımın sahibiyim. Bunun böyle olduğunu anlamadan, gereklerini yerine getirmeden nasıl kurumlaşacaksınız?
Çünkü bir başkası yok, kendiniz de iki kelimeyi bir araya getiremeyecek durumdasınız. Benim genel etkilerim, hazırlık çalışmalarım olmamış olsa, belki karnınızı bile doyuramazsınız, tek bir silah elde edemezsiniz. Nitekim bu temelde dağa doğru iki adım bile atamazsınız. Şimdi dağın, yolun açık olduğuna bakmayın, bunu iğneyle kuyu kazar gibi hazırlamışız. Eskiden kolay kolay silah elde edilemezdi. Bir tabancaya ancak bir köy ağası sahip olabilirdi. Şimdi silahlar zibil gibi, bu da iğneyle kazar gibi elde ettiğimizi bilmeniz gerekir. Bazı yolları nefes nefese mevziye yatarak açtık. Buraları açtık, yolu açtık, dağı açtık, silahı bulduk, yiyeceği temin ettik, yani her türlü alt yapı çalışmalarını yaptık. Hatta zihninizi, yaşamınızı değiştirmeye kadar, büyük bir çaba harcıyoruz. Tüm bunları özümsemeden kendinizi nasıl aşacaksınız? Hatta kavramadan, gereklerine bağlı kalmadan reddetseniz bile ne elde edebilirsiniz? Ucuz bağlılık deseniz bu mümkün mü. Ben çalışan ve çalıştıran bir kişiyim. Yanımda tembellerin yaşayamayacağını ilk çocukluk isyanımda belirttim. Benim nazarımda iyi çalışmayan düşmanımdır. Bütün bunlar Önderlik gerçeğinin vazgeçilmez birer özelliğidir. Bunlarla yaşamı yürütemezseniz, bağlılığınızın ve tepkinizin bir anlamı olamaz. Bu Önderlik tarzı bir güç merkezidir. Şu anda kendini oldukça güçlü kılan bir tarzdadır. Şimdi bu gücü nasıl karşılayacaksınız, ona tepki duyarak nasıl aşacaksınız? Bu mümkün mü! Günlük olarak tepkiciler çıkıyor, “en benim” diyenler bile karşımızda fazla etkili olamazlar. Kaldı ki sizin göreviniz bize karşı tepki değil, bize güç vermektir, katılım ve destek sağlamaktır. İşte bu temelde sorunlarınız çok yaygındır. Doğru katılım, doğru ulaşma, doğru yaşama önderliği sizin için tek çıkış yoludur. Fakat siz onun da gerisindesiniz. Bencilliğiniz, yüzeyselliğiniz, köşeyi dönünceye kadar zaaflarını idare etme, geçiştirme, bütün bunlar büyük yetersizliklerinizi ifade ediyor. Bu da, neden yüksek bir komuta kişiliği haline gelemediğinizi gösteriyor.
Aslında kendimi sizlere çok yönlü anlatmayı isterdim, anlattım da. Hayatı nasıl ele aldığım, amansız mücadele yıllarımın nasıl geçtiği bilinmektedir. Ama siz bir türlü bunları anlamaya yanaşmıyorsunuz veya kişiliğiniz bunu kaldırmıyor, kabul etmiyor, tepki duyuyor. Benim gibi yaşamı anlamaya, benim gibi yaşamı sevmeye, özgürleştirmeye kim var, hanginiz varsınız? Aslında yaşadıklarınız tam tersidir. Bu da hiçbir sonuç vermiyor. Elinizde fazla yetenek yok, bu kişilik tarzınızla olsa olsa iyi bir hamal olursunuz. Zaten geldiğiniz yerler de hamallık yerleridir. Düşmanın kontrolündeki alanlardan gelmişsiniz, özgürlük alanlarından değil, kazandıran alanlardan değil, kaybettiğiniz alanlardan geliyorsunuz. Ordu kişiliğinde ısrar etmeliyiz. Ordu bize ekmek sudan daha fazla gereklidir. Döne dolaşa üstünde durmalıyız. Bu konuda işlenen bütün yanlışları bertaraf etmekten tutalım, yeni özellikler kazanmaya kadar, sağlam bir ordu kişiliğine ulaşmalıyız. Bunu da bir angarya biçiminde değil, tutkuyla yapabilmeliyiz. “Bir yüktür şuraya kadar kaldırayım” anlayışıyla değil, “bu benim tutkumdur, vazgeçemem” diyeceksiniz. Örneğin ben öyleyim, sizi askerileştirmek isterken, bir yükü üstümden atayım değil de, adeta dişimle tırnağımla savaş veriyorum. Bu savaş ancak böyle yürütülebilir. Yaptığınız işi sevmelisiniz, hatta yaşamınızda diğer şeylere fazla yer vermemelisiniz. Çünkü yaptığınız iş en değerli iştir. Sizi yaratmanın tek yolu bu işi başarmaktan geçer. Tarihi birkaç kişi çıkacaksa, bu da kendini bu işe tam yatırıp, zaferi kendi kişiliğinde kanıtlayanlardan çıkar. Gerisi laftır, kendi kendini kovalamadır, aldatmadır. Tekrar vurguluyorum; bu işe inanmalısınız, bu işe kendinizi yatırmalısınız, bu işi tutku düzeyinde kendinize amaç edinmelisiniz. Ama çok mücadeleci olmalısınız, volkan gibi patlayan bir kişiliğiniz olmalı. Susmayan ve çok sağlam çalışan bir mantığınız olmalı. Yani kargaşaya meydan vermemelisiniz. Çok iyi konuşan, çok iyi hitap eden, adımı ile gözünü birleştiren, yine söz ile yürüyüşünü birleştiren ve kesinlikle ikisinin arasına mesafe koymayan bir pratiğiniz olmalıdır.
“Düşündüğüm kadar yaparım, yaptığım kadar düşünürüm” diyeceksiniz, yani pratik ile teorinin birlikteliğini sıkı sıkıya gözeteceksiniz. Bunu da zoraki dayattığım için değil, Allah‟a inanır gibi, aşk yapar gibi veya en sevdiğiniz neyse ona adanır gibi bu işe bağlanacaksınız. Başka türlü bu işin altından çıkılamaz. Aslında hiçbir kişi benim kadar taktisyen de değildir. Kolayca yük kaldıracak biri değilim, huysuzum, yükü hemen omuzlarımdan atarım, ama yıllardır bu yükü tek başıma taşıyorum. Çünkü iş çok ciddi, atılmaya gelmez. Bazı işler vardır ki, müthiş omuz vermek gerekir. Bu iş de öyle bir iştir. Bütün bu eleştirileri yaparken, olumlu özelliklerinizi fazla anmak istemedim. Çünkü olumlu özellikler zaten sizindir. Onları dile getirmenin fazla bir önemi yoktur. Bana göre savaş cesaretiniz, dayanma gücünüz fena değildir. Zaten düşmanı zorlayan da bu özelliğinizdir. Ama bunun tam başarılabilmesi için nasıl sağlam bir asker, bir gerilla olunur, nasıl onun zaferinin komutanı olunur, buna hiçbir cevabınız yok. İşte sizin eksiğiniz budur. Eğer bunu giderebilirseniz, ordulaşmanız zaferi yakalayabilir. Bunun için gerektiği kadar düşünün. Kişiliğinizi adeta örs altında, her gün döve döve yeniden şekillendirin. Tekrar sağlam bütünleştirebilmek için eğik bükük olan bazı kemikleriniz kırılsın. Yeniden biçim verebilmek için bazı yerleriniz ezilsin. Yoksa bu anlamda kişiliğiniz maddesiyle, manasıyla çok eğik büküktür, çekiç altında işlenilmesi gerekir. Kendinizi bu anlamda dönüştürmekten korkmayın ve bunu da bir onur meselesi yapmayın. Eski kişilikte ısrar, ordulaşmaya gelmemekte ısrardır. Ordulaşmaya gelmek için çok esnek bir kişilik gerekir.
Biliyorsunuz, esneklik ucuz bir liberalizme geçmek demek değildir. Çelik çok esnektir, ama çok serttir. Böyle bir kişiliği döve döve, dönüşe dönüşe kazanırsanız sizden zafer komutanları çıkabilir. Israrımız bu temeldedir. Biz ulus adına, kendi partimiz adına bir insanı bile kazanmak için gerekirse onu ezim ezim ezerek yeniden yapılandıracağız. Eğer insanlık için, eğer yurtseverlik için, eğer halk için bir değerse onu mutlaka kazanacağız. Eğer böyle bir değer değilse, gideceği her yer, her topluluk kaybeder. Dolayısıyla bu kişi de bizi bu suça iştirak ettiremez.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (59.BÖLÜM)
(APOCU MİLİTAN KİŞİLİK 1.CİLT SON BÖLÜM)
YORUM GÖNDER